Bir Tweet havalandırmış birisi. Türkçesini ellemedim:
“Hasan Solmaz'ın @gazeteduvar daki yazısında yılmaz Erdoğan la ilgili aklama paklma çabası ne kadar mide bulandırıcı”
Midesi sakin olsun, kendisi de varolsun. Böyle yüzlercesi geldi, beklendiği gibi tek bir yaratıcı cümle kurulmadı.
Bu Tweet üzerinden iki lafım var.
Birincisi geçen yazı umduğum, istediğim gibi rutin olarak ulaşabildiğim insanların epey dışına ulaştı. AKP’liler dahi bir miktar okudu. Yukarıdaki Tweet’teki gibi bana bolca Hasan, Mehmet, Mahmut diyen çıkmasından belli.
Bu, güzel tabii.
İkincisi, kolayca tahmin edilebileceği gibi kamplaşmanın en önüne çadırlarını kurmuş kamp sahipleri yazıdan zerre kadar bir şey anlamadı. Yazının onları anlattığını da anlamadı. Aptal oldukları için değil. Anlamak öyle bir süreç değil, ondan. Anlamak bir miktar deneysel bir süreç. Niyet, çaba ve işbirliği gerektiriyor. Analitik olmak, gerçeğin gözünün önünde duruyor olması kafi olmuyor.
Yoksa zaten döner derdik ki kardeşim bu sınırlar saçma. Türklük Ermenilik uydurma bir durum, insanlar tek bir ırk. İktidarlar yalan söylüyor. Tarih kitapları uyduruyor. Erkek üstün değil. Hayvanlar haklı. Yediğin domates de zehirli.
Kaddafi’nin Yeşil Kitap’ı kadar bir broşür çıkarırdık. Ertesi gün de devrim olurdu.
Böyle yürümüyor tabii.
Ben şimdi yukarıdaki Tweet’i atan adama, “Kardeşim o yazı Yılmaz Erdoğan’ı yahut Münir Nurettin Selçuk’u aklamaya çalışmıyor. O yazı, bunların aklanmaya ihtiyacı olmadığını, senin bunlara nefret kusarken haksızlık ve kendini beğenmişlik ettiğini, senin mutlak bir memnuniyetsizlik içinde olduğunu, bunun seni eylemde işlevsiz ve söylemde nevrotik kıldığını, sevmeme hakkını kullanmak yerine tükürükler saçtığını, işe yaramamayı içselleştirdiğini, doğru bilginin sende ve münhasıran sende olduğunu sanarak haksızlık ettiğini söylüyor” desem ne olacak? O yazının Yılmaz Erdoğan’la değil, kendisiyle ilgili olduğunu anlayacak mı?
Adam öyle tiksinmiş ki kötü demiyor. Mide bulandırıcı diyor yahu. Elbette bir halt anlamayacak. Anlamamaya bu kadar formatlı, kendisinden bu kadar emin bir kafayı değiştirmeye kalkışacak kadar çıldırmadım.
Benim derdim başka. Bu memnuniyetsiz, mutsuz kafanın değişmeyeceğini, en azından kolay kolay değişmeyeceğini biliyorum. Ben bu kafanın arkadaşlarına, çevresine seslenmeye çalışıyorum. Bunlardan dünyanın her yerinde bir miktar var. Buradakilerin sesi çok çıkıyor sadece. O kadar çok çıkıyor ki bir süre sonra sadece onlar konuşuyormuş gibi oluyor.
Tek sebebi de göz yumuluyor olması. Tükürük saçarak, midesi bulanarak konuştuğu için bunlara bulaşmaya korkuyor çevresindekiler. İlk bakışta haksız da değiller. Şimdi bir laf edecekler, misliyle geri dönecek. Durup dururken azarlanacaklar. Üstelik bu kadar boş konuşmaya, bu kadar irrasyonel bir konuda kalori tüketmeye de gerek yok diye düşünüyorlar. “Sonuçta anneme sövmüyor ya”...
Lakin ikinci bakışta haksızlar. Çünkü bu memnuniyetsiz yığınların medeni ülkelerde sesi çıkmaz. Kimse dönüp de çevresindeki değerli insanları öyle kolayına linç etmez. Medeni ülkelerde “şeyler” birbirinden ayrılır. “Şeyler” linç vesilesi yapılmaz. Marx, damadı Lafargue’a o paçoz mektubu yazdı diye aşağılanır ve bu konu Das Kapital’den yahut Marx’ın felsefeciliğinden ayrı tutulur. O mektubu maazallah Marx değil de Ümit Kıvanç yazsaydı kimbilir başına neler gelirdi?
Ara Güler’in başına gelenleri hatırlasanıza. Şu memleketin en müstesna fotoğrafçısı, hiç bir zaman kendisine Marksist dememiş, solcu dememiş, muhalif bile dememiş yahu fotoğraf sanatçısı dahi dememiş, sadece foto muhabiri demiş fotoğrafçısı Cumhurbaşkanı’nın fotoğraflarını çekti diye linç edildi. Yahu sana ne? Adam fotoğrafçı. Hem de hayatı siyasetçi fotoğrafı çekmekle geçmiş. İster bakkalının fotoğrafını çeker, ister Zekeriya Beyaz’ın, dilerse Trump’ın. Sana ne? Herkes senin omuz başında saf tutup kutuplaşmak zorunda mı? Hoşuna gitmediyse bu durum “hoşuma gitmedi” de. Bu durumdan nefret ettiysen “bu durumdan nefret ettim” de. Ama adamın kişiliğine, kendisine, hayatına, sanatçılığına dil uzatmak, “bu herif zaten..” diye başlayan hadsizliklere kalkışmak, bir de peşine insan takmaya çalışmak olacak iş mi? Herkes seninle beraber mutsuz ve nevrotik olmak zorunda mı?
Orhan Gencebay Arif Sağ'ın eşinin cenazesine ne yüzle/hakla/cesaretle katılıyor diye bir tartışma var bu memlekette yahu. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkenin en büyük müzisyenlerinden birisi, bu ülkenin en büyüklerinden başka bir müzisyenin eşinin cenazesine gitti diye kızabiliyor birileri. Orhan Gencebay AKP’li miymiş, kaynı mı AKP’liymiş neymiş vallahi bilmiyorum neymişini.
Yahu ülkenin yarısı AKP’ye oy veriyor kör müsünüz? AKP’nin oyunu azaltmanın yolu AKP’ye oy verenleri linç etmek olabilir mi? Birine AKP’ye oy verdi diye küsmenin küsmeyi boşverin tükürmenin kusmanın kime faydası olabilir?
Şimdi normal bir toplumda da Sean Connory’nin sapı, Nastassia Kinski’nin çöpü varmış diye gelişigüzel tükürük saçmaya meyyal insanlar yaşamıyor mu sanıyorsunuz? Elbette yaşıyor. Ama cesaret edemiyorlar bunu yapmaya. Bunu yaptıklarında hemen yanıbaşlarından itibaren birileri çıkıp, “portakal or’da kal” diyor.
Ezcümle demem o ki çevrenizde böyle insanları konuşturmayın. Biliyorum bu güzel kardeşlerimizin akıldan uzak cümlelerle saatlerce size mukabele etme yeteneğine, uzattıkça uzatabilme becerisine sahip olduklarını. Farkındayım eldiveni alıp florasan ışığına oradan da Mussolini’ye bağlama yeteneklerini. Herkes görüyor komplo aşklarını. Fark etmez. Ben denedim, çalışıyor inanın. Başlangıçta zor oluyor. Sonra mutlak başarı.
Hem ayıp ediyorlar, bu bilgiyi onlardan esirgemeyin.
Deyin ki “Kardeşim Orhan Gencebay’ın kimin cenazesine gideceği onu ve cenaze sahibini ilgilendirir bi sus.” Her ne derlerse desinler aynı şeyi tekrar edin: “Kardeşim Orhan Gencebay’ın kimin cenazesine gideceği onu ve cenaze sahibini ilgilendirir bi sus.” Bir süre sonra susarlar.
Son olarak sağcılara laf etmediğimi söyleyen güzel kardeşlerime de iki çift lafım var. Tek yazıda her lafı edemiyorum. Yoksa kampın öbür tarafında işler daha da berbat. Epilasyon broşürü için silah sıkandan kadınların diz kapaklarıyla bir ortopedist edasıyla ilgilenen, çocuk evliliğini teşvik eden meczuplara, bir metrobüs dolusu insanı yuvarlayacak kadar acayipleşmiş bir çok insan var. Bunlar şu meşhur kamp hayatı başlamadan önce de varlardı elbette. Aynı kampın öbür tarafında olduğu gibi bu yaptıklarını akıllarından bile geçiremezlerdi sadece.
Herkes yanındakini azarlasın arkadaşlar. Karşısındakine de laf anlatmaya çalışsın. Başka yolu yok.
Ne demiş büyük Dağlarca:
Anlamak
Bir yolculuktur
Bir başkasının
Ülkesine
Milyonlarca muhalif, sıfır muhalefet...