Türk edebiyatının geleceğini belirleyeceğinden artık pek şüphemiz olmayan pek çok isim kendini öykücü olarak gösteriyor, yazarlığını böyle kanıtlıyor. Öykü, genç yazarlar kuşağının gözde türü.
Öykü edebiyatın temel türlerinden biri. Sanatın çıkış noktası olan hikâye anlatıcılığına, sözel edebiyata yakın bir yanı var. O nedenle de her zaman güçlü bir damar. Zaman zaman gözden düşer gibi olduğu oldu ama son yıllarda edebiyatımızın en etkili alanlarından biri halini aldı diyebiliriz.
Türk edebiyatının geleceğini belirleyeceğinden artık pek şüphemiz olmayan pek çok isim kendini öykücü olarak gösteriyor, yazarlığını böyle kanıtlıyor. Genç yazarlar kuşağının en gözde türü sanıyorum öykü. Çok eskiden edebiyat dünyası küçük bir mahalle, edebiyat dergileri de o mahallenin er meydanı iken yazarlar önce kendilerini bu dergilerde yayımlanan öyküleriyle ispatlarmış. Dergilerde yayımlanan imzalarıyla adlarını duyurur, kabul görür daha sonra da kitapları çıkardı. Artık öyle değil. Bunda eskisi kadar çok dergi çıkmamasının buna karşın yayınevi ve kitap okuru sayısının çok artmasının etkisi var. Yayınevleri öncelikleri ne olursa olsun, edebiyatın bu atar damarına hassasiyet göstermeleri gerektiğini biliyor ve iyi öyküyü bulunca yayımlamamazlık etmiyor. Bir gün bir kitapla çok iyi bir öykücü karşınıza çıkabiliyor.
Yeni çıkan kitapları, iyi yazarları takip etmeye çalışan benim gibi okurların son günlerde arka arkaya kendisini öykü kitapları okurken bulmasında bunun etkisi olmalı diye düşünüyorum.
Evet öykü hala en popüler tür değil. Ama bazen kitapları on binlerce satan mesela Şermin Yaşar, Mahir Ünsal Eriş ya da Tarık Tufan gibi isimler çıkabiliyor. Her biri bambaşka dünyalardan gelen, yazan bu yazarların belki ortak yanları gündelik hayatları, sıradan insanları ve onların derin hüzünlerini bazen ironik bazen bohem bazen de muhafazakar bir dille anlatabilmeleri. Evet, hüzün her zaman öykünün temel ögesi. Bu dünya edebiyatından gelen öykü kitaplarında da böyle…
Son bir iki yılın dikkat çeken, öne çıkan genç yazarları Ezgi Polat, Sinem Sal, Sine Ergün, Mustafa Çevikdoğan, Anıl Mert Özsoy hep öykücü olarak kendini göstermiş imzalar.
Tarık Tufan’ın ‘Beni Onlara Verme’ adlı yeni kitabı taksicilerin girmek istemediği semtlerin insanlarını, hayatları üstüne, buruk ama kızgın olmayan hikayeleri. Yoksul mahallelere, dostluklara, aşklara, imkansızlıklara sıkışıp kalmış kişileri, özellikle erkek karakterleri var bu kitapta da. Bir dönem neredeyse bir janra dönüşen Fatih Özgüven’in tabiriyle ‘post Oğuz Atay oğlan çocukları’ ya da ‘affili filintalar’ tarzına benzer bir yanı var öykülerinin. Ama hepsinden farklı olarak muhafazakar, inançlı kesimin içinden bir dille anlatıyor kahramanlarını Tarık Tufan.
Taşra hayatı hem sinemada hem edebiyatta son on yıldır belki hiç olmadığı kadar sık gündeme geliyor. Hem de farklı bölgelerden ama benzer duyarlıklar ya da sıkışmışlıklarla. Nasıl ki Çağan Irmak ya da Yüksel Aksu bir Ege sineması inşa ettilerse mesela Mahir Ünsal Eriş bunun edebi karşılığını Güney Marmara’da, Murat Özyaşar Diyarbakır’da gerçekleştirdi. Böyle daha yerel duyarlıkları anlatan pek çok kitap yayımlanacak biliyorum. Yine yakınlarda okuduğum bir dosya, Adana-Tarsus bölgesinde erkeklerin iki arada bir derede kalmış acıklı hallerini öyle harika anlatıyordu ki anmadan geçilmez… İlk kitabı ‘Doğma Yavrum Dünya Çok Kalabalık’ı okuduğum Armağan Portakal da mesela Ege’den anlatıyor. Çocukluğa dönüyor. Yaz aylarının sıcak kokusunda bir çocuğun zaviyesinden dünyaya bakan, ekonomik dili, birbirine değerek tek bir anlatıya dönüşen öyküleriyle yeni bir yazarın müjdesini veriyor.
Başka dillerin öykücüleri adına son haftalarda okuduğum en harika kitapsa Adam Johnson imzalı ‘George Orwell Arkadaşımdı’ oldu. Aslında yepyeni ve çok ilginç bir yayınevini tanımak için almıştım bu kitabı. Logosunda balıklama dalan bir yüzücü resmi olan Yüz Kitap, son yıllarda açılan en güzel butik yayınevlerinden biri. “1945 sonrası dünya edebiyatının daha önce Türkçe'ye hiç çevrilmemiş minör klasiklerini ve klasik olmaya aday eserleri”ni yayımlıyorlar. Henüz sadece bir düzine kitap yayımlamış durumdalar. Hepsi de öykü kitabı ve biri hariç hepsi de İngilizce’den çevrilmiş gibi. Bazı yazarların, daha önce Türkçe'de yayımlanmış romanları var mesela. Ama onlar kimsenin bakmadığı o öykü kitaplarını yayımlamayı seçmişler. Çok da iyi etmişler. Belli ki bütün kitaplar kapağından son sayfasına kadar özenle hazırlanmış.
Yüz Kitap, bu özellikleriyle bende güncel İngilizce edebiyatın öykü birikimini temsil eden harika bir yayınevi olarak kayda alınmış durumda. Onların listesinden seçtiğim ilk kitabın yazarı Adam Johnson ise 1967 doğumlu bir Amerikalı. Slikon Vadisi’nden, tayfunlarla gelen felaketlere, umutsuz hastalıklara yakalanmış yalnız insanlardan, dronlara güncel dertleri hikayesine katan, bilgisayar yazılımcılarından, kargo dağıtıcılarına gündelik hayatın içindeki bireyleri kendine kahraman seçen bir nebze felaketsi atmosferler yaratan acayip bir öykücü. Okuyucunun içinde hissettiği duygusuzluk hali, sanıyorum ki Johnson’un karakterlerini böylesi güncel kılan en önemli özelliği. Ve aslında o serin kanlı anlatımın arkasında akan hüzünlü duygular… Türkçe öyküde çok iyi yazarlarımız var; ama mesela Adam Johnson gibi kalemler bizi gerçekten de farklı hikaye anlatıcılıklarıyla tanıştıran ve kendini sevdirme potansiyeli hayli yüksek olan yazarlar.