Ne yapacağına bir türlü karar verememek. Kafa karışıklıklarıyla, öncelik sorunlarıyla boğuşmaktan yorulmak. Sürekli karar verme zahmetinden kaçmak istemek. Biraz belirsizliğe izin vermek ve akışına bırakmak. Netleşip seçenek azaltmak yerine, gri alanlardaki ihtimal bolluğu avuntusuna sığınmak. Bunların hepsi çok insani, çok anlaşılır şeyler. Bunu yapan muhataplarından rahatsızlık duymak, karşısındakinden netlik beklemek; seçeneklerin berraklaşmasını, belirsizliklerin çok uzamamasını istemek de öyle.
Türkiye’de çok uzun bir süredir, “kutuplaştırma” üst başlığında toplanan genel bir kabul var: İçine dönen, birbiriyle teması giderek zayıflayan, kapalı kimlik alanları politik zemini belirliyor. Blokların içindeki alt grupların bile birbirlerine çok sert tepkiler geliştirebildikleri, yüz yüze bakmayı imkansız hale getirecek suçlamaların rahatça yapılabildiği görülüyor. Karşı olunan kesimler konusunda aşılmaz duvarlar oluşuyor ama bir yandan da şaşırtıcı ittifaklar gündeme geliyor. Peki bu durum, politik tavırların fazla katılaşmasından mı oluyor; Yoksa, katı sanılan şeylerin buharlaşarak yarattığı yapış yapış atmosferden mi? Kutuplaştırmaya destek veren amorf kitleler, politik tavırları da amorf hale getiriyor olabilir mi?
En çarpıcı karışıklıklar dış politika meselelerinde ortaya çıkıyor. Bu alanın en verimli başlıkları da, “Batı ile ilişkiler” ve Kürt meselesiyle bağı dolayısıyla Suriye tartışmalarında görülüyor. Özellikle Suriye meselesinde dengelerin, dengelerin olmasa bile iddiaların günlük olarak değişmesi; sadece Türkiye’nin değil, diğer muhatapların akıl almaz manevralar yapabilmeleri, tabloyu karmakarışık etmeye yetiyor. Mesela bilindiği gibi, Trump’ın yaptığı ekonomi imalı tehdit, muhalefet tarafından bile “küstahça” bulunurken, Erdoğan açıklamayı sadece “kırıcı” olarak yorumladı ve aslında pek de üstünde durmadı. İlk anda küçük bir hareket olmasına rağmen bu konuda hayli duyarlı olan piyasalar da Erdoğan ile benzer tepki verdi. İktidar seçmeni içindeki kontrolsüz görülen milliyetçi hezeyan da hiç kendisini göstermedi. Oysa, bu açıklamanın sorasında yapılan telefon konuşmasıyla ilgili bilgiler gerilim beklentilerini yatıştırsa da, ortaya atılan güvenli (tampon) bölge meselesi tam bir belirsizlik içeriyordu.
Hadise alandaki belirsizlikleri büyütmesinin yanında, iktidar cephesi içindeki farkları veya ayrı pozisyon alışları da ortaya çıkardı. Erdoğan TOKİ eliyle güvenli bölge inşasından bahsederken, Bahçeli bu seçeneğe külliyen sırt dönülmesi -hatta ABD ve NATO ile ilişkileri yeniden ele almak- gerektiğini söyledi. Bunu derinleşecek bir çatlağın işareti sayanlar, AKP’nin ekonomik kriz dolayısıyla -seçim sonrası IMF olasılığından da bahsederek- ABD’ye ihtiyacının büyüdüğüne, MHP’nin temsil ettiği iktidar kliğinin de kontrollü direnç gösterdiğine dikkat çektiler. Bunu kurnazca bir iş bölümü olarak yorumlayanlar ise AKP’nin Kürtlere “bir şeyler olabilir” umudunu pazarlarken, MHP’nin de milliyetçi reaksiyonu blok içinde tutma görevini üstlendiği değerlendirmesini yaptılar. Belirsizlik, hemen hiç risk ve görünen rahatsızlık yaratmadığı gibi, geri dönme lüksü de veren imkanlar sunduğu için, bu olasılıkların hepsi aynı anda gerçek olabilir. Benzer türden savrulmalar muhalefet aktörleri için de fazlasıyla geçerli.
