1999 yılının 31 Ocak günü, hayatımdaki önemli kırılma noktalarından biri: O gün ilk kez bir mekânda DJ’lik yaptım. Radyo Arkadaş’ta Çıtır Çıtır adlı programı birlikte yaptığımız Alper Fidaner’le eşi dostu toplamayı hedeflediğimiz bir buluşma planlamış, ortak arkadaşımız Hasan Nami Güner vesilesiyle Ankara’nın en popüler mekânlarından biri olan Gölge’yi üç saatliğine “kapatmış”tık. Yine bir pazar günüydü ve bizim buluşma, ‘70’li yıllarda yapılan akşam üstü çaylarına benziyordu. 17.00 itibariyle başladı, kalabalıktı ve insanlar çaldığımız şarkılarla dans ediyordu. Şaşırmıştık. Sonrasında bunu bir mesleğe dönüştüreceğimiz aklımıza bile gelmemişti. Aklımıza gelmeyen bir şey daha vardı...
Dönüp baktığımda, kişisel tarihime hayatımda en çok eğlendiğim gecelerden biri olarak geçen 31 Ocak 1999’u biraz buruk anıyorum. Gece bitti, yaşananların sarhoşluğuyla eve döndüğümde televizyonda o acı haberi gördüm: Barış Manço hastaneye kaldırılmıştı. Yazık ki kurtarılamadı. DJ’liğe resmî olarak adım attığım gecenin sabahında en sevdiğim insanlardan birini uğurladım. Bugün, Barış Manço’nun aramızdan ayrılışının 22. yılı ama aynı zamanda benim DJ’liğe başlayışımın 22. yıldönümü. Bundan mıdır bilmem, performanslarıma hep bir Barış Manço şarkısıyla başlarım, bunu uğur sayarım.
Barış Manço’yu ilk görüşüm, ‘70’li yılların sonlarına doğru, bir televizyon programında olmalı… Belki de bir yılbaşı programı bu: 1979 yılını karşılarken pek çok sanatçı stüdyoda yan yana gelmiş, Barış Manço, onların arasında “yeni” şarkısı “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”yı söylemişti. Çanakkale’de geçirdiğim kalabalık yılbaşı gecelerinden biri... O gün Barış Manço’yu izlediğimi çok net hatırlıyorum ama öncesini hatırlamıyorum. Yine bir yılbaşı gecesi televizyondan çektiğimiz bir kasette Barış Manço var: “Nick the Chopper” söylemiş, ben onu çocuk aklımla kasetin kapağına “miktı çapır” olarak raptetmişim. Çocukluğumda bu anlamadığım şarkıyı çok sevdiğimi hatırlıyorum. Anladığımda, daha da sevdim.
Evde, iki Barış Manço 45’liği vardı: “Dağlar Dağlar” ve “İşte Hendek İşte Deve”. Onların, bir dönemi bitiren, yeni bir dönemi başlatan plaklar olduğunu o zaman bilmiyordum ama severek dinliyordum. Zeynep’e kavuşamayan gencin acısını yüreğimde duyuyor, araya giren dağlara demediğimi bırakmıyordum. Sonrasında öğrendim ki, bu iki şarkı, hem kendi diskografisinde, hem de memleket müziğinde bir kırılma noktası.
“Dağlar Dağlar”, Anadolu-pop adıyla anılmaya başlayan yeni modayı bambaşka bir yere götüren şarkı. Manço’nun “kemençenin senyörü” Cüneyd Orhon’la yaptığı bu plak, aynı şarkının iki farklı düzenlemesini içeriyor. Ön yüzde (daha çok bilinen) kemençeli ve hüzünlü “Dağlar Dağlar 1” var, diğer yüzde ise Manço’nun blues tınılarıyla süslediği “oynak” versiyon olan “Dağlar Dağlar 2”. Bu anlamda ayrıksı plaklardan biri.
Manço’nun beni tavladığı ilk şarkı, 1981 yılında tanıştığım “Arkadaşım Eşşek”. “Sözüm Meclisten Dışarı” albümünün “hit”lerinden biri; onun deyimiyle “7’den 77’ye” herkesi etkileyen şarkılardan. Yine de en sevdiğim Barış Manço şarkısı bu değil: “Kazma” ve “Osman”ı diğerlerinden ayırıyorum. Sebebini birazdan anlatırım ama öncesinde, sanatçının yaptıklarını hızlıca özetleyeyim. Şüphesiz bu önemli kariyeri özetlemek zor ama ucundan tutmak bile bir şey...
