Hiç istifini bozmadan, ama hep istifini bozarak...
İstanbul Tepebaşı'ndaki yeni adresinde faaliyete geçen Art ON, bir süredir sanat tarihçi Nihal Elvan Erturan imzasıyla, 'Ta daaaa! Çocuklarla Sanat Tarihi' atölyesi düzenliyor. Etkinlik, beş ilâ 10 yaş arası çocukları, mağara resminden günümüz sanatına uzanan bir zamandizin ile baş başa bırakıyor. 12 kişilik kontenjanlarla programlanan atölye, her cumartesi Art ON Akademi'de hizmet veriyor.
Art ON şu günlerde de, 30 Nisan'a dek yer alan yeni çalışmalarıyla, eserlerinde zamansal sembolizmle 'mağara resmi'nden (ancak daha ziyade, ekseriyetle Anadolu belleğinden) günümüz sanatına uzanan, buna mukabil kişiselliğinden ödün vermeyen 'gen-(est)etik' bünyesiyle, Mithat Şen'in 'İstif'ine ev sahipliği yapıyor.
Şen'in şasiye gerilmiş, neredeyse 'organik ve inorganik bir otobiyografik malzeme' diyebileceğimiz, şasiye gerili doğal Keçi derisi kullanarak ortaya koyduğu işlerinde, bir sanatçı ve birey olarak maruz kaldığı kent/cemiyet/piyasa/kurumsallık/küresellik yumağına karşı takındığı tutarlı tavrın demli, ahenginden ödünsüz delilleri bir araya getiriliyor.
1957 doğumlu, yakın geçmişte akrilik işleriyle 44'ncü Venedik Bienali'nde de yer almış Şen'in ses getirmiş 'davul derisi' çalışmaları bana, her nedense grafik lezzetli, kült(ür) nesneler, akıl oyuncaklarını da çağrıştırıyor. Satranç, bunların ilki. Peki, niçin bu çağrışım ?
Şen'den müsaade alarak, bunun için yüzümü Güneş'e dönüyorum. Karşıma 'Doğu', yani dil ve imgeyi sindirebilmiş, şeyleri görselliğinde hem şifrelemiş, hem de 'okur'un yaşamı 'değer'lendirme ve gücüne göre 'büyük resmi' her daim yüzüne vurabilmiş antik Mısır medeniyeti çıkıyor.
Milâttan evvel iki binli yıllarda satrancın oynandığına dair bulguların, piramitlerdeki kabartma ve hiyerogliflerde de yer aldığı söyleniyor. Bununla birlikte günümüzde kabul görmüş en yaygın inanışlardan biri ise, bu akıl oyununun milâttan sonra 570'li yıllarda, Hindistan'da çıkmış olması. Ancak İran'da altıncı yüzyıl ile tanınan ve İslâm uygarlığına da sıçrayan Satranç, 15'nci yüzyıldan sonradır ki, Avrupalı soylular arasında popüler hale geliyor.
Şimdi Şen'in çalışmalarına yine dönmekte fayda olacak. Satrancın 'diyalektik' kontrastı ve 'grafik' yalınlığı her nasılsa, Şen'in yapıtlarında da, dönem dönem bu durum kendini belli ediyor. Yine, Şen'in çalışmalarındaki okuma potansiyeli kendini 'kombinasyon çeşitliliği'nin ısrarında belli ediyor. Sanatçının uzaktan bakıldığında tohumları da çağrıştırır formları, ancak bir araya geldikleri ama bütünleşmedikleri içindir ki, küçük, devinimli, 'münasebet'siz ifade ve bir aradalık müsabakaları üretiyor.
Bu durum aynı zamanda satrancın matematiksel efsanelerinden, ünlü 'buğday dersi'ni de hatırlatıyor. Söylentiye göre satrancın mucidi Brahman rahibi, bu oyunu kurarken, dönemin Şah'ına bir ders vermek istiyor ve 'sen ne kadar önemli biri de olsan, vezirlerin, adamların ve tüm askerlerin olmaksızın hiç bir işe yaramazsın,' mesajını aktarabilmeyi öneriyor. Ancak bu dersi sevmekle birlikte, aldığı mesajla yetinemeyen Şah, mucitten ne istediğini soruyor ve o da hükümdardan satrancın 64 karesindeki her birim için kendiyle katlanır sayıda buğday tanesi talep ediyor...