İktidara yakın veya mesafeli ana akım yorumcuların çok iddialı biçimde söyledikleri, “ekonomi belirsizlik kaldırmaz" lafının da herhangi bir karşılığı olmadığını, hadi biraz daha yumuşatalım, çok kesin bir kural olarak işlemediğini görüyoruz. İddia edildiği gibi para sahiplerinin otoriterlerden hoşlanmadığı, onlarla sorunu olduğu önermesinin, ne dünyada ne de Türkiye’de pek doğrulanmaması gibi, belirsizliğin de söylendiği kadar sarsıcı reaksiyonlar yaratmadığına tanık oluyoruz. Krizle ilgili açıklanan programa ve uygulayacak bakana güvenlerini sunan ekonomi elitleri de, dış ekonomik merkezler de epey kırılganlaşmış banka sistemine yeni borçlar yüklenmesine, seçim ekonomisi uygulamalarına ve son derece verimsiz alanlarda yoğunlaşan “kurtarma” operasyonlarına sessiz kalmaya devam ediyor. Ethem Sancak’ın kayırma ve ahbap çavuş ekonomisinin işleyişine dair çarpıcı açıklamaları da, “güven verme” lafından ne anlaşıldığını ve nasıl hâlâ yürürlükte olduğunu gösteriyor. Ekonomideki engellenemez rasyonellik iddiaları, rasyonelliğin tarifiyle birlikte fena halde gevşiyor.
Siyasi alan ise çok daha uzun bir süredir toz duman. Ayrıca, dış politikada olduğu gibi iç siyasette de, muhalefet aktörlerinin önemli bir bölümü belirsizlik, karışıklık ve hatta absürtlük sınırını sürekli geliştirme azmine katılmış görünüyor: Belediye başkanlığını açıklayıp istifa etmeyen meclis başkanını Barolar Birliği’ne havale eden ana muhalefet lideri; seçimin bir siyasi faaliyet olmadığını söyleyen Meclis Başkanı; haksız biçimde hapiste tutulan ve açlık grevinde kritik eşiği geçmiş üyesi konusunda -kendi partisi dahil- topluca ölü taklidi yapan meclis; ortaya çıktıkça kimsenin rahatlamadığı, neredeyse eğlenceli acayiplikler şeklinde gündem olan seçmen usulsüzlükleri. Yerelden genele siyasi alandaki belirsizlikler, saçmalıklar listesi o kadar uzun ki, örnek bulmakta değil, seçme yapmakta zorlanılıyor. Seçmen dahil kimsenin netleşme gibi bir derdi yok. İktidar da muhalefet de, net bir hedef tarif etmek, belirgin bir pozisyon almak yerine, taraftarlarına gözlerini kapatıp şimdilik yapmaları gerekenlerden bahsediyor. En kızgın seçmen, en sert eylemi küsmek olarak tarif ediyor. İktidar döneminde yapılanlardan şikayet edebilen lider, durumunun kötüleşmesine daha yüksek bir sadakatle cevap veren seçmenle buluşuyor.
Siyasal ve hatta toplumsal alanın katılaşması (iddialarına) karşılık/koşut, politik pozisyonunu netleştiren aktörler ve kesimler pek görülmüyor; Veya katılaşma kimlik alanlarının sınırlarını kalınca çizse de pozisyon netleşmesine dönüşmüyor. Birbirlerine karşı çok sertleşen politik hatlar, somut meseleler karşısında fazlasıyla gevşiyor, birbirine karışıyor, belirsizleşiyor. “Şu politik çizgi, şu konuda kesinlikle böyle davranır, onun destekçileri de aksi bir durumda çok sert reaksiyon verir” denilebilecek örnekler ortaya çıkmıyor, gelişmeler bu yoldaki iddiaları doğrulamıyor, kolayca aksi örnekler bulunabiliyor. Belki şöyle özetleyebiliriz, birbirlerinden hoşlanmadıkları konusunda kuşkusu olmayanlar, bu zıtlıkların kaynağı olan tercihler konusunda hiç de emin değiller. Mesela, ABD’nin düşman olduğu gibi bir fikrin dönemsel, hatta günlük olarak tamamen farklı kesimlerdeki ağırlık oranları değişim gösterebiliyor. Hayat tarzı tartışmasındaki Batı şeytanlaştırması, ulusal çıkar bahsinde bambaşka bir muhteva kazanabiliyor. Yine Suriyeliler konusu da fazlasıyla böyle. Ekonomik tercihler veya “kaymak tabaka” tartışmalarında da benzer sonuçları görmek mümkün. Üstelik bu belirsizlik sadece siyasi aktörlerle sınırlı gibi durmuyor, çeşitli çizgilerin destekçileri açısından da durum böyle. Kendisini belirsizliğin rehavetine bırakmış olanlar kimseyi netliğe çağıramıyor, zaten bunun da pek isteklisi olmuyor.