“Sen de benim gibi üzgün müsün?” (“Bist du traurig, so wie
ich?”) – Armee der Tristen (“Üzgünler Ordusu”) –
Rammstein, Zeit albümü (2022)
Yukarıdaki bu sözler, Rammstein grubunun vurucu onlarca, belki
yüzlerce söz dizisinden sadece biri. Dinlerken anında mızrak gibi
saplanan bir etkisi var. Beni ilk duyduğumda yakaladı. Belki
duyduğum andaki psikolojimden kaynaklıdır, ülkemizde bazı işleri
yapmanın ve yaparken kendini korumanın ne kadar zor olduğunu
düşünüyordum sanırım. Tutkusuyla iş yapan herkesin başına gelir,
kalp kırılırsa, kişi tutkusuna yabancılaşır. Tutku işlerinin
çoğunda da o kalp er ya da geç kırılır. Zira tutku bir nevi aşktır
ve aşk kırılgandır. Hiç kırılmadan, dökülmeden tutku işini yapmaya
devam edenler birer Übermensch (“üstün insan”) veya sahte
peygamber olabilir; ki onlardan bolca var topraklarımızda. Ve bence
üzgünüz. Teker teker ve hep beraber, topraklarımızda üzgünüz.
Kandırılıyoruz, ama bildiğimiz şekilde değil. Kırgınız.
Kırılıyoruz, söylendiği gibi değil; kırığız.
Rammstein, isminden başlayarak
senelerdir müzikseverleri, akademisyenleri ve kültür-sanat üzerine
düşünen yazar-çizerleri eşdeğer ölçüde meşgul etmiş bir grup.
Dikkate alınmayarak, yok sayılarak geçiştirilecek boyutu çoktan
aşmış bir müzik ve gösteri fenomeni. Müzik, çünkü sayısız albümle
liste başarıları ve onlarca hit şarkı. Gösteri, çünkü bir Rammstein
konseri başka hiçbir şeye benzemeyecek kadar görkemli bir temaşa.
İsmini, Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası Kaiserslautern
kasabası yakınlarında konuşlandırdığı ve 1953’ten beri halen
kullanımda olan Ramstein Hava Üssü’nden alıyor. 28 Ağustos 1988’de
bu üsteki gösteri uçuşları esnasında meydana gelen ve 70 kişinin
ölümüyle sonuçlanan kazanın da grubun ismini seçmesinde etken
olduğu söyleniyor. Eklenen ikinci “m” harfiyse Almanca’daki
“rammen” fiilinden, yani “bir şeyi bir şeye vurma, vurarak yıkma
eylemi”ne bir gönderme. Sonundaki “Stein” yani “Taş” da eklenince
hem fonetik anlamda kuvvetli, hem de grubun müzikal anlatısını ve
tınısını kusursuz tanımlayan bir isim ortaya çıkıyor.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından
kısa süre önce, yaşadığı Doğu Berlin’den Batı’ya hayatını tehlikeye
atarak kaçan Richard Kruspe tarafından kurulan grup, onun bir araya
getirdiği 6 üyesiyle ilk günden itibaren devam ediyor ve bu onlara
dair çok şey anlatıyor. Hepsi Doğu Alman olan bu birbirinden farklı
ama bir aradayken tornadan çıkmış harika bir takım hissi veren bu
adamlar, Doğu Almanya’da yaşadıkları tekdüzeliği ve yoksunlukları
anlattıkları 2015 tarihli belgeselde aynı zamanda müzik yapmanın
nasıl neredeyse yasak ve imkânsız olduğundan bahsediyor. Zira
ülkede işsiz olmak yasak; ne yaparsa yapsın herkesin bir işi olmak
zorunda. Dolayısıyla amatör olarak müzik yapılamıyor. Hikâyenin
benim gözümdeki çileğiyse, Kruspe’nin grubun en karizmatik ve
bilinen üyesi, aynı zamanda solisti olan, 80’lerin sonunda
sepetçilik yapan Till Lindemann’ın sepet örerken şarkı söylemesini
duyup Rammstein’a davet etmesi. O dönemde müzisyenlikle ilişkisi
First Arsch adlı bir grupta davul çalmaktan ibaret Lindemann’ın bu
teklifi kabul etmesi, Almanca gibi popüler müzik için zor ve
alışılmadık bir lisanı muazzam şekilde kullanan bu grubu hayatımıza
sokan başlıca olay belki de.
