Herkese bir gökkuşağı: Demokratikleşme ufuk turu-1*

Hayat aşk ve demokrasiyle güzel, ikili cinsiyet kimliklerinin ötesinde düşünebilmeye başladığımızda daha da güzel olacak.

Abone ol

Vural Özdemir**

İKİLİ-ÖZCÜLÜK YERİNE ÇOĞULLUKLAR ZAMANI

Yeni yılda ve gelecekte toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlikler adına bizi dünyada neler bekliyor?

Geçtiğimiz on yıl içinde, cinsiyetin (kadın / erkek) ve cinsel kimliğin (heteroseksüel / homoseksüel) ikili ve özcü kavramsallaştırmaları pek çok bakımdan sorgulanır oldu. Cinsiyetin ve cinsel kimliklerin sabit değil, akışkan ve açık uçlu olduğuna dair dünya çapında artan kanıtlar ve kabul var.

2015 yılında 1.632 İngiliz yetişkin arasında gerçekleştirilen bir anket için, YouGov, çevrimiçi bir araştırma ve analiz grubu, katılımcılara kendilerini cinsellik ölçeğinde 0 (salt heteroseksüel) ile 6 (salt homoseksüel) arasında bir yere konuşlamalarını istedi. Tüm örneklemin yüzde 72’si kendisini tamamen heteroseksüel, yüzde 4’ü tamamen homoseksüel, yüzde 19 ise 1 ile 5 arasında bir yerlerde tanımladı. Kalan az sayıda kişi ise ‘cinselliğim yok’ veya ‘bilmiyorum’ diye cevap verdi. İnsanlara evet/hayır gibi kategorik sorular yöneltmek yerine bu tür değişken bir ölçek sunmak, cinselliğimizin daha nüanslı kısımlarına dair bir içgörü sunabilir.

Aynı araştırmada 18-24 yaş aralığından gelen sonuçlar daha çarpıcıydı: Yüzde 43 kendini iki zıt ucun arasında bir yere yerleştirirken, sadece yüzde 46’sı kendisini tamamen heteroseksüel olarak tanımladı. Başka bir deyişle, genç yetişkinlerin yarısı yüzde 100 heteroseksüel olmadığını belirtti.

Tüm yaş gruplarında kendini heteroseksüel olarak tanımlayanlara “Doğru zamanda doğru kişi denk gelirse, kendi cinsinizden birisini çekici bulma ihtimalini düşünebiliyor musunuz?” diye sorulduğunda, yüzde 44’ü bunu ihtimal dışı bırakmadı:

  • “Hiç sanmam, ama imkansız değil” = Yüzde 25
  • “Eğer gerçekten hoşlanırsam, belki” = Yüzde 10
  • “Kesinlikle” = Yüzde 3
  • “Bilmiyorum” = Yüzde 6

Kendisine sıkça referans verilen bir feminist bilim insanı olan Lisa M. Diamond zaman içerisinde değişiklik gösteren kimlikleri çalışması bakımından burada değinmeye değerdir (1). New York Eyaleti’nde 79 heteroseksüel olmayan kadın 10 yıl boyunca, iki yılda bir cinsel kimlikleri hakkında görüşmeler yapılarak takip edildi. Katılanlar çalışmanın başında kendilerini lezbiyen veya biseksüel olarak tanımlamış, veya cinselliklerini herhangi bir etiket altında konuşlandırmamayı (tanımsız kalmayı) seçmişlerdi. 10 yıl içerisinde katılımcıların üçte ikisi, araştırmanın başında belirttikleri cinsel kimlik tanımlarını değiştirmişti. Hatta üçte biri bu kimlikleri iki veya daha fazla kez değiştirmişti. “Tanımsız” en çok benimsenen cinsel kimlik olmuştu.

Bu bulgular insanların cinsel kimliklerine dair katı, ikili kavrayışlara kafa tutarken, insan cinselliğinin bir skalada iki yönde de zaman içerisinde akış ihtimalini ortaya koyuyor ve biseksüel ile ikili-olmayan cinsel kimlik tanımlarını meşru olarak tanıyor.

Dünyada kamu politikalarında da yeni anlatılar ortaya çıkmakta. Kanada’nın 2021 nüfus sayımında insanlara doğumdaki cinsiyetleri ile şimdiki toplumsal cinsiyetleri ayrı ayrı soruldu. Kanada İstatistik Kurumu bir insanın toplumsal cinsiyetinin zaman içerisinde değişebileceğini kabul ediyor. Kendini münhasıran kadın veya erkek olarak tanımlamayan Kanada vatandaşları isterlerse pasaportlarında, kimliklerinde veya oturum belgelerinde cinsiyet hanesine “X” yazdırabiliyor.

