“Can İbo Şah’ın gözyaşlarıyla masumlaşan ve bir kat daha güzelleşen yüzüne baktı, köçek olmak için yaratılmış vücudunu çırılçıplak seyretti. Mendiliyle alnında biriken terleri sildi. İşte o anda Baba Nazlı’nın sol böğründe baş gösteren ateş afeti bir gece önce çıkan yangından çok daha sarsıcıydı; adeta bir afet-i azam idi…”
Bir meddah mendili uçarak sahneye çıkar. İki ucundan ona tutunan iki oyuncuyla dile gelir ve bize bu hikayeyi anlatmaya başlar. Eski köçek Baba Nazlı’nın dansına ve güzelliğine vurulup mesleğe kazandırdığı şopar İbo, Can İbo Şah olur ve İstanbul’u yakar geçer. Bazen o gönül yangınlarının kıvılcımları eski, kocamış İstanbul evlerine sıçrar, cumbadan cumbaya atlar mahalleleri kavurur. Zaman zaman o hikayenin ateşi, hızını alamaz Paşa kızı Gülbeyaz, arabacı Deli Veysel, güngörmez padişahının oğlu Abdi Bey, şair ve hattat Bal Mehmet Çelebi, güvercin topuklu Zerefşan, şahin başlı Zehir Ali’nin maceralarına, aşklarına, ayrılıklarına ve pek çok diğer şeye de uğrar; sonra geri gelir, döner, Can İbo Şah’ta yola devam eder...
Tarihimizin pek az aralanmış sayfalarından bütün o köçekleri, aşıkları, tellakları, yosmaları, yeniçerileri, haydutları, erkek kızları, tulumbacıları ve hatta sultanlar ile padişahları ağızları açık bırakacak hikayeleriyle bulup çıkartan Reşat Ekrem Koçu’dan başkası değildir tabii bunu yazan. Onun sadece tarih kitaplarından, eski yazmalardan değil ve belki de onlardan çok anlatılardan efsanelerden, hayal gücünden ve meddah defterlerinden yararlanarak oluşturduğu tarih, bir daha benzeri gelmemiş bir tarihçi olarak akıllarda yer etmesini sağlamıştır. İşte bu nedenle olsa gerek, popüler tarihin kurucu babalarından Reşat Ekrem Koçu belki de tarihçilerden çok, sanatçılara ilham vermiş biridir. Orhan Pamuk’un İstanbul anlatılarında, İhsan Oktay Anar’ın kendi ritminde akan romanlarında Koçu’nun ruhu, kokusu vardır. Şimdi de o ruh, tiyatro sahnesinde izleyiciyle buluşuyor. Hikayeleri yüklenip de sahneye uçan o mendilin iki ucuna tutunmuş iki tiyatrocu sayesinde oluyor her şey: Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş.
2001 yılından bu yana Tiyatrotem adıyla sahneledikleri oyunlarda, kendine özgü bir sahne dili kurmayı başaran Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş, anlatı geleneğini çağdaş tiyatro sahnesine aktarıyor. Onların Reşat Ekrem Koçu’yla buluşmaları da hiç tesadüfü değil tabii ki. Mesela 20016’da Radikal Kitap’ta Reşat Ekrem Koçu için şöyle yazmışlar: “Romanlaştırdığı olayları anlatırken bu ayrıntılar Koçu’nun kendi tabiriyle hikâyenin ‘tuzu biberi’ olur. Bir romanında ya da anlatısında kısaca değinilen bir tarihi kişilik bir başka hikâyede nakledilen vakanın başkişisi olarak karşımıza çıkar. Böylelikle bütün hikâyeler bir anlamda kol kola girer, ki bu da meraklısı olan okura bir tür ‘oyun alanı’ açar.” Şimdi, bu yazıdan tam bir yıl sonra Tiyatrotem işte o oyun alanına çıkıyor.
Tiyatrotem’in ‘Aşk, Ayrılık ve Başka Şeyler’ adlı oyunu Reşat Ekrem Koçu’nun kitaplarından derlenmiş bir metin. Sadece meddahın sahip olduklarıyla yetinerek, yani birer sandalye ve bir de beyaz mendil ile sahneye çıkan oyuncular hikayelerin arasında geziniyor. Eski insanların geçip gitmiş yaşamlarındaki tutkuyu, heyecanı, aşkları, mekanların kirini pasını parıltısını tıpkı ilk anlatıcılar gibi hikayenin kendisine ve hatta anlatmanın şehvetine kapılarak uçarcasına aktarıyorlar. Bazen bir hikaye diğerini kesiyor, anlatıcılar yenisine kapılıp gidiyor ve sonra bunu fark edip geri dönüyor. Mendil bazen denize, bazen yatağa, bazen bir kırılgan bedene benziyor. Birinin bıraktığı yerden diğeri alıyor, bazen ikisi birden aynı hikayenin içinde ilerliyor, birlikte oturup birlikte kalkıp birlikte şaşırıyor ve o mendili hiç düşürmüyorlar. Yılların birikimi ve ustalığıyla bizi 60 dakikalığına sahneye çekiyor, o sahneden alıp geçmiş zamanların, hayatların içine götürüp getiriyorlar.
Anlatının ritmini, hikayenin şehvetini, geçmiş zamanların garip vakalarını ve insanlarını, hele ki Reşat Ekrem Koçu’yu sevenler için unutulmaz bir tecrübe vadediyor; Aşk, Ayrılık ve Diğer Şeyler. Hikâye anlatıcılığının tiyatroda ve hatta güncel sanatta yerini genişletip sağlamlaştırdığı bir dönemde önemsenecek ve zevkle izlenecek harika bir oyun.
Bundan sonraki ilk temsil, 29 Kasım’da Taşra Kabare-Kadıköy’de…