İşte bu mahsulü bereketli 'buğday hikâyesi' gibi, Şen'in 'İstif'iyle de şu günlerde yeniden gündeme gelen yapıt dili, aynı zamanda Macar heykeltıraş ve mimar Erno Rubik'in soyadıyla markalaşmış 'Rubik Küpü'nü anımsatıyor. Şen'in oval, yoğunluğuyla da ekseriyetle anaç, dişil, doğal formları, her sergisinde kendinden ürüyor, türüyor, evriliyor ve 'hiç istifini bozmadan' , ama hep istifini bozarak kendinden damıtılıyor.
Sergiyle ilgili hazırlanan ve içinde Sezer Tansuğ (1959 Yelken Dergisi / Karşıtı Aramak toplu metinler kitabı referanslı) ile Hilmi Yavuz'un sanat tarihsel okumalarını barındıran arşivsel yayında, Gökşen Buğra şu cımbızlık tespitlerde bulunuyor.
"...Orijinal yoktur, tekrarın niteliği önem taşır. Kalıpların sınırlandırıldığı alanlarda oluşan disiplin, biçimdeki aşmanın olanaklarını artırır. Hat için de geçerli olan bu sistemde, tek başına bir harf, yan yana geldiği harflerle oluşturduğu kelime ve cümle, 'istif' ile parçanın sonsuz kere, sonsuz biçimde bütüne ulaşabileceğini gösteren aşkın bir yöntem sunar. Bu yöntem, sanatsal bir kaygı ve üretim biçimi olmak üzere değil, varlığı anlama ve yorumlama meselesine bir yol teşkil etmesi bakımından özeldir.
Tekrar ile mekân yaratan Mithat Şen'in beden 'harfleri', spiral bir devamlılıkla istiflenir. Şeffaf dairelerin zemin oluşturduğu kompozisyonlarda da, zeminden bağımsız parçaların birleşmesinde de harfler, eğrisel bir alanın boşluğuna yerleşir. Parçaların arasındaki boşluklar zemin algısını kurarken, parçaların çizdiği eğriler sonsuz bir zamanı imler..."
Art ON'daki 10'un üzerindeki yeni çalışmasıyla Mithat Şen, biz 'madde'lerin maruz kaldığı 'manâ' hallerini yine türlü çıplaklık seviyeleriyle telaffuz etmeye yöneliyor. Kimi zaman olgun / ölgün tenlere, kimi an vitrinlerdeki soğuk, kırmızı beyaz et ve kemik yığınlarına evrilen bu 'yas'sı, bizlerin 'istifsizliği' karşısında 'istifra' edercesine taş kesilmiş formların her biri, birer uygarlık istifi 'aforizması' gibi demli, sabırlı, tutarlı. Yine, adeta 'mutlu' ve 'mutsuz' olarak bile tariflenebilecek eserlerin kiminde ise büyük bir 'özgüven' sezilirken, kimi form bütünlüğü ise bize doğrudan uyumsuzluk, moral çöküntü veya fedakârlık gibi durumları çağrıştırabiliyor.
'Tercih' haritalarıyla içli dışlı olup, içler dışlar (deniz/kara oyları) çarpımı yapıp durduğumuz şu günlerde kapısını açık tutan Art ON'daki Mithat Şen imzalı 'İstif' sergisi (ve belki de Türkiye düzeni) üzerine en demli sözü, yine, Gökşen Buğra'nın metninden ikram edeceğimiz şu harika ifadeyle, Behçet Necatigil, adeta 'bizler için söylüyor': "Kurar yeni barınak, kullanıp yeni taşları."
O arada da aklıma Şen ile Kuzguncuk'taki mekânında Ankara Kavaklıdere'deki Siyah Beyaz sanat galerisinin 30'ncu yılı için Sera Sade ve sevgili ekibiyle hazırladığımız Doküman-Kitap 'Orası Kamusal Alan' adına yaptığımız özel röportajdaki, 'otoportre' lezzetli şu itirafı takılıyor:
"Bana resim bile fazla geliyor."
Varlığının/içkinliğinin istifini, hiçliğe/aşkınlığa sevdalanarak kurmaya çalışan bir sanatçı için, bundan daha 'inatçı' ve bereketli cümle daha kurulabilir mi ?
Ezcümle, keçiler, istifli oldukları her yerde iyidir. Keçileri kaçırmayın. Hele de oğlakları; küçükleri, onların hayal dünyalarını, kesinlikle kaçırmayın. Çünkü gelecekte onlar yaşıyor. Biz mi ? Birbirimize ölü birer hikâyeyiz çoktan, ne ki, sâdık okurlarımız bile yok.