Evinin metruk bahçe kapısını, bir gece önce hamallık yapmış
omuzlarına çöken tonlarca ağır yükü kaldırırcasına büyük bir
yorgunlukla araladı. Yaz kış giydiği ayakkabı ve sırtında yırtık
pırtık çantasıyla, otobüse verecek parası çıkışmadığı için okula
aheste aheste yürüyordu.
Ah sokaklar! Açlığını, endişelerini, çaresizliğini işiten,
sırdaş kaldırımlar... Okuldan eve, evden okula yüzlerce kez
yürüdüğü çan çiçekleriyle kaplı bu yolun kenarlarında binlerce anı,
anıların içinde gizli hüzün ve yaşanmışlık vardı. Açlıktan
bayıldığı, çevresindekilerin ona hemen bir parça ekmek getirdiği
gün daha dün gibi aklındaydı.
Sahi kimdi o? Ufacık yaşına ve boyuna rağmen yorgun ruhu öyle
kırık, kalbi öyle ağır bir yükü sırtlanmış durumdaydı ki... Çok
açtı. Hem de çok... Seyyar simitçinin yanından geçti. Ceplerini
yokladı, bomboş. Başını başka yöne çevirerek adımlarını hızlandırdı
tezgâhın yanından geçerken. Burnunu da, beynini de taze susam
kokusuna kapattı.
Peki, açlık nedir bilir miydi tüm yaşıtları? Açlık insanı
mahvederdi. Bal gözlerin feri sönerdi. Çocukluğunu bir kenara
iliştirir ve yetişkinliğin tüm endişelerini sırtlanırdın. Üstün
potansiyelli de olsan, dahi de olsan, tüm kapasiteni tarumar ederdi
açlık... Adeta “fabrika ayarlarına” dönerdin. Öfkeli de yapardı
seni, uykulu da...
Ne güzel şeydi oysa çocukluk... Kâğıt üstünde bakıldığında,
pamuk şeker tadında, sulu portakalın erişilebilirliğinde olmalıydı
her şey.
Ilık rüzgâr saçlarını dağıtırken derin bir iç geçirdi.
Bakışlarıyla etrafı inceledi ve güneşin bulutların arasında
saklambaç oynadığı göğün altında, kalabalıklar arasında kayboldu.
Ne de olsa onun durumunda olan daha niceleri vardı...
“Elinde olanı küçümseme, bir zamanlar buna sahip olmayı
dilemiştin” demişti “mutluluk feylesofu” Epikür. Peki elinde
avcunda hiçbir şey olmayan çocuklara ne demeli?
Yoksulluk, bazen bir kısır döngüydü, bazen aşılabilirdi. Dar
gelirli ebeveynler, yoksulluğu bazen çocuklarına bir miras olarak
bırakırlar. Daha anacığının rahminde akranlarından fiziksel ve
bilişsel olarak geri düşen, ilk 36 ayında ise yetersiz beslendiği
için potansiyelini gerçekleştirecek gelişimi gösteremeyen
çocukların yanı sıra, bu döngüyü şans eseri kırabilenler de
var.
Ebeveyne gelir desteğinde, çocuğa beslenme desteğinde bulunmayan
devletler ve onurlu bir yaşam için hakları olan bu tür
politikaların peşine düşmeyen toplumlar ise, bu kısır döngüyü
çoğaltıyorlar.
UNICEF, yıllardır dünya çapında yetersiz beslenmenin çocukların
sağlığına zarar verdiği konusunda uyarıda bulunuyor. 2021'de
dünyanın birçok bölgesinde 10 milyonu aşkın çocuğun açlık ve kıtlık
sorunundan mustarip olacağını açıklamıştı. Orta Asya’da 22 milyon
çocuk yoksulluk sınırı altında.
Akut ve yetersiz beslenme vakalarının arttığı Yemen’den,
çocukların açlıktan yürüyemediği, ayaklarının üzerinde duramadığı
Afganistan’a, yüzde 30’unun açlık sınırında yaşadığı Lübnan’a dek
birçok kriz noktasında mideleri açlıktan guruldayan çocuklar,
yaşamlarının en mutlu olmaları gereken dönemlerinde sonsuz bir
mücadele içerisindeler.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve bu ay Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi’nde tartışmaya açılacak olan Avrupa’da Derin Çocuk Yoksulluğu
Raporu’na göre ise; dünyadaki yaklaşık 385 milyon çocuk,
yani tüm çocukların yaklaşık beşte biri, aşırı yoksulluk
içerisinde.
Çözüm olarak; Avrupa’da tüm çocukların evrensel ve ücretsiz
sosyal korumadan yararlanması ve gıda hakkına sahip olması için
programlar kurulması, finansal önlemler alınması, yani çocuğun
üstün yararı bilincinin, Avrupa’daki tüm kamu politikalarına
entegre edilmesi öneriliyor.
