Çökmekte olan sömürgeci Batı medeniyetinin ırkçı polisi zavallı siyahı sokak ortasında katlettiği için pek öfkelisin. Burnundan soluduğunu masamın başından hissedilebiliyorum. Ezcümle sosyal medya platformlarının kapıları pencereleri karşılıklı açık kalmış gibi cereyan yapıyor. Cereyan millî takıntımızdır, üşütmesek bile psikolojimiz bozulabilir. Göğsünden gelen hırıltı da duyuluyor. Öfke bedenini sarmış. Çok haklısın. Sömürgeci Batı medeniyetinin üniformalı beyaz faşisti George Floyd’u göz göre göre boğup öldürdü.
Beyazlığı, faşistliği sıkıntı olmazdı da, Batı medeniyetinden, alçak herif. Senin mevzular bunlar. Siyahlar konusundaki hassasiyetini de ezelden biliriz. Tarih palavrası gazlama işinden bugüne kadar epey yolunu bulmuş birileri dün mesajlar paylaştılar: “biz siyahları haremde ağa yapardık, onlar sokakta öldürüyor” yollu. Yaslanacağın tene sürtünmesinler diye taşaklarını burdurup zararsız hale getirdikten sonra onları giydirip kuşatıp hizmetine koşmuş olman ne muhteşem! Sömürgeci Batı medeniyetinin zavallı Afrikalılara revâ gördüğü muameleyle kıyasladığında. Bunu övünülecek şey sayman normal, çünkü şuur nâmına elinde avucunda ne varsa onu da düşürüp yitirdin şu son senelerde, izanın ve vicdanınla birlikte. Yere saçıldılar; o kadar ufaklar ki, bulamıyorsun.
Sinir krizi geçirip, üstündekini fora ederek onlarca polisin arasında koşmaya başlayan oğlanı vurup indiren, sömürgeci Batı’nın polisi değildi; neden kızasın ki ona? Zaten vurduğu Kürt’tü. Polise kızıp terörist mi olacaktın? Tuhaf ama, Batı medeniyetinde kızılır. Siyahlar, bak, nasıl kızdılar, gidip polis merkezini yaktılar. Sevindin değil mi? Devlet kutsal, ama yalnız bizde. Sevinmek güzel şey. Yakmak değil. Yanmak da değil. O güzelim kızcağız evindeydi, polisin biri onu cansız yere serdiğinde. Üstü çıplak koşan oğlandan bile daha zararsız görünüyordu. Mecburen terörist artık. Polis söyledi nitekim. Polis söylediyse kızılmaz. O öldürdüyse de kızılmaz. Anası yanar, babası yanar, kardeşi yanar, arkadaşı yanar. Onlar da Alevi zaten. Cenazeye geldiği cemevi avlusunda dışarıdan vurulabilenlerden. Eskişehir’de oğlanı esnafla beraber döve döve öldürdüler. Kızdın mı? Yok. Niye? Çibörek sevmiyorsun, ondan? Yok. Gezi Reis’e karşıydı. Veya esnaf zaten sendin.
Ayıptır sorması, Minneapolisli siyah George Floyd, senin nereden kankan oluyor? Neden ipliyorsun onu? Rakibin açığını yakaladın, puan mı kazanacaksın? Sen ya medeniyetini “ben kölemi el üstünde tutardım” diye savunmaya cüret edebilen densizin teki ya da “bizde köle yoktu” diyerek kendini gülünç hale düşüren bir yalancısın, kime ne laf ediyorsun? Taptığın lider Batı medeniyetinin en Batı’sının başındaki alçakla el sıkışınca sevinçten çılgına dönüyordun daha dün, ee? Komünizmle Mücadele Derneklerinde, Milliyetçi Cephe’lerde elele verdiğin, sözcüsü olduğu darbenin suçlarından sıyırmaya çalıştığın, düzenlediği ve katıldığı cinayet ve katliamlarını sinsice onayladığın veya en fazla görmezden geldiğin para-militer teşkilat ve lideri hem Batılı hem de yerli-millî en karanlık odakların en kanlı planlarının icracısıydı; hiç gocundun mu? İş tutuyorsun onlarla? Ufacık çocuğu öldüren polise övgüler düzüyorsun senelerdir? Annesini yuhaladın, utanmadın? Senin muktedir zulmünden tadacağın payla, ancak birilerini ezerek duyabildiğin tatminle filan alâkası olmayan, hiçbir şekilde dalgana taş atamayacak olan, ekmek derdindeki göçmen genç tak diye vuruldu öldürüldü, cinayeti savunmak, resmî katile laf ettirmemek için ânında harekete geçtin; nedir zorun? Sen, sırtına üniforma geçirmek, beline silahlar, yedek şarjörler, kelepçeler, telsizler dizmek ve kafanı bozanı rahatça indirebilmek istiyorsun aslında. Kanepeye uzansan dile getirebileceğin, bunun gibi zulmetme, hükmetme arzularından ibaret. Sana ne George Floyd’dan? Kızılderililer, siyahlar falan, bunlar sana gelmez. Bunları kurcalarsan kimlik bunalımın hepten içinden çıkılmaz hale gelir. Hoş, zaten nasıl çıkabileceğini kimse kestiremiyor. Çünkü anca cesetlerin üzerine basarak çıkabileceğini sanıyorsun, halbuki böylece daha derine batıyorsun.
Çıkış yolu bulmana belki şu yardımcı olabilir:
Yanlış yere bakıyorsun. İri kıyım George Floyd’u yere yatırmış, diziyle boynuna basan, eli cebinde, evet, cebinde!, bir insanı bu şekilde işkence ederek öldürürken en ufak rahatsızlık duymadığı belli olan, aksine, hep aradığı fırsatı bulmuş birine özgü memnuniyeti derisinin bütün gözeneklerinden havaya saçan, öyle ki, o saçılanların pis kokusunu dijital fotoğraftan bile alabildiğimiz o faşist var ya, evet, o ırkçı katil, fotoğrafta özdeşleşeceğin kişi odur, yerdeki zavallı adam değil! Sen Soma’da polisin yere yatırmış olduğu protestocuyu tekmeleyen kirli ruhlu genç adamın, yine yere serilmiş delikanlıyı üç-beş kişi tekmeleyerek öldüren gözü dönmüş katillerin kankasısın. Hakikatle ilişkini öylesine yitirdin ki, baktığın fotoğrafta ruh ikizini nerede arayacağını kestiremiyorsun. Sen yerdeki kurban değilsin, onu boğan muktedir tetikçisisin. Sana ne George Floyd’dan! Sakın Malcolm X filan deme, Malcolm X burada olsa lince gitmiştiniz evine. Şu anda yirmi sekiz ayrı suçtan yargılanıyordu. Evinden bin kilometre ötedeki cezaevine konmuş, ardarda açılan davalarla hapiste çürümesi için çalışılıyor, arada bırakılırmış gibi yapılıp tekrar içeri atılıyor, manevî işkence ediliyordu. Tabiî şu ana kadar çoktan sokak ortasında öldürülmediyse, katilinin bayrak önünde fotoğrafı devlet görevlilerince çekilmedi ve dağıtılmadıysa, sen de alkışlamadıysan.
* * *
Biz hep yalan ve riya içinde yaşadık. Bizi bunlar şekillendirdi. Düşüncede ve ahlâken dürüstlük bize uzak kavramlar. Fakat bugünkü yüzsüzlük, sağlıklı insanı iki günde ölümcül hasta edebilecek seviyede. AKP öncesinde rejim ayna imalatında ustaydı. Cumhuriyet, bakanın kendisini olduğundan farklı gördüğü Türk-işi aynayı imal etmeyi başarmıştı. Kendimizi aydınlanmış görünce sahiden aydınlanmamıza gerek kalmıyordu. Çeşitli badire ve dolambaçlardan sonra vardığımız hukuk-adalet dışı rejim, günün teknolojik imkânlarından yararlanarak, zemini, tavanı, dört duvarı, ihtiyaca göre manipüle edilebilen özel aynalarla donattı, bunlara halojen imajlar ekledi. Sonuç mükemmel, mahsûl bereketli. Üstelik temel değerler ve ahlâk konusunda hayranlık uyandırıcı bir süreklilik, istikrar da korunabildi. Biz, işimize gelmeyen insanlık değerlerinden muafız. İşimize geldiğindeyse bütün değerlerin en şahanesi bizdedir. Kahrolsun Minneapolis polisi! Zenciler rap yapmasın, camiye gitsin; bunu ayrıca işleyelim. Zenci değil de, neydi onlar?.. Gol kaçırırsa yamyam diyoruz hani...
* * *
Soluğumuzu tutmamıza yolaçan bir konuda iki söz söyleyerek bitirmek isterim. Bildiğiniz üzre, Hrant Dink Vakfı’na, orada çalışanlara, tanıyan herkesin gözbebeği Rakel’e ölüm tehdidi içeren e-posta gönderildi ve, ettikleri tek kelimeye güvenmemiz için sebep olmayan, ama böyle bir konuda dediklerine inanmaktan başka çaremiz de bulunmayan yetkililerin açıkladığına göre, gönderen yakalandı. Konya’da yakalandığı söyleniyor. Hem içişleri bakanı hem AKP sözcüsü, sözkonusu alçağın “provokatör”, eylemin de “provokasyon” olduğunu ilan ettiler. Sözcü, “Türkiye’ye sıkılan kurşundur” muhabbetine girmese belki azıcık yatışabilirdik.
Hrant tehdit edilirken, meşhur “güvercin tedirginliği” yazısını yazarken de benzer laflar edilirdi, öldürüldüğünde de “kurşun Türkiye’ye sıkıldı” edebiyatından geçilmedi. Kurşunun Türkiye’ye mürkiyeye değil, kime sıkıldığını hatırlamalıyız.
Hrant’ın katillerinin, bu ülkede iktidarı paylaşan kim varsa hepsinin katılımıyla nasıl korunup kollandığını bizzat yaşayarak görmesek buna belki inanabilirdik. İyi de gelirdi. Ancak soruşturma hem gereği gibi yapılmasın hem bir noktadan ileri gitmesin diye, askercisi, polisçisi, Amerikacısı Avrasyacısı, AKP’lisi Fethullahçısı, Teşkilatı Mahsusa’cısı bilmemnecisi nasıl elbirliğiyle uğraştılar, biliyoruz. (Adalet sürecinde kimin neye ne kadar sahip çıktığı, en sıkı muhalif pozlarındakilerin oportünistlikleri, umursamazlıkları ayrı mevzu, şimdi karıştırmayalım. Sırası gelecektir.) Katilin polisçe düzenlenip kamuoyuna servis edilen bayraklı videosunun, fotoğrafının nasıl sahiplenildiğini, beyaz beresinin nasıl simge haline getirilip Trabzonspor tribünlerine yayıldığını -ve bir 19 Ocak anmasında bizzat orada görevli bazı polislerce takıldığını- izledik. Hrant’ın zaten bizzat MGK buyruğuyla hedefe yerleştirildiğini, arkadaşımızın bizzat Yargıtay eliyle, tam aksini kastettiği sözleri yüzünden “Türk düşmanı” olarak damgalanıp açık hedef haline getirildiğini, MİT’in mahkemeye “bu cinayet konusunda elimizde bilgi yoktur” diye yazı gönderebildiğini umarım hatırlıyoruzdur.
Tek-adam partisi haline gelen AKP’nin tuttuğu rota nedeniyle neredeyse bütün demokrasi, hukuk, adalet meseleleri bu iktidarla başlamış gibi bir yalan revaçta. Çünkü böylelikle önceki dönemin cinayetleri, katliamları, zulümleri, hukuksuzlukları geri plana itiliyor, bugünkü birçok fecaatin aslında bunların devamları olduğu gizlenebiliyor. Bu yalanın sönmesini önlemek amacıyla canla başla didinenler açısından daha önemlisi, büyük suçların sorumluları bu şekilde yırtıyor. Hrant Dink suikastını planlayan ve yaptıranların korunması, bu kalemden.
Gözünüzü seveyim, değerli okurlar, şu yakın tarihin yalanlarından kurtulmak için uğraşalım. Hepimiz elimizden geleni yapalım. Varsın, doğru bellediklerimiz yanlış, inandığımız birtakım şeyler fos çıksın, niyetimiz iyi, aklımız yerindeyse, amacımız temizse, düşüncemize komplekslerimiz, hırslarımız yön vermiyorsa, hakikatin peşindeysek, böyle altüst oluşlardan daha güçlü çıkarız.
Rakel, şu lafa karışsa, tek tek her birimizden üstün, büyük bir kuvvetin yol gösterici olduğunu söylerdi muhtemelen. Onun dünya ile başedebilme kuvveti ve bu kuvvetin kaynaklarının sağlamlığı hakkında en ufak fikri olan, ancak hayranlık sınırında saygı duyabilir. Kimdir acaba Konya’dan o e-postayı gönderen, hiç uzanamayacağı, dokunamayacağı bir hayatla, ancak onu yok etmeyi hayal ederek temas kurabilen? Öyle hayatlar sahiplerinin aramızda bulunuşuyla kaimmiş gibi...
Şşş! Amerikalı siyahların hâmisi, ezilenlerin dostu, gadre uğramışların koruyucusu, erdem timsali müstakbel cihan hakimi, kaldır kafanı. Adalet filan konuştuk, uyku bastırdı tabiî. Haydi kalk, bir kilise haçı çıkar, at yere, üstünde tepin, yerde Gezi’ci tekmelediğini, Kürt kovaladığını filan hayal et, açılırsın. Alt tarafı karakola imza vereceksin üç-beş günde bir. Belki çay da ısmarlarlar. Yasin Hayal arada uğrayıp çayını içiyordu jandarmada falan. Ölüm tehdidi e-postası da “Türkiye’ye sıkılmış kurşun”muş. E, haydi bakalım. Yaşadık desene. Yine aynı gemideyiz. Televizyon belgesellerinde köpekbalıkları falan oluyor hani, öyle bir yere gelince atarsınız bizi aşağı, eğlenirsiniz. Göğsünüzün derinliklerinden ne etseniz silemediğiniz o haseti, o nefreti belki bir an unutabilme, sıkı bir rüzgârın esip ambardaki cesetlerin kokusunu dağıtabilmesi umuduyla kaptan köşküne dönüp çaresizce el açarak. Sizi bir an önce yeni kurbanlar bulacağınız yere götürsün diye.