Paulo Coelho, “Başkalarına ‘evet’ derken, kendinize ‘hayır’ demediğinizden emin olun.” demiş. Anneannem, “Hepsi hepsi, bir Pepsi!” derdi. Bütün ergenliğim, bu cümleyi duyarak geçti. Anneannemin bana “hayır” demeyi öğretme yolu da buydu.
İçinde, dünyanın bütün yazılı olmayan kanunlarını, bütün korkularını, çaresizliğini ve kabullenmişliğini barındıran cümle: Hepsi hepsi, bir Pepsi.
Evin çeşitli noktalarında karşılaştığımız an başlayan "Kendini koruma ve her ortamda erkek milletinden korunma seminerleri”nin bitiş cümlesiydi. Bu seminerlerin günü ve saati yoktu. Kahvaltı yaparken, diş fırçalarken, ergenliğin gerektirdiği tüm şekillerde (dertli, mutsuz, çok öfkeli, aşırı kızgın olarak) odamın duvarına bakarken, anneannem salına salına sinsice yanıma süzülür ve başlardı:
"Bana bak! Sen şimdi herkesi kendin gibi zannediyorsun ama öyle değil. Diskolara gidiyorsun, biliyorum. Birisi sana Pepsi ikram ederse, içmeyeceksin! O Pepsi’nin içine ilaç koyarlar, haberin olsun. Bak sonra hayatın biter sonra. Her şeye ‘hayır’ diyeceksin. Hepsi hepsi, bir Pepsi yani."
Tamam. Bir gün karşıma Pepsi’li biri çıksa, hemen “hayır” diyecektim. Çok kolaydı. Abartılacak ne vardı? Gerçek hayatta (Pepsi ikramları dışındaki konularda) “hayır” demenin ne kadar zor olacağından da hiç haberim olmadığı için çok rahattım. Zamanla “evet”i de “hayır”ı da çok güzel öğrendim.
“Evet” demek büyük rahatlık. Birileri hayatınızı yönetiyor; sizin adınıza karar veriyor. Siz karar vermek için hiç uğraşmıyorsunuz. Düşünmek yok, yorulmak yok. Oh! Yapmanız gereken tek şey, o karara uymak. Tabii, bazen verilen o karar, sizin için pek iyi olmayabilir. Başkasının mutluluğu için, sizin mutluluklar yok sayılabilir. İstemediğiniz şeyleri yapmak zorunda da kalabilirsiniz ama her sefanın bir cefası var. O kadarcık olur yani.
“Hayır” diyebilmek ise, hiçbir yaşta kolay değil. Ucunda yalnız kalma, dışlanma, aşağılanma, sevilmeme, beğenilmeme, takdir edilmeme, unutulma, vazgeçilme, reddedilme, suçlu hissetme, suçlu hissettirilme gibi hiç hoş olmayan durumlar var mesela.
“Hayır” diyebilmek, doğuştan gelen bir meziyet de değil. Zorluk derecesi gittikçe artan bir sürü aşaması var. Bütün bu aşamaları, başarıyla aştıktan sonra öğreniliyor.
Çocukken, anne babanızın hayalindeki evlat olmuyorsunuz. İnatçı, huysuz, “Aman bu da her şeye muhalefet!”, “Ay bu çocuk kime çekmiş bilmiyoruz!” bir evlat oluyorsunuz. Ergenlikte, sizden memnun olmayan anne babaya, bir de bazı çok bilen “yönlendirici” arkadaşlar ekleniyor. Gençlikte, bu arkadaşların sayısı biraz daha artıyor. İşe başladığınız ilk yıllarda, hâlâ “Hayır” demeye devam edebiliyorsanız, isminizi “Yani, takım çalışmasına pek uygun değil.” olarak değiştiriyorlar. Daha önemlisi, öğle yemeği için yandaki pideciye giderken, sizi çağırmıyorlar.
Ama gidin bir “İş Hayatında İnanılmaz Liderlikler” tarzında havalı isimli bir seminere, ilk konu başlığı “Hayır Deme Sanatı”dır. Kitapçıya gidin. “Kişisel Gelişim” kitaplarından birini, rastgele alın elinize. İçinde “Hayır demeyi bilin, mutluluk şelalesinde yüzün!” gibi bölümler yoksa, paranız iade.
Peki nasıl oluyor bu?
Genellikle “pideciye çağrılmama” aşamasından sonra, hâlâ hayattaysanız, size olan bakışlar değişiyor. Bir gün, biri arkanızdan “Valla çok karakterli bir insan. Duruşunu çok beğeniyorum!” cümlesini patlattığı an, “Yani, takım çalışmasına pek uygun değil.” olan isminiz, “Kesinlikle liderlik vasıfları olan yönetici adayı.” oluyor. Hayırlı olsun.
Sonra gelsin pideciye çağırmalar, gitsin “akşam çıkışta” buluşmaları. Etrafınız, sevgilisiyle sorun yaşayan, işe olan inancını kaybeden, motivasyon arayan, “Senle bi’ kahve içsek mi ya?” diyenlerle doluyor. Aniden, sessizliğin sesi, yolunu kaybedenlerin el feneri oluyorsunuz.
İşin ilginç yanı, bütün bu aşamalarda, (gerektiğinde “Hayır” demek dışında) hiçbir şey yapmamış oluyorsunuz. Kazandığınız başarı, tam olarak sizin değil aslında. “Hayır”ların.
Şimdi de gözlerinizi kapatın “hayır” diyemediğiniz için, dediğiniz “evet”leri düşünün...
İstemeden gittiğiniz yerleri, öptüğünüz elleri, yediğiniz korkunç yemekleri, izlediğiniz o sıkıcı filmleri, aldığınız hediyeleri, verdiğiniz borçları, geri alamadığınız paraları düşünün. Birileri işini yapmadığı için, onun yerine sabahladığınız geceleri. Yapmak istemediğiniz konuşmaları nasıl yaptığınızı, görmek istemediğiniz insanları kaç saat gördüğünüzü düşünün.
“Hayır” diyemediğiniz için, taşıyamayacağınız bir sürü gereksiz yükü nasıl sırtladığınız, çözemeyeceğiniz bir sürü problemle nasıl başbaşa kaldığınız da gelsin aklınıza.
Her “evet”in kişiliğinizden bir parçayı alıp götürdüğünü iyice anlayın. Böylece, yakında sizden geriye hiçbir şey kalmadığında, şaşırmazsınız. “Az önce buralardaydım. Ben niye yok oldum?” diye dizlerinizi döve döve ağlamazsınız.