TV ekranlarında 13 yaşındaki çocuğun açlık konusunda “kendimi
geliştirmeye çalışıyorum, acıkmamak için su içiyorum” dediği,
babasının ise çaresizlikten ağladığı, başka çocukların açlıktan
sınıfta bayıldığı Türkiye’de ise durum giderek kronikleşiyor.
Et ve süt fiyatlarında önlenemez bir artış söz konusu. Mama
alamayan ebeveynler bebeklerini hazır çorba ve muhallebiyle
beslemek zorunda kalıyorlar. Marketlerde mamalara artık hırsızlık
önleyici “kilit” takılıyor.
Türkiye, 2020 yılında 30 Avrupa ülkesi arasında en yüksek çocuk
yoksulluğuna sahip iki ülkeden biriydi.
Tüm çocuklar aynı masmavi göğün altında, geleceğe doğru farklı
koşullar altında yürüyorlar. Toplumsal eşitsizliklerden kaynaklı
olarak, çocuk hakları adeta sınıfsal bir hal alıyor ve çocuklar
içinde bulundukları toplumsal katmanlara göre beslenme hakkı elde
ediyorlar. Oysa insanca bir hayat bir ütopya değil.
Koca koca adamlar, Ukrayna’daki savaşın dünyayı gıda kıtlığına
sürükleyebileceğinden, dünya çapında yüz milyonlarca kişinin aç
kalacağından söz edip tahminler yürütürken, burunlarının dibindeki
çocuklar, 10 yaşındayken 6 yaşında gösteren çocuklar, o sözü edilen
yüz milyonlarca kişiden çok daha önce açlığı tatmış durumdalar.
Geçtiğimiz günlerde randevu talebine geri dönüş yapılmadığını
belirterek Et ve Süt Kurumu'na giden Cumhuriyet Halk Partisi lideri
Kemal Kılıçdaroğlu, kurumun binasına alınmazken, "Burada bulunmamın
temel nedeni çocukların haklarını savunmak. Beslenme bir haktır.
Yeterli beslenme bütün çocuklar için bir haktır. Hiçbir çocuğun
yatağa aç girmemesi lazım" açıklamasını yapmıştı.
Ülkelerin sosyo-ekonomik açıdan gelişebilmesi, hedefledikleri
ülke ligleri arasında yer alabilmeleri, ancak fiziksel ve bilişsel
yönden güçlü, üretken, sağlıklı ve yetenekli bireylerin
varlığına bağlı. Bu da çocukların erken çocukluktan başlayarak
dengeli beslenmeleri ile olanaklı.
Türk Aile Hekimleri Dergisi’nde yayımlanan ve üç hekim
tarafından bir aile sağlığı merkezinde yapılan çalışmada her dört
çocuktan birinin kilosunun çok düşük olduğu saptandı. Kız
çocuklarının yüzde 85'i, oğlan çocuklarının ise yüzde 68'i
kansızlıkla mücadele ederken, Avrupa'da bu oran yalnızca yüzde
18.
Bir zamanlar Edirne’de Roman çocukların yoğunlukta olduğu
okullarda sabahları 1 poğaça, 1 süt projesi başlatıldığında,
çocukların okula devamlılığının yüzde 80 oranında arttığını
unutmayalım.
Sosyal Demokrasi Vakfı’nın Kasım ayında Sıfır Ayrımcılık Derneği
ve İstanbul Planlama Ajansı’yla birlikte tanıttığı “Türkiye’de Roman toplulukları ve
yoksulluk araştırması” raporuna göre; Romanların beşte biri
makarna ağırlıklı beslenirken, et yemekleri yiyen yüzde 0,8’lik bir
“şanslı” kesim var. Kırmızı eti yılda bir kereden daha seyrek
yiyenlerin oranı ise yüzde 60.
Türkiye’de Okul Çağı Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi Araştırma
Raporu’na göre, Doğu Anadolu bölgesinde kronik açlık çeken
çocukların yüzde 3,5’i ve Güneydoğu Anadolu’da yüzde 5,4’ü bodur
kaldı. Fiziksel bodurluk, bir süre sonra ruhsal bodurluğu ve
örselenmişliği de beraberinde getiriyor.
Benzer şekilde, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma
Derneği’nin geçen yıl hazırladığı rapora göre de geçici koruma
altındaki 6-9 aylık Suriyeli her 13 çocuktan biri düşük kilolu, her
6 çocuktan biri ise kilosuna göre kısa boylu.
En eski insan haklarından biri olan, ilk kez 1924 yılında
yayınlanan Çocuk Hakları Bildirgesi ile birlikte evrensel bir boyut
kazanan beslenme hakkının sağlık ile iç içe geçtiği günümüzde, okul
ortamında sağlıklı ve okul-destekli beslenmeyi özendiren bir ulusal
sağlık politikasına giderek daha fazla gereksinim var.
Zira bu çocuklar yeterli beslenmediği sürece yaşanacak sağlık
problemlerinin yanı sıra, derslere yeterince dikkat verilmediğinden
dolayı ciddi bir bilişsel gerileme de bizleri bekliyor.
Yeterli beslenemeyen, okula içi boş beslenme çantasıyla giden
çocuk, dersine odaklanamıyor; algıda ve kavramada geri kalıyor,
açlıktan sınıfta uyuyabiliyor. Bazı tatları artık yiyemediği için
lezzetini unutuyor.
Sabah okulda poğaça yiyip süt içmesi ise, günün geri kalanında
açlığa mahkûm olduğu gerçeğini ne yazık ki değiştirmiyor, palyatif
bir çözüm oluyor. Zira yoksullukla birlikte gelen açlık, kişinin
tüm geleceğini ve iyi olma halini şekillendiriyor.
Seçim atmosferine girdiğimiz şu günlerde siyasi partilerin her
şeyi bir yana bırakıp, Anayasa’nın sosyal hukuk devleti olduğunu
öngören ikinci maddesi ışığında, yatağa aç giren, acıkmamak için su
içen çocukların sayısını kalıcı ve etkin bir şekilde azaltacak
öneriler ve uygulamalar üzerine gitmesi gerekiyor.
Farsça kökenli bir kelime olan hemdem; aynı nefesi,
aynı anı paylaşan, halinden anlayan demek... Farklı coğrafyalarda
olsak da, aynı göğün altında aynı havayı, aynı anı paylaştığımız
çocukların halinden anlamamızın vakti geldi de geçiyor bile...
Peki çözüm ne?
Her şeyden önce, Shakespeare’in tabiriyle “konuşulmayan acının
kalbi parçaladığı” göz önüne alınarak, “çocuk açlığı” siyaset üstü
şekilde konuşulmalı.
Çocuğun üstün yararını gözeten, sorun ve veri odaklı sosyal
politikalar üretmek... Çocukların büyümelerinin erken aşamada
izlenmesini sağlamak... Yetmez. Veri-temelli interaktif haritalarla
kentlerdeki dezavantajlı ve dar gelirli ailelerin çocuklarına
belediye hizmetlerini etkin şekilde ulaştırmak...
O da yetmez. Hafta sonları mahalle temelli kurulan topluluk
merkezlerinde, besin değeri yüksek yiyecekleri çocuklara ücretsiz
dağıtmak. Bu insanları, sırf seçim arifesinde düşünmek yerine,
sürdürülebilir ve onurlu bir destek mekanizması geliştirmek de
gerekir. Belediyelerin düzenli sosyal yardım kolileri dağıtıp içine
bebek ve çocuk beslenmesinde vazgeçilmez olan gıdaları koymasını
sağlamak ve aklınıza gelen daha nice öneri eklenebilir bu
listeye.
Bu açıdan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) “süt her
çocuğun hakkı” ilkesiyle geçtiğimiz sene 16 Ekim Dünya Gıda
Günü’nde hayata geçirdiği Halk Süt projesi oldukça anlamlı. Buna
göre, 3-6 yaş arası çocuğu olan ihtiyaç sahibi ailelere haftada 2
litre olmak üzere aylık toplam 8 litre ücretsiz süt desteği
veriliyor. Proje kapsamında 76 binden fazla ihtiyaç sahibi aileye,
92 bini aşkın çocuğa ulaşılıyor ve ayda yaklaşık 750 bin litreye
yakın süt dağıtılıyor.
Benzer şekilde, İBB’nin hayırseverleri buluşturduğu ve bu zamana
değin dünya çapında yedi ödül almış olan Askıda Fatura sistemi dahilindeki Anne-Bebek Destek
Paketi ile 0-4 yaş arası bebeği olan ihtiyaç sahibi annelere
ulaşılıyor ve nakit desteği, bez, mama, ıslak mendil ihtiyacı
karşılanıyor.
Ankara Büyükşehir Belediyesi de 2022 yılında Başkent kart sahibi
240 bini aşkın aileye kişi başı her ay birer kilogram et desteğinde
bulundu; geçtiğimiz sene toplamda dokuz ilçede 40 bine yakın aileye
aylık 6 litre süt yardımı yaptı. Belediye ayrıca geçen sene Ramazan
Bayramından önce sosyal yardım alan 112 bini aşkın aileye kişi başı
400 TL temel ihtiyaç ödemesi ve Kurban Bayramından önce ise 186
bini aşkın sosyal yardım alan aileye kişi başı 500 TL temel ihtiyaç
ödemesinde bulundu.
Derin bir yoksullaşma ve yoksullaşmada da daha önce
karşılaşmadığımız hızda bir yaygınlaşma olduğu şu günlerde Daniel
Defoe’nun Robinson Crusoe romanında yer alan “Açlık,
ne dost, ne akraba, ne insanlık, ne de hak tanır” sözü
giderek en acı şekilde yaşamımızın bir parçası oluyor. Çözüm ise,
açlık gibi insani bir konuda kutuplaşmayı bir yana bırakarak
ortaklaşmak ve sonuç odaklı olmaktan geçiyor.