Ben grubu sanırım ilk defa 1997’de, Lost Highway
filminin eksantrik yönetmeni David Lynch’in filmde kullandığı iki
Rammstein şarkısıyla duymuştum. Sonra yıllarca pek ilgilenmedim,
ama o zamanlarını, Almanya’da doğmuş ve büyümüş, o yıllarda orada
olan, The Ringo Jets grubunun üyelerinden, çalışma arkadaşım Tarkan
Mertoğlu’na sordum. Şunları söyledi:
“Rammstein’ı ilk defa Almanya’da yayımlanan Visions
adlı dergiyle birlikte verilen bir promo kasette duymuştum. İlk
şarkı Rammstein (YN: Lost Highway’deki 2 şarkıdan
biri) mükerrer metal riffiyle dikkatimi çekti. Die Krupps ‘un
müziğini ve Prong’un Cleansing albümün çağrıştırdı. Daha
sonraki Du Riechst So Gut şarkısının kapağındaki
homo-erotik durum da dikkat çekiciydi. Almanya’da ilk çıkışlarında
pek anlaşılmadılar ve çok sevilmediler. Kulturfabrik adlı mekânda
80-90 kişiye çaldıkları konserde ilk defa canlı seyrettim. Laibach,
Kraftwerk gibi gruplardan etkilendikleri belliydi. Yaptıkları çok
yeni bir müzik değil ama çok istikrarlı, başarılı ve takdir ettiğim
bir grup.”
Belgeselci yaklaşımdan biraz uzaklaşıp Rammstein’in kişisel ve
duygusal karşılığına geçelim, ki bu karşılıklar, bu grubu çok özel
kılan büyünün yansımaları. Grubun toplumsal, siyasî, sosyolojik ve
psikolojik okumaları çok güçlü. Sözünü hiç sakınmadan, örtmeden,
dinleyiciyi entelektüel olimpiyatlara zorlamadan çatır çatır
söylüyor. Bunu son derece stilize ve kitlesel cazibeye sahip
şekilde yapıyor ve insana ait hemen her duyguyla oynuyor. Melodiler
basit ama yakalayıcı, ritimler militarist ama içkin, gitar
cümleleri köşeli ve sert, klavyeler oyunlu ve hayalperest,
nakaratlar çoğunlukla marşımsı, ama bazen coşkulu, çoğunlukla
hüzünlü. Hüznü, tam zıttı unsurları kullanarak ve bu kadar
yücelterek veren, romantik bir aşk mektubu gibi sevdirebilen az
grup vardır herhalde. Şarkılar, onlara özgün tınılarını veren
prodüksiyon unsurlarından ve seslerden arınıp iskeletine
indirgendiğinde çoğu birer Eurovision veya ergen pop şarkısı olacak
kadar basit ve pragmatik anlamda, ilkel. Kitlesel cazibe için
birincil formül. İnsanın şarkıları, hayatın müziği bu.
Ama bence ve bende bu grubu en
özel kılan şey şu: Rammstein acımasız, müsamahasız bir ayna. Kaçmak
istediğimiz tüm hayaletleri suratımıza çarpıyor. Karanlık gölgeleri
yerlerden ve duvarlardan alıp yüzümüze vuruyor; bu yüzden aşkı ve
nefreti bir arada yaşatıyor. Halının altına süpürülen “günahlar”,
örtbas edilen “ayıplar”, yatak odası sırları, kişinin kendine
itiraf etmekten çekindiği, dolaplara tıkılmış iskeletler, toplumsal
tabular, evlerden ırak öcüler hep birlikte bu grubun şarkılarında,
sözlerinde, video kliplerinde ve sahne şovlarında bir araya gelip,
döne döne göğe doğru yükselip başımızdan aşağı boca ediliyor. Tıpkı
Lindemann’ın sahnede penis şeklinde dev bir topun üzerine binip
yüzlerce seyircinin başından aşağı dakikalarca beyaz köpükler
boşaltarak onları ihya ettiği gibi. Toplumların, dinlerin,
politikacıların, kapitalizmin ve onun beşiği Amerika’nın, güç
odaklarının, kısacası insanın ikiyüzlülüğünü görkemli sunumlarla
anlatırken, sisteme “sallarken” bunu sistemin ve statükonun içinde
yapıyor olmaları elbette çelişkili bir durum, ama aslında bunu da
kabullenecek kadar samimi, hakiki ve serinkanlılar. Almanlıktan,
hatta Doğu Almanlıktan gelen yapısal kişilik özelliklerinden olsa
gerek, verdikleri röportajları, söyledikleri şeyleri ve müziklerini
dinlerken kendinizi kandırılmış hissetmiyorsunuz. Her biri ayrı
ayrı doğru düzgün konuşan, kendisiyle barışık ve dalga geçebilen,
ama aynı zamanda işlerini son derece ciddiye alan ve saygı duyan
karakterler. Eşi benzeri zor görülür bir üretkenlik, istikrar,
motivasyon ve heyecan içinde yaratmaya devam ediyorlar.
