Dökülüyoruz, tel tel. Bir yalan kaç türlü söylenebilir?
Kandırmacanın kaç tonu olabilir? Günde beş vakit kendi rekorunu
kıran bir yetenekten sadece korkulur.
Afrin’deki gibi Fırat’ın doğusunda Kürtleri yurtsuz bırakacak
şekilde 2 milyon mülteciyi taşımaktan söz eden TOKİ tılsımlı tampon
bölge planıyla aylarca iç ve dış kamuoyu oyalandı. Kimse “Ne umduk
ne bulduk” diye muhasebe yapmıyor. Çark dönüyor ya neyle döndüğü
önemsiz.
El Kaide ve IŞİD eskilerinden müteşekkil cihatçılar ordusuna
kefil olacak kadar kendinden emin bir savrulmayla İdlib’i gerilimi
düşürme bölgesi ilan edip Rusya karşısında taahhütler listesine
imza atabiliyorlar. Bu şekilde Türkiye’yi cihatçı örgütlere hami ve
Suriye’nin kendi toprakları üzerindeki savaşının asıl muhatabı
yapmakta sakınca görmüyorlar. Şimdi iki-üç ayda bir İdlib’i
çevreleyen 12 gözlem noktasından birinin kuşatma altında kalmasının
gerilimiyle soluğu Moskova’da alıyorlar. Ne yazık ki bunun
aşağılayıcı tarafı da rahatsız etmiyor. Türkiye tarihi boyunca son
iki yılda Kremlin Sarayı’na çıkıldığı kadar çıkılmamıştır.
Rusya’dan rica ile koparılan ateşkeslerin ömrü birkaç saati
geçmiyor. Daha felaketi bütün bunlar, bir diplomasi sihirbazlığı
olarak sunuma dönüşüyor.
Türkiye’yi cihatçı otobanına çevirenlerin 9 yıldır yıkmaya
çalışıp lanet okudukları Baasçı sistemin tecessüm etmiş hali
Tuğgeneral Ali Memluk, Moskova’da MİT Başkanı Hakan Fidan’la masaya
oturuyor. Ve üç kritik şey söylüyor: Türkiye Suriye’nin
egemenliğini ve toprak bütünlüğünü tam olarak tanısın; askerlerini
ve milislerini Suriye’den çeksin; Soçi’de söz verdiğiniz gibi
İdlib’i terör örgütlerinden arındırıp M-4 ve M-5 karayolunu açsın.
Buyurmanın yönü nasıl da hızla değişiyor!
Zehir küpü hamasetle sefere çıkanlar sefaletle dönüyor.
Suriye’de fırtına biçme vakti gelip çatınca dikkatler ustaca
Libya’ya yönlendiriliyor.
Suriye’de milislerimiz var ya onlar hazır kıtalar, hemen
Libya’da çözümün ‘cengaverleri’ oluveriyor. Cengaverlik lafın
gelişi; Libya’ya gidenler için konumuna göre aylık 1800-2500 dolar
arasında maaş, dönüşte de Türk vatandaşlığı garanti! Sonra belki
nasiplerine, son zamanlarda yasal güvenlik güçlerini yetersiz bulan
Erdoğan’ın kafasındaki ‘rejim muhafızlığı’ düşer.
***
Bir acayip Libya hikayemiz var: Muammer Kaddafi’den insan
hakları ödülü almış, “NATO’nun Libya’da ne işi var” tavrıyla
babayiğit kesilmiş, sonra NATO müdahalesinin ana karargahı olmayı
içine sindirmiş, haliyle birkaç ay öncesine kadar övgüler dizdiği
Kaddafi’nin linç ile ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanan komplonun
parçası oluvermiş, Katar ve BAE’nin silah ve dolar yüklü
uçaklarıyla gelen ‘lanet devrim’ vekalet savaşına dönüşünce
İslamcıların tarafını tutmuş, 2014’te seçilmiş meclisi tanımayan
mızıkçılara el vermiş, sonra Ulusal Mutabakat Hükümeti BM’de
oldubittiyle tanınınca “Ben meşru hükümete destek oluyorum” diyerek
yasadışı iştigale kılıf geçirmiş, silah dolu gemiler, zırhlı
araçlar, İHA’lar, MİT’in operasyonlarıyla Trablus’taki İslamcılara
kalkan olmaya devam etmiş...