Şunu söylemek zorundayım: Bu, yeni bir Barış Manço yazısı ama içinde, öncesinde yazdığım yazılardan alıntılar da var. Bunun için “yeni” bir yazı değil. Bir hatırlatma yazısı belki. Hap kurduğum bir cümleyi yeniden kuracağım için böylesi bir giriş yaptım çünkü şimdi söyleyeceğim şey, dikkatli okurlara tanıdık gelecektir: Barış Manço, memleketin en büyük hikâye anlatıcılarından. Kadıköylü. Geçmişten besleniyor ama anlattıklarını geleceğe taşıyor. Büyüklüğü buradan. Osman, Zehra, Düriye, Mehmet Ağa, Ahmet Bey, Sakız Hanım ve daha nicesi, onun şarkılarıyla hayatımıza girdi. Hepsi aslında tanıdığımız figürler -ki Manço, tanığı olduğumuz küçük hikâyeleri büyük ustalıkla anlatmayı başaran isim. Çocukluğumuzdan bu yana bizi sarıp sarmalaması bu yüzden.
Hayatımın her döneminde yanımda olan bir isim. Üstelik çevremden yola çıkarak bu cümlenin çoğul versiyonunu da kullanabiliyorum. Bugün uzağımızda oluşu bir şey değiştirmiyor: Şarkıları her dem başucumuzda.
Özeti şu aslında: 1943 yılının hemen başında başladığı yolculuğu, 1999 yılında 56 yaşında sonlandığında, ardında onlarca hikâye, yüzlerce mutlu çocuk bıraktı. Bu, “Onu neden bu kadar çok seviyorsun?” sorusunun da cevabı.
Barış Manço’nun ilk plağı, 1958 yılında Galatasaray Lisesi’nde kurduğu Harmoniler eşliğinde doldurduğu “Twistin’ USA”. Bu, ortaokulda kurduğu Kafadarlar’dan sonra ikinci Barış Manço grubu. Sahnede rock’n’roll klasiklerini söylüyorlar... İlk bestesi “Dream Girl”, bu yıllarda yaptığı şarkılardan. Manço ve arkadaşlarının repertuvarında sadece rock’n’roll yok, türküler de var. “Dream Girl”ün diğer yüzünde yer alan “Çıt Çıt Twist”, “Çıt Çıt Çedene”nin dönemin ruhuna uygun düzenlenmiş bir versiyonu. O dönem için oldukça cesur bir deneme çünkü henüz Anadolu-pop akımı başlamamış, İstanbullu çocuklar gözünü Anadolu’ya dikmemiş...
Manço’nun bu plakları yaptığı tarih, 1962. Art arda piyasaya verilen üç 45’lik plak sonrasında Belçika’ya gidiyor ve orada tanıştığı Les Mistigris adlı toplulukla plaklar yapıyor. Memlekete döndüğünde yanında bu ekip var. Onlarla burada yaptığı tek 45’likte karşımıza çıkan ilk şarkı, bütün zamanlarda yapılmış en güzel Barış Manço bestelerinden biri. Kol Düğmeleri” adıyla bildiğimiz, sonrasında bu adla yayımlanan şarkının plak üzerindeki ilk adı, “Bizim Gibi”.
Barış Manço, ilk yıllarında pek çok deneme yapmış, aynı şarkının değişik versiyonlarını farklı plaklarda art arda yayımlamıştı. Les Mistigris ile yaptığı bir diğer şarkı, country havasıyla dikkat çeken “Seher Vakti” -ki hikâye anlatıcılığının ilk örneklerinden biri bu.
Pek çok alanda öncü bir isim, Barış Manço. “Dağlar Dağlar”ı piyasaya verdiğinde Anadolu-pop’un adı konmuş, türküler her yeri sarmıştı. Altın Mikrofon Armağanı Yarışması pek çok grubu memleket çapında tanıtır, seyirciyle buluştururken, Barış Manço, yarışmada jüri üyeliği yapan meşhur isimdi. Bu plağın hemen sonrasında dinleyiciyle buluşan “İşte Hendek İşte Deve”, anlattığı bir diğer hikâye: Kavuşamayan iki genç var bu şarkıda.
Les Mistigris sonrası Mazhar Alanson ve Fuat Güner’li Kaygısızlar’la çalışmaya başlayan Barış Manço, “İşte Hendek İşte Deöe” öncesinde Moğollar’la birleşti ve MançoMongol adıyla yeni bir topluluk kurdu. Moğollar’ın yolu Fransa üzerinden çizilince Manço, burada kalmayı tercih etti. Kısa süre sonra askere giden sanatçı, döndüğünde, yepyeni bir grupla yoluna devam ediyordu: Kurtalan Ekspres. Ölümüne dek birlikte olduğu bu toplulukla, “ağır” şarkıları ana artere yerleştirdi, herkese progresif rock dinletti. Sözü dinlenen, anlattıklarına inandığımız insanlardandı. Yeniçeri kostümüyle ve “kahramanlık türküleri”yle sahneye çıktığında, kaftanıyla bizi selamladığında ya da şarkılarını sol yumruğu havada söylediğinde, aslında hep aynı yerde duruyordu. Ara ara tartışılan dünya görüşü bir yana, hikâyeleri önemli. Onlar olmasaydı, eksik kalırdık.
Az önce söyledim: Barış Manço’nun en sevdiğim şarkılarından biri, “Osman”. On yedisinde ağa kızı Şerife’ye vurulan, “bir dikili taşı bile” olmayan, “yoksul, garip” Osman. Şarkının sonu yazık ki acıklı. Dinleyeni derinden etkiliyor, kalbinden vuruyor.
Şanslı insanlardanım: Barış Manço’yu çok kez sahnede gördüm, şarkılarına eşlik ettim. İlk dinlediğimde on üç yaşındaydım, son dinlediğimde yirmi altı. Öldüğü gün şaşırmıştım. “Ölmez” dediklerimdendi ama öldü. En erken gidenlerdendi. Ardından çok yazı yazdım ama söyleyeceklerim hâlâ bitmedi. Bugün, külliyatına girdiğimde kendimi kurtaramıyorum: Şarkıdan şarkıya, dönemden döneme atlıyor, şarkılarını her seferinde aynı heyecanla dinliyorum. Daha önce de sormuştum bu soruyu, yine sorayım: Ezbere bildiğim şarkıları her seferinde aynı heyecanla dinleten kaç şarkıcı var ki bu dünyada?
Üstelik sürprizli bir isim, Barış Manço. Sürekli ortaya yeni kayıtlar çıkıyor. Bunların bir kısmı İngiltere’de Hakan Tura tarafından derlendi. Üstelik bu derlemelerin devamı gelecek. Dahası, önümüzdeki günler sürpriz haberlere gebe.
Çocukluğumun kahramanlarından, Barış Manço. Yaşıtlarımla yaptığı “Adam Olacak Çocuk”, gıptayla izlediğim programlardandı. Bugün eve kapanmak durumunda kalan 65 yaş üstü insanları konuk ettiği “İkinci Kahvaltı”, bambaşka bir hadise. “Gülpembe”den “Balsultan”a nice hikâye, “Al Beni”den “Gibi Gibi”ye, “Nane Limon Kabuğu”ndan “Süper Babaanne”ye pek çok şarkı, ondan bize kalan… Bugün dönüp dolaşıp programlarını yeniden izliyorsak, bunda özlemin payı büyük. Sadece geçmişimize dönük bir özlem değil ama bu: İnsana özlem. Bu aralar kendi içimize kapandık ve dışarıyla teması asgariye indirdik. Pandemi, üstüne tuz biber ekti. Barış Manço, bize temas etmeyi öğretmişti: İnsanlarla konuşmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Dahası, her insanın (küçük de olsa) bir hikâyesi olduğunu ondan öğrendik. Bizi bırakıp gittiğinde kendimizi yalnız hissetmemiz biraz da bundan. Giderken, hikâyemizin en önemli bölümlerinden birini götürdü. “Dut Ağacı”, “Sakız Hanım – Mahur Bey” gibi mahalle hikâyeleri, “Ahmet Bey’in Ceketi”nden “Domates Biber Patlıcan”a uzanan insan hikâyeleri, ilk aşlar, kırgınlıklar, yalnızlıklar ve yaşanmışlıklar, aslında bizim hikâyemizi tamamlayan şeylerdi. Ölümüyle, eksik kaldık.
Barış Manço, 22 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı. Ben, 22 yıl önce bugün, ilk kez bir mekânda plak çaldım. Bunu sürdürdüğüm sürece bütün performanslarım bir Barış Manço şarkısıyla açılacak.
Başta söylemiştim, Barış Manço’yu, kısacık bir yazıya sığdırmak güç. Ben, biraz da benim Barış Manço’mu anlatmaya çalıştım. Çocukluğumda tanıdığım, “kahramanım” kıldığım Barış Manço’yu. Bugün etrafıma baktığımda bunun değişmediğini görüyorum: Sadece benimle yaşıt çocukları değil, bütün zamanlarda yaşamış, yaşayacak çocukları etki alanına alan, inanılmaz bir şarkıcı Barış Manço. Her şey bir yana, bu bile onu sevmemize sebep.
Daha anlatılacak çok şey var ama burada durayım. Barış Manço’yu daha nice yazıda, nice programda anlatırım. Bugün, aramızdan ayrılışının 22. yılında, ona olan saygımı ve sevgimi bu küçük yazıyla gösterebilmişsem ne mutlu bana.