Rammstein deyince akla ilk başta
video klipleri geliyor. Müzikle görüntüyü evlendirmek çok zor ve
hummalı bir iştir, hummanın ta kendisidir. Pahalıdır, zahmetlidir,
planlar ve demolarla sonuçlar pek örtüşmez. Başka bir anlatıcıya,
zihne ve göze emanet edilen şarkı bazen vezir, bazen rezil
olabilir. Rammstein, şarkılarını bir şekilde hemen her defasında
video klibiyle vezirleştirmiş bir grup. Her kliplerinde yılmadan,
bıkmadan, usanmadan, yepyeni kıyafetler, makyajlar ve karakterlere
bürünerek ama mutlaka 6’sı birden yer alıyorlar. Bu da bir gruba ve
anayasasına dair çok şey söylüyor. Bu şekilde, vezirleştirdikleri
kliplerinin de her zaman efendisi, yani işin başındaki patronlar
oluyorlar. 10 senelik bir sessizliğin ardından 2019’da pat diye
çıkardıkları, çıktığı gün müzik dünyasının gündemine bomba gibi
düşen, Almanya’nın tarihini olağanüstü bir yaratıcılık ve
prodüksiyonla betimleyen Deutschland klibi, grubun video arşivine dalmak
için iyi bir başlangıç olabilir. Eğer hiç Rammstein klibi
izlemediyseniz epey şanslısınız, sizi harika bir görsel-işitsel
şölen bekliyor. Ama ülkemizde basın bültenlerine sıkıştırılıp içi
boş, sası ve zevksiz sahneleri tarif etmek için kullanılan şekliyle
değil; dolandırmayan, gerçek bir şölen.
Sözlerdeki Almancayı kullanırken
genellikle basit ve dünyada karşılığı olan kelimelerin seçildiği,
sert sessizlerin üzerine basa basa seslendirildiği, görsel
estetiğinde ideolojik ve kültürel birçok koddan ödünç alınarak
bunların işlere yansıtılmaları sonucu sıkça Nazizm, ırkçılık,
faşizm vb. kavramları övmekle itham edilen, bu ithamları defalarca
reddederek tam zıttı bakış açılarını anlatsalar da bir kesime bir
türlü kendilerini anlatamayan bir grup Rammstein. Buna rağmen,
aslında iki şey bir arada oluyor ve sorun, sorun olmadan çözülüyor:
Sevmediği, hatta nefret ettiği bir şeyi o şeyin kültürel
kodlarından, görsel imgelerinden ve konvansiyonel anlatılarından
ödünç alarak eleştirmek bir kulvarda yürürken, yan kulvarda da
herkesin içindeki irili ufaklı faşistlere hitap ederek belki de
kimsenin masum ve lekesiz olmadığı anlatılıyor ve şarkılarına,
videolarına konu olan doğum-ölüm, (ultra-)vahşet, cinsellik,
pornografi, BDSM, savaş, yıkım, para, güç, sömürü, efendi, köle,
fail, mağdur vb. temaların hepsinde herkes bir şeyler buluyor. Bu
şekilde, grupla ve müziğiyle kurulan ilişkinin sübliminal boyutu da
canlanıyor. Grupsa hem insanların içinde hem de dışarıda büyüdükçe
büyüyor. Kullanılan ögeler ve tarz, bazılarınca şok etkisi ve
sansasyonelizm üzerinden kitlelere oynamak şeklinde
değersizleştirilmeye çalışılsa da ben bu ifade biçimini tam tersine
ultra-dürüstlük olarak tanımlıyorum.