En nihayetinde bu yasadışılığı temize çekmek için 27 Kasım’da
Trablus hükümetiyle iki anlaşma yapıldı. Biri askeri işbirliği
anlaşması, diğeri deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşma.
“BM’nin tanıdığı hükümetle yaptık anlaşmayı, bu iş tamamdır”
diyorlar. İçleri rahat. Ancak BM’nin yetkili parlamento olarak
tanıdığı Temsilciler Meclisi hem bu anlaşmaları hem Trablus’taki
hükümeti reddediyor. Sonuçta onay makamı bu meclis.
Bu anlaşmalarla “Doğu Akdeniz’deki büyük oyunu bozduk” diye
efsane satıyorlar.
Sahi bozulan nedir? Tezkerenin meclisten geçtiği 2 Ocak’ta
Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs Cumhuriyeti Avrupa’ya doğal gaz
taşıyacak EstMed hattı için el sıkışıp imzaları attı. Bertaraf
edilen bu inisiyatif midir?
8 Ocak’ta da Fransa, Yunanistan, Mısır ve Kıbrıs Cumhuriyeti
dışişleri bakanları Kahire’de buluşup Libya ile yapılan anlaşmaları
geçersiz ilan eder deklarasyon yayımladı. Türkiye’nin tecridi mi
kırıldı?
Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi, Libyalı taraflar
Moskova’dayken “Kadir 2020” askeri tatbikatıyla caka satıyor.
Hafter’in taraftarları geri adım mı attı? Aksine daha da
kızıştılar.
Sahada durum tersine mi döndü? Aksine Sirte düştü. Onlarca
şehirden kabile reisleri Bingazi’de toplanıp Türk askeri
müdahalesine ‘işgal’ diye karşı çıktı. Trablus’ta kendi kaderlerini
Türkiye’nin askeri desteğine bağlamış gruplar Libya’nın geri
kalanında nefret figürüne dönüşürken Türkiye işgalci damgasını
yiyor!
Bozulan bir şey yok. Suları köpürten ve bütün tarafları
kışkırtan hamleler var.
***
Anlaşmaları geleceğe taşımak için Trablus’taki İslamcıların
zafere taşınması lazım. Mantık böyle işliyor. O yüzden de
Meclis’ten tezkere geçirildi. Peki ne oldu? Kapsamlı ve sonuç
alabilecek bir askeri müdahalenin olabilirliğinin olmadığı
anlaşıldı. Zaten tezkereden önce Türkiye askerleri,
istihbaratçıları ve teknik kadrolarıyla bu savaşın içindeydi. 40
asker oldu 80. Muharip güç olarak da Trablus’a Suriye’den milisleri
sürmek gibi bir plan devreye sokuldu. İşte bu minvalde Trablus
cenahını zafere kavuşturmayı azmetmişken Sirte’yi de Halife
Hafter’in Libya Ulusal Ordusu’na kaptırdılar.
Yine döndüler Kremlin kapısına. Erdoğan’ın her macerası Rusya
lideri Vladimir Putin’in Meryem Ana’ya şükran duası etmesine vesile
oluyor. Putin’in yapacağı iyilik Moskova’da tarafları toplamaktı.
Başardı da. Mısır ve BAE liderleriyle görüştü. Hafter istemeye
istemeye Moskova’ya gitti. Dolaylı müzakerelerde masada Türkiye
adına Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı vardı. Yani
‘darbeci’ Hafter artık muhataptı. Halbuki birkaç gün önce “Türkiye
neden arabulucu olmuyor” diyen muhalefete “Yav, bir tarafta darbeci
var, bir tarafta meşru hükümet var. Meşru hükümetle darbeci
arasında arabulucu olunur mu?” diye uluslararası hukuk dersi veren
Erdoğan değil miydi?