Bu, Kanada’nın gündelik hayatta homofobi veya cinsiyetçilik gibi illetlerin üstesinden geldiği anlamına gelmiyor, elbette. Ancak belirttiğim kamu politikaları ile ikili olmayan anlatılar LGBTQ+ bireylerin temsili ve özgürlükleri doğrultusunda olumlu gelişmelerin göstergesi.

Özetlersek, toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik;

(1) farklı kişilerde çizginin farklı yerlerinde tanımlanabilir,
(2) bir insanda farklı zaman ve bağlamlarda değişebilir,
(3) ikili olmayan ve biseksüel kimlikler yaygındır ve dünya üzerinde geniş toplulukları temsil eder.

'DOĞUŞTAN BÖYLE' Mİ? – HAYIR!

Toplumsal cinsiyet özcülüğü, “kadınlar” ile “erkekler”in sözde belirgin, doğuştan ve değiştirilemez karakteristikleri olduğu varsayımıdır. Hormonlar, psikolojik özellikler, genetik, ‘doğuştan böyle’ gibi argümanlar, özcülüğün önünü açarlar.

İlginç bir şekilde özcülük LGBTQ+ topluluğu içinde de yaygındır. Tarihsel açıdan baktığımızda, “cinsellik bir tercih değildir, doğuştan gelir” gibi özcü kimlik politikalarının, LGBTQ+ bireylerin uğradığı baskılara karşı birlik sağlamak ve eşit haklar talep etmek için araçsal olarak kullanılageldiğini görüyoruz.

Ancak özcü-ikili kimlik yaklaşımı, üç bakımdan yanlıştır: Bilimsel olarak geçerli değildir; sosyal açıdan adaletsizdir ve LGBTQ+ bireylere ve daha geniş perspektifte, topluma büyük bedelleri vardır.

Araştırmalar, genetiğin cinsel kimlik üzerinde çok az rolü olduğunu gösteriyor. Arada bir, eşcinsellik geni’nin keşfedildiğine dair makaleler görüyoruz. Ancak bu iddialar istatistiksel “etki büyüklüğü” olarak bilinen bilimsel kavramı hiç dile getirmiyorlar. Etki büyüklüğü, belli bir gen varyantına sahip olan ve olmayan iki grup arasındaki farkın büyüklüğünü gösteren değerdir. Cinsel cazibe ve kimlikler gibi özellikler söz konusu olduğunda genetik kalıtımın etkisi (etki büyüklüğü) oldukça azdır. Cinsel kimliğimiz üzerinde son sözü genler söylemediği gibi, en büyük etken de değildir.

Toplumsal cinsiyette ikili ve özcü yaklaşımlar sosyal açıdan adaletsizdir, çünkü insan cinselliğinin çokdeğerliliğini silerler, heteroseksüel / homoseksüel ikili tanımının dışına taşan oldukça çeşitli cinsel kimlikleri gayri meşru kılar ve susturur. Gayrı-heteroseksüel kimlikler ne yekpare ne de sabittir. Bir gruba mensup olmayı bu şekilde kısıtlamak biseksüel ve ikili cinsiyet sınıflandırmasına girmeyenleri dışlar. Bu indirgemeci durum, biseksüel haklarının kabul görmesi için ve bifobiye karşı yeni direniş hareketlerinin önünü de açmıştır. Diğer yandan, akışkan-cinsiyetli bireyler ise tüm etiketlere topyekûn karşı çıkıyorlar. Günümüzün panseksüel hareketi bu bakımdan, LGBTQ+ tarihi ve toplumsal hareketlerle ilgilenen okurlar için dikkate değer (2, 3).

İkili olmayan, biseksüel ve cinsiyet kalıplarına uymayan kişilerin ‘kafası karışık’ değildir, bir ‘geçiş aşamasında’ da değildirler; kutlanması ve tanınması gereken, son derece özgün ve meşru kimliklere sahiptirler. Yukarıda bahsettiğim veriler de bunu desteklemektedir. Biseksüel, panseksüel veya cinsiyet kalıplarına uymayan kişiler hakkında ‘kafası karışık’ gibi ifadeler kullanmak yanlıştır, açıkça ve çirkin bir bifobi ve homofobinin yansımasıdır. Biseksüel ve cinsiyet kalıplarına uymayan kişiler ilişkilerinde, tamamen heteroseksüel veya homoseksüel olan kişilerden ne daha az ne de daha çok bağlıdırlar. Aşk aşktır!

İkili cinsiyet kalıplarının dramatik sonuç ve toplumsal etkileri de var. Toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, örneğin, “matematik erkekler içindir” gibi yanlış kültürel mesajlar (kızların da erkekler kadar matematikte iyi olduğuna dair tüm kanıtlara rağmen) çocukların eğitim başarıları ve gelecekteki kariyerlerini etkilemektedir. İkili mantık ve toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını sorgulayarak bu tür mesajların olumsuz sonuçlarını önlememiz mümkün.

Özetlersek, “doğuştan böyle” gibi özcü argümanlar LGBTQ+ haklarına ve cinsiyet eşitliğine hizmet etmez. Dr. Diamond’un eşsiz TEDx talk’una bir göz atmanızı öneririm (5 dilde altyazı mevcut).

NE MARS’TAN NE DE VENÜS’TEN!

Tel Aviv Üniversitesi’nde nörobilimci ve feminist akademisyen olan Daphna Joel, erkeklerin Mars’tan kadınların ise Venüs’ten olduğuna dair özcü ve popüler inancı sorguluyor: Erkek ve kadın olmanın birden fazla biçiminin olduğunu ve örneğin kadın ve erkek beyni arasında keskin bir fark olmadığını vurguluyor. Mitleri ve biyolojik özcülüğü alaşağı eden eğlenceli TEDx konuşmasını buradan izleyebilirsiniz:

‘COMING IN’ – LGBTQ+ TERMİNOLOJİSİNİ GENİŞLETMEK

Şu günlerde LGBTQ+ ve cinsel kimlikler konusunda ufkumuzu genişleten başka gelişmeler de var. Yirminci yüzyılın ortalarından beri sözde homoseksüel / heteroseksüel ikili ayrımı, kişinin kendisini kabul etmesi ve sosyal açılması (‘coming out’) konusunda bir ilerleme olarak görüldü.

Bu oldukça çizgisel ve belirlenimci anlatının, pek çok cinsel azınlık mensubunun (ve heteroseksüellerin de) gündelik hayattaki deneyimlerini açıklamada yetersiz kaldığından, artık hem teoride hem de pratikte genişlemesi gerekmekte. Kimlik gelişimine dair bu tek yönlü çizgisel anlatı, kendi cinselliğini keşfetmenin ve cinsel kimlik gelişiminin açık uçlu, hayat boyu süreçler olduğuna ve insanın hayatının farklı zamanlarında ve bağlamlarında heteroseksüel, ikili-olmayan veya homoseksüellik yönünde akışkan olabileceğine dair giderek artan verilerle örtüşmüyor. Bunun yanı sıra, cinsel kimlik gelişimi, açılmakla ‘nihayete ermiyor’.

Şimdilerde ‘coming out’ / ‘açılma’ anlatısını zenginleştiren ve genişleten bir kavram olarak ‘coming in’ (‘kendine dönmek’) kullanılıyor. Araştırmacı ve akademisyen Shoshana Rosenberg ‘coming in’ kavramını “tüm akışkanlığına rağmen ve toplumun düşünceleri her ne olursa olsun, kişinin kendi cinselliğini kabullendiği bir yere varması” olarak tanımlıyor ve bu kavramın “kendini queer olarak tanımlayan insanların kendi cinselliklerini keşif yolculuğunu anlamak için önemli bir analitik araç” sunduğunu belirtiyor (4).

Her ne kadar LGBTQ+ bireylere istedikleri takdirde açılabilecekleri güvenli alanlar oluşturmak halen önemini korusa da, ‘coming in’ / ‘kendine dönmek’ anlatısı, özellikle cinsiyet kalıplarına uymayan bireyler için önemli ve güçlendirici bir kavram. Onur Ayı’nı kutlamak için Uluslararası Toronto Film Festivali (TIFF) “açılma / coming out” anlatısına direnen ve bunun yerine queer kimliklere ve topluluklara “dönmeye” odaklanan filmlere yer verdiğini duyurdu. Seçkiye şuradan ulaşabilirsiniz.

HETEROSEKSÜELLİĞİN İCADI

Heteroseksüelliğin sosyal bir inşa ve kültürel bir üretim olduğu gerçeği göz ardı ediliyor. Örneğin, 1901 yılında Dorland’s Tıp Sözlüğü heteroseksüelliği “karşı cinse yönelik anormal ve sapkın istek” olarak tanımlıyor. Bugün evrensel norm olarak kabul edilen heteroseksüellik çoğu zaman eleştirel filtreye tâbi tutulmamıştır. “Heteroseksüelliğin icadı”na dair bilgiler veren bir yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

Cinsel içgüdüler ile cinsellik aynı şey değil. Cinsel içgüdüler fiziksel işlevlere ve fizyolojiye bağlıdır, çoğu türde fiziksel olarak ezelden beri mevcuttur. Öte yandan, insanlar olarak bu içgüdüleri sosyal ve kültürel kodlarla ilişkilendirir ve anlamlar yükleriz. Cinsellik, bu içgüdülerin kültürel kodlanmasıyla inşa ediliyor. Dolayısıyla cinselliğin ve ilgili değerlerin zaman içerisinde büyük değişimler gösterebilmesi şaşırtıcı olmamalıdır.

Antropolog ve aktivist David Graeber’in (1961-2020) belirttiği gibi, “dünyaya dair nihai ve saklı hakikat, onun bizim inşa ettiğimiz bir şey olduğu ve pekâlâ başka türlü de inşa edebileceğimizdir.”

BURADAN NEREYE?

Öncelikle, sevgili okur, kimse sizden toplumsal cinsiyetinizi veya cinsel kimliğinizi değiştirmenizi veya hayatınızın aşkından ayrılmanızı beklemiyor. Ancak LGBTQ+ haklarını ve demokrasiyi samimiyetle savunabiliriz. 21. yüzyılda insanların eşlerini, cinsiyeti ne olursa olsun, hoşlandıkları kişiler arasından seçebilmeleri gerekir. Ve bu nihai olarak demokrasiyle ilgilidir. Bu konuda Scientific American’da yer alan iyi bir yazıyı şuraya bırakıyorum.

LGBTQ+ özgürlükleri konusunda ilerici yeni bir kuşak geliyor, hatta geldi bile. Bu, kutlamamız gereken bir şey. LGBTQ+ hakları heteroseksüellerin özgürleşmesi bakımından da önemlidir, özellikle de dar ve tekil anlatılara sıkıştırılan erkekler için.

Ufukta, kavramların zenginleştirici kesişimleri de var. “Cinsiyet yapmak” ve “performatif toplumsal cinsiyet” kavramları toplumsal cinsiyetin çeşitli kültürel mesajlar veya sosyal düzenlemeler aracılığıyla (örn. giyim, bakım, aksesuar vs.) inşasıyla ilgilidir. Bunun yanında bir başka kavram olan “cinsiyet olmak” da kendi toplumsal cinsiyetini etiketleme edimi olarak dikkate değerdir (örn. “Ben bir kadınım”, “Ben bir erkeğim”, gibi). “Cinsiyet olma” ile “cinsiyet yapma”yı bir arada ve etkileşim içinde ele alan çok boyutlu analitik modeller, 21. yüzyılın eleştirel cinsiyet çalışmalarında yeni, ilginç entelektüel ufuklar sunuyor. Şuraya da konuyla ilgili okur için bir makale bırakalım.

Burada içinde bulunduğumuz popülizm ve hakikat-sonrası çağında giderek yaygınlaşan “hatalı denklik” (false equivalence) uygulamasına karşı okuru uyarmak istiyorum. Hatalı denklik, somut kanıtlara sahip argümanlarla yanlış, varsayımlar üzerine kurulu, adil olmayan argümanlara eşit yer veren kusurlu bir mantık yürütme şeklidir.

Örneğin, sosyal politikalar geliştirme sürecinde liderler homofobik değerlerle LGBTQ+ haklarına eşdeğer gibi davranıp, bunların ortalamasını alamazlar. LGBTQ+ hakları, bir kez daha belirtelim, insan haklarıdır. Bunu özellikle belirtiyorum, çünkü sosyal politikalarda adaletsiz, manipülatif ve anti-demokratik söylemlerle homofobiyi meşrulaştırmak için hatalı denkliğe başvuruluyor. Bu kabul edilemez bir şeydir.

LGBTQ+ bireylerin ne başkalarının acımasına, ne de başkalarının iyi hissetmesi için araçsal hikayeler olmaya ihtiyacı var. LGBTQ+ bireylere gerekli olan şey, diğer pek çok şeyin yanında, onurlu bir yaşam sürebilmek, özerklik, kendi hayatı hakkında karar verebilmek, anayasa tarafından eşit haklarla güvence altına alınmak ve ikili tanımlara sıkışmadan, yetişkinler olarak istedikleri partneri karşılıklı rıza dahilinde seçebilmektir.

Hayat aşk ve demokrasiyle güzel, ikili cinsiyet kimliklerinin ötesinde düşünebilmeye başladığımızda daha da güzel olacak.

*Bu yazının orijinali Duvar English’te yayımlandı. Gürçim Yılmaz Türkçeye çevirdi.

**Sistem bilimci tıp doktoru; bilginin demokratikleşmesi hakkında bağımsız düşünür-yazar.

Referanslar

1- Lisa M. Diamond (2008). Female bisexuality from adolescence to adulthood: Results from a 10-year longitudinal study. Developmental Psychology 44(1), 5–14.
2- Gaby Hinsliff (2019) The pansexual revolution: how sexual fluidity became mainstream. The Guardian, February 14.
3- Susan Pell (2002) Inescapable Essentialism: Bisexually-Identified Women's Strategies in the Late 80s and Early 90s. Third Space. A Journal of Feminist Theory & Culture 2(1) November issue.
4- Shoshana Rosenberg (2018) Coming In: Queer Narratives of Sexual Self-Discovery. Journal of Homosexuality 65(13), 1788-1816.