Rammstein, öncelikle bir heavy-metal grubu. Bu çerçeve altında
endüstriyel metal janrının “Neue Deutsche Härte” akımını
şekillendiren başat isim. Endüstriyel müziğin atalarından Killing
Joke ve Ministry gibi gruplardan etkilendikleri aşikâr. Metalin
kendine has kültürüne ve tavizsiz düsturuna yakın ve yatkın
adamlar. Çekirdekten geliyorlar, gökten inmediler. Eşine, benzerine
rastlanmayacak sahne performansına ve iş ahlakına sahipler.
Bunlarla ilgili grubu sevdiğini bildiğim müzik yazarı dostum Barış
Akpolat’a fikrini sormak istedim, şunları söyledi:
“Endüstriyel metali hem de Almanca gibi zor ve müzikte
alışılagelmişin çok dışında bir dille ana akıma dönüştürmeleri beni
her zaman büyülemiştir. Endüstriyel metalin tüm öğelerini
buluşturdukları albümleri arka arkaya ara vermeden dinlediğimde
şunu farketmiştim: Bu grup gerçek anlamda gelişimi simgeliyor bu
yüzden progresif bir müzik yapıyor. Kimseyi umursamadıkları, tabu
yıkan klip, söz ve duruşları ise alkışı hak ediyor. Sonisphere 2010
festivalinde grubu İstanbul’da izlediğimde neye uğradığımı
şaşırdığımı çok iyi hatırlıyorum.”
Bu görüşlerine katılıyor, festivaldeki hissiyatını da aynen
paylaşıyorum. O festivalin Türkiye’deki organizatörü Siyabend
Suvari de benimle şunları paylaştı:
“Rammstein ismine ve cismine uygun gizemli havası olan bir grup.
Doğu Alman ruhunu ekiplerinde ve çalışma disiplinlerinde hissetmek
mümkün. Standartlarını yakalayabilmek için kendi ses firmalarını
kurmaları işlerindeki ciddiyetlerini ve tavırlarını çok iyi
gösteriyor. Benzer vizyona ve standartlara ulaşabilen partnerlerle
devam ediyorlar. 100 TIR yerine 10 TIR malzemeyle dolaşıp
maliyetlerini düşürmeyi seçebilirlerdi, ama o zaman Rammstein
olamazlardı belki de. Müzik piyasasında pek bulunmayan 'sadakat'
müessesesini benimsemiş ender gruplardan.”
Rammstein için daha çok fazla şey
yazılabilir, söylenebilir. Bir yazıda ele almak için fazla büyük ve
ağır bu “yıkım taşı”. Yıktıkları her şeyi büyüterek onlarla
birlikte büyümeyi başaran bir müessese Rammstein. Sadece sözleri
veya video klipleri üzerine üniversitelerde dersler açılabilir.
Sahne prodüksiyonlarında, turne ekiplerinde staj veya asistanlık
yapacak gençler ileride bu işlerin piri olacakları altyapıyı
kazanabilir. Çok sayıda içki masasında grubun ideolojik duruşu,
müzikal yetkinliği, sahne çılgınlıkları sabahlara kadar
tartışılabilir, muhtemelen Du Hast, Keine Lust, Deutschland,
Amerika, Links…2 3 4 gibi şarkılar eşliğinde kavga dövüş
birbirine girilir, ardından Rosenrot, Haifisch, Reise Reise,
Sonne, Zeit gibi şarkılarla da gözyaşları içinde birbirine
sarılınır. Tüm bunlar olurken Till Lindemann, Paul Landers,
Christoph Schneider, Christian ‘Flake’ Lorenz, Richard Kruspe,
Oliver Riedel adlı altı yoldaş ya kollarını kavuşturup gülümseyerek
bakarlar ya da bir yerlerde aynı anda sahneleri ve yürekleri
yakarlar. Hassasiyetlerimizi deşe deşe bizi bize anlatırken, kendi
kafamıza ördüğümüz çorapların, ruhlarımızı mahkûm ettiğimiz
hapishanelerin, en sertini kendimize layık gördüğümüz
(ön)yargıların ve cezaların hayatlarımızı nasıl mahvettiğini
gösterirler. Ne de olsa, herkesin faşizmi kendine. Rammstein sihri
milyonlar tarafından paylaşılan bir mucize ve iyi ki var.