Deveye boynun eğri demişler, nerem doğru ki demiş. Deveden özür dileyerek, bir hukuki eğriden bahsedeceğiz, tabii bu yürürlükteki hukukun doğru bir yeri var demek değil.
Dr. Cenk Yiğiter'in avukatlık stajına ilişkin Ankara İdare Mahkemesi kararı, şekli hukuki işlemlerin nasıl hukuk aleyhine pervasızca kullanılabileceğini gösterdi. Tek örnek değil ama zamanın ruhunu iyi yansıtan bir örnek. Hukuk cinayeti denilecek türden, mecazi değil, gerçek anlamıyla şiddet yaratan cinai bir örnek.
EĞİTİM HAKKI VARDI, NE OLDU ONA?
Öykü malûm: Kanun Hükmünde Kararname ile akademiden atılan Cenk Yiğiter, avukatlık stajına başladı. Ekmek meselesi. Adalet Bakanlığı, yürütmeyi durdurma talebiyle stajın iptali için dava açtı. Ankara İdare Mahkemesi, kabul dedi. Yani dedi ki, Cenk Yiğiter'in staj yapmasında "açık hukuka aykırılık var" ve üstelik staj durdurulmazsa "telafisi zor ve imkânsız (kamusal) zarar doğabilir." Durum çok tehlikeli yani. E olmaz olsun öyle staj!
Neyin iptali isteniyor? Avukatlık stajının. Stajın hukuki statüsü, özelliği ne? Avukatlık mesleği için gerekli eğitim. Yani bu bir mesleki faaliyet değil, bir eğitim. Staja başlamak için gerekli şartlar kanunlarda ve yönetmeliklerde var, bunlar arasında "kararname ile atılmak" yok. O halde, staja engel olarak yazılmamış bir nedenle stajı engellemek, eğitim hakkının engellenmesi demek. Hani anayasa var ya, hani eğitim hakkı engellenemez ya, bakanlık istedi ve engellendi. Demek eğitim herkes için hak değil.
HUKUK KILIĞINA GİRMİŞ ŞİDDET
Genellikle stajı bitiren avukat oluyorsa da aslında bu yeterli değil, barolar staj bittikten sonra avukatlığa engel bir hal tespit ederse, ruhsat vermeyebilir. Adalet Bakanlığı bu son aşamada da devreye girip ruhsata onay vermeyebilir. Ama hal çok tehlikeli ya, staj sürerken işi bitirmeyi tercih etti. Tehlikeli avukatın başı staj bitmeden ezilmeli. İdare Mahkemesi "ne kadar haklısınız" dedi ve staj durdu. Müjdeler olsun yurduma, tehlike geçti. Cenk Yiğiter bırakın avukatlığı, staj bile yapamayacak.
Bunun adı şiddettir: Görünmeyen, hukuk kılığına girmiş, aç bırakmayı, eskilerin deyimiyle açlıkla terbiyeyi hedefleyen şiddet.
Bakanlık arzu etmiş, mahkeme arzuya uymuş, emir demiri keser kabilinden. Aksi halde "kamu görevi-kamu hizmeti" tabirlerinin kısmi karışıklığına dayalı bir mügalatadan ibaret olan bakanlık argümanları kabul edilemezdi.
Şimdi bu argümana yakından bakalım: Bakanlık, başvurusunda KHK ile atılmış birinin "bir daha kamu hizmetine dönemeyeceğini" öne sürüp, "avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği" dedi. Çünkü Yiğiter dahil kamu görevlilerini atan KHK, "bir daha kamu hizmetinde İSTİHDAM EDİLEMEYECEĞİNİ " yazıyor. Avukatlık ruhsatını alanı kamu mecburen istihdam mı ediyor? Değilse bu ne?
MAHKEME KARARLARI MAHKEMELERİ BAĞLAR MI HİÇ?
Ortada sanki bir hukuk tartışması var, ama sahte bir hukuk tartışması bu; en az üç yüksek mahkeme kararı herkesten önce söyledi bunu.
Anayasa Mahkemesi’nin 19.12.2003 tarih ve 25321 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4.6.2003 tarih ve E. 2002/8, K. 2003/47 sayılı Kararı’ndan:
“Anayasa’nın 70’inci maddesi ile güvence altına alınan kamu hizmetine girme hakkı idare hukuku esaslarına göre devlet memuriyetine girme hakkını ifade etmektedir. Serbest meslek olan avukatlık bu anlamda bir kamu hizmeti değildir. Her ne kadar Avukatlık Yasası'nın 1. maddesi, avukatlığın kamu hizmeti olduğuna işaret ediyor ise de, yasakoyucunun herhangi bir serbest meslek faaliyetini kamu hizmeti olarak tanımlaması onun Anayasa'nın 70. maddesi anlamında bir kamu hizmeti olduğunu göstermez.”
...
Anayasa Mahkemesi’nin 17.05.1985 tarih ve 18757 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 1.03.1985 tarih ve E. 1984/12, K. 1985/6 sayılı Kararı’ndan:
“Avukatlık mesleği ile ilgili bir düzenleme yapılırken bu mesleğin herşeyden önce bir serbest meslek olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Avukatlık bir kamu hizmeti addedilmiş olsa dahi, kamusal yönü çok yoğun olan Devlet memuriyeti görev ve hizmetleriyle aynı nitelikte görülüp aynı ölçütlere tabi kılınamaz.”
...
Bu da Danıştay 8. Dairesi’nin E. 2012/11333 sayılı dosyaya ilişkin 16.07.2013 tarihli ara kararından:
“ (…) avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti; mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan; mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan, avukatlar Anayasada yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir.”
Yeterince açık aslında, kamu görevlisinin en belirgin özelliği, maaşını da kamudan almasıdır. Bu nedenle Yiğiter ve benzerlerinin atılmasını düzenleyen kararname, "kamu hizmetinde İSTİHDAM EDİLEMEZLER" diyor. Sadece bu ibare bile staja engel olunamayacağının açık ve kanuni delili niteliğindedir; çünkü staj bir istihdam değildir. Kamu görevi hiç değildir.
Mahkeme kararları herkesi bağlıyor, mahkemeleri hariç. Attıklarınızı kamuda istemiyorsanız, istihdam etmezsiniz. Bu kadar.
FIRINCI EKMEK DE VERMESİN!
Bu karardan sonra, otobüs şoförlüğü de geniş anlamıyla kamu hizmeti sayılabileceği için Cenk Yiğiter onu da yapamayabilir! Yine, araç kullanma ehliyeti bile alamayabilir, çünkü maazallah, can taşımak da az tehlikeli değildir ve az kamu hizmeti değildir.
Peki niye böyle oluyor? İmkansız bir karar nasıl mümkün oluyor? Vatanına, milletine, kültürüne bağlı, tinerci gençlik değil dindar gençlik yetiştirmeye ehil kişilerden mürekkep bir üniversite için atılması gerekenler vardı, attınız. Tamam. Daha ne istiyor olabilirsiniz?
Böyle bir karar, gururla "sivil ölüm" denilen ve içeriği, kapsamı, uygulaması hükümran otorite tarafından hiç bilmediğimiz bir şekilde belirlenip tüm devlet kurumlarına ve topluma benimsetilen kararla ilgili olabilir ancak. Fırıncı ekmek de vermesin kararı. Hınç kararı.
Hınç, kızılacak şey ortadan kalktıktan sonra da devam eden bir duygudur. Nietzsche hıncı acizlikten kaynaklanan bir duygu, bir özel öfke biçimi olarak tanımladı. Sonradan kavramı geliştirme çabasına giren Max Scheler, hıncın bizzat kızılan şeyin varlığına yönelik bir hasetten neşet ettiğini dile getirir. Akademide istediğini alıp istediğini atma iktidarı, akademik çalışmanın içeriğini garanti edemediği için derin bir iktidarsızlık duygusuna da yol açıyor olmalı, Nietzshce ve Scheler'in vurgu yaptığı acizlik noktası burada.
Max Scheler hınç sahibinin ağzından şöyle anlatır meseleyi: “Her şeyi bağışlayabilirim ama seni sen yapan şeyi, sende olanın bende olmamasını -aslında sen olmamamı- asla.”