Saray’ın külahsızlarına bakarsanız Türkiye’nin kararlılığı
diplomasinin önünü açtı. İyi de netice ne? Hafter önüne konulan
anlaşmayı imzalamadan Moskova’dan ayrıldı. Erdoğan ve Putin’in
çağrısıyla olumlu karşılanmış ateşkes de duman oldu. Elbette süreç
bitmedi, yeni masa 19 Ocak’ta Berlin’de kuruluyor.
İddia o ki Hafter, Türkiye’nin arabuluculuğunu reddettiğini
Ruslara söylemiş. Arap kanallar ise Hafter’in şu talepleri kabul
edilmediği için masadan kalktığını öne sürüyor:
“Libya Ulusal Ordusu Trablus’ta konuşlanmalı; Suriye’den
getirilen milisler gönderilmeli, Türkiye askeri unsurlarını
çekmeli; ateşkesi gözetleyecek uluslararası güçte Türkiye yer
almamalı, Trablus’taki silahlı gruplar dağıtılmalı, Libya Ulusal
Ordusu’na terörle mücadele görevi verilmeli; yeni bir mutabakat
hükümeti kurulup Temsilciler Meclisi’nin onayına sunulmalı.”
Erdoğan şimdi Hafter’e dersini vermekten söz ediyor. Fakat
Suriye’de olduğu gibi inisiyatif kullanma hakkını da Putin’e
devretmiş gözüküyor. Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “Libya’da
muhatabımız Ruslardır. Putin’in çalışmalarının sonuçlanmasını
bekliyoruz” diyor. Çok açık sözlü! Suriye’de muhatap Ruslar,
Libya’da da öyle. Elbette Rusya’nın çok kapsamlı Orta Doğu ve Kuzey
Afrika siyaseti Moskova’ya inisiyatif kanalları açıyor ama bu
muhataplık önemli ölçüde arkası getirilemeyen hesapsız-kitapsız
hamleler nedeniyle oluştu.
Yine de lafın en alâsı burada; "Barbaros'un yadigârı, Osmanlı
mirası Libya'ya kayıtsız kalamayız."
Söz "Arap'ı, Berberi'si, Amazig’i, Tuareg’i, Köroğlu Türk'üyle,
Libya'daki tüm bu kardeşlerimize karşı tarihi sorumluluklarımızın
farkındayız" diye başladığında artık "Hamaset" deyip üstüne de
yatamıyoruz. Çünkü bu laflarla tezkereler çıkıyor, düşmanlıklar
ilan ediliyor, geçmişinde El Kaide olan kişiler müttefik olarak
kolumuza giriyor. Kofluğun bedeli olmazsa cehalete verirsiniz ama
değil işte! Arap’ı, Berberi'yi, Amazig’i, Tuareg’i boş verelim,
kendilerini Osmanlı Türkü olarak gören Köroğlular bile Erdoğan’ın
Libya siyasetinden mutsuz, tepkili, hatta öfkeli. Benim konuştuğum
birkaç Köroğlu evladı var; diyorlar ki, "Eğer bir Köroğlu, Müslüman
Kardeşler’le bağlantılıysa Erdoğan onlarla çalışıyor, yoksa bizi
muhatap alan yok."
İsimlerini bile veremiyorum çünkü Erdoğan’ın desteklediği
İslamcılar tarafından öldürülmekten korkuyorlar.
***
Türkiye kendisini kuşatan ateş çemberinde barışı mümkün kılacak
herhangi bir olumlu rol üstlenemiyor. Yıllar içinde ‘yıkıcı
tercihler’, ‘yapıcı diplomasi’ üretilmesini bloke ediyor.
Irak için söz kardeşlikle başlar ama Türkiye bu ülkeye yardımcı
olabilecek imkân ve kanallarını tüketti. Bir şey yapamıyor.
İran-Amerikan gerilimi savaşın kıyılarında gezinirken Türkiye
kendisini yakabilecek bir senaryo karşısında olağan kapasitesinin
onda biriyle bile etkili diplomasi geliştiremiyor.
Dökülüyoruz işte! En iddialı olduğumuz alanlarda iş, Putin’in
bizim için yapacağı iyiliklere kalmış.
Yine de yaz kâtibim; "Başkan ve adamları efsane işler
çıkartıyor."