Hindenburg’un yetkileri ve Mustafa Kemal’in yetkileri...
Adolf Hitler, Birahane Darbesi (Kasım 1923) ardından cezaevinde ‘misafir’ edilirken ve o koşullarda Kavgam’ı kaleme alırken, Türkiye Cumhuriyeti ilk anayasasını kabul ediyordu. Anayasa’yı hazırlayıp kabul edenler, 1923 seçimleri ardından kurulan II. Meclis’in vekilleri. Hani şu, Mustafa Kemal’in muhalefeti büyük ölçüde tasfiye ettiği, buna mukabil o Mustafa Kemal’e meclisi fesih yetkisini vermeyecek kadar dirayetli vekillerden oluşan TBMM.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1924 tarihli
Teşkilat-ı Esasiye yürürlükteyken, Almanya’da Weimar Anayasası, beş
yaşındaydı.
I. Dünya Savaşı başlarken Almanya’daki sosyalist parti çok
güçlüydü ancak savaş kararı partiyi böldü. Azınlıkta kalanlar
savaşa karşıydı ve devrimi hedefliyordu. Almanya savaşta yenilince
-Rusya’daki Bolşevik devriminin de etkisiyle- azınlıktaki grup
(Spartakistler) devrimi başlattı (1918 Kasım’ında), ancak partideki
çoğunluk kanadını karşısında buldu. Hükümet olan ‘çoğunluktakiler,’
Genelkurmay’la işbirliği yaparak, Ocak 1919’daki Berlin Sokak
Savaşı’nda devrimcileri yok etti. Devrimci liderler Rosa Luxemburg
ve Karl Liebknecht öldürüldü. Şubat 1919’da Friedrich Ebert, Kurucu
Meclis tarafından cumhurbaşkanı seçildi. İşte 21 Ağustos 1919
tarihli Weimar Anayasası, bu yeni cumhuriyetin ürünüdür ve dönemin
en ‘liberal’ anayasalarından biri olarak kabul edilir.
Weimar Anayasası, Almanya’nın savaş sonrası dönemidir aynı
zamanda. Kaybedilmiş savaş, aşağılanmış ulusal onur, bir süre
içinde giderek ağırlaşan ekonomik kriz ve akıl almaz boyutlardaki
enflasyon, sosyal demokrat partinin işçi hareketini kendi içinde
sonlandırması ve kitlelerin beklentilerine yanıt veremeyen sol
hareket. Ulusal onuru her açıdan ayağa kaldıracak bir lider
beklentisi. Ve sonunda o liderin, çılgın planları olan çapsız bir
faşistin 1933’te seçimle iktidara gelip yine ‘anayasa’ hükümlerine
dayanarak ‘anayasal düzene’ son verişi. Dolayısıyla Weimar
Anayasasına ‘şanssız bir anayasaydı,’ diyebiliriz sanırım.
İşte o faşist, daha sonra Nasyonal Sosyalist partinin lideri
olacak Adolf Hitler, Birahane Darbesi (Kasım 1923) ardından
cezaevinde ‘misafir’ edilirken (Alman yargısının gösterdiği anlayış
nedeniyle verilen cezadan daha azını yatmıştır!) ve o koşullarda
Kavgam’ı kaleme alırken, Türkiye Cumhuriyeti ilk anayasasını kabul
ediyordu.
Parlamenter sistem ile meclis hükümeti sisteminin karması olan,
meclis üstünlüğü ilkesini kabul etmiş, Osmanlı-Türk anayasal
gelişmelerinin tarihsel seyrine uygun bir anayasa metni. Anayasa’yı
hazırlayıp kabul edenler, 1923 seçimleri ardından kurulan II.
Meclis’in vekilleri. Hani şu, Mustafa Kemal’in muhalefeti büyük
ölçüde tasfiye ettiği, buna mukabil o Mustafa Kemal’e meclisi fesih
yetkisini vermeyecek kadar dirayetli vekillerden oluşan TBMM.
Şimdi nereden çıktı, bu karşılaştırma diyeceksiniz. 1933 tarihli
bir doktora tezinden.
Değerli okuyucu, bugün sözünü edeceğim kitap, yalnızca
araştırmacılar ya da meraklılar için bir armağan değil. Aynı
zamanda, beni mutlu eden, duygulandıran bir çalışma.
Eser, sevgili hocamız Nermin Abadan Unat’ın. Kapakta, kitabın
hazırlığında Hoca’ya çok yardımcı olmuş ve titizlikle emek harcamış
Alisait Yılkın’ın da adı var. Ancak ‘yayına hazırlayan’ iki kişiden
biri olan değerli Ali Sait Yılkın’ın kusura bakmayacağını tahmin
ederek, yazının geri kalanında Nermin Abadan Unat’ın adıyla
ilerleyeceğim.
Nermin Abadan Unat
Kitabın başlığı “Kırım’dan Gelen Bir Aydının Seçilmiş
Yazıları.” On İki Levha Yayınlarından, Mayıs 2017’de
çıktı.
Kırım’dan gelen aydın, rahmetli Yavuz Abadan. Nermin Hoca’nın
eşi. Nermin Hoca, 1921 doğumlu. Allah sağlık ve ömür versin,
hocamız şu anda 97 yaşında ve Yavuz Abadan için, onun doktora
tezini Almanca’dan çevirerek böyle bir derlemeyi, 95 yaşındayken
hazırladı. Herhalde, bu kitap üzerine yazıyor oluşumun beni neden
duygulandırdığını yeteri kadar anlatabilmişimdir.
Derleme’de, Hoca’nın, Yavuz Abadan ve kendisiyle onun hikâyesi
hakkında verdiği öğretici ve zevkli bilgilerin ardından, Abadan’ın
farklı konulardaki düşüncelerine, yazılarına yer veriliyor.
Tanzimat Fermanı hakkında, akademik özgürlükler hakkında, yüksek
öğretimde hukuk ve siyaset bilimlerinin değeri hakkında, siyasal
partiler, baskı grupları ve siyasi partiler kanunu hakkında,
Lozan’ın özgünlüğü hakkında... Bu yazıların hepsini öneririm ancak
özellikle uzunluğuyla meşhur (395 madde ve ekleri!) Hint Anayasası
ile ilgili makaleyi okumalısınız, çok yararlı olacaktır.
Burada her birini anlatma olanağım yok. Bu yüzden, çalışmanın
merkezindeki yazıyı, Yavuz Abadan’ın doktora tez konusunu seçtim.
1933’te, Hitler’in iktidara geldiği yılda, Almanya’da Heidelberg
Üniversitesi’nde Gerhard Jellineck başkanlığındaki jüri tarafından
kabul edilmiş doktora tezinin başlığı: Türk ve Alman
Cumhurbaşkanlarının Yetkileri Konusunda Karşılaştırmalı Bir
İnceleme.
Yavuz Abadan
1924 Anayasası’nda cumhurbaşkanının konumu hakkında bilgi sahibi
olmak, bugün açısından özellikle önem taşıyor. Osmanlı-Türk
anayasal gelişmesinde her zaman ‘meclis üstünlüğü’ ilkesi
egemendir. 1876 Teşkilat-Esasiye’de II Abdülhamit’in etkisiyle
sultan son derece güçlü yetkilerle donatılmış olsa da, 1909 anayasa
değişiklikleriyle meclisin yetkileri artırılmış ve o tarihten, 16
Nisan 2017 yılına dek, meclis üstün olmuştur. Bu satırlar
yazılırken yürürlükte olan ve müelliflerince ‘Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi’ olarak adlandırılan, eşi benzeri olmayan ‘durum,’
cumhurbaşkanını meclisin meclis karşısında daha güçlü, etkili hale
getirmiştir. Dolayısıyla, 2017’deki değişikliğin anayasa tarihimizi
ters yüz etmeye dönük bir çaba olduğunu rahatlıkla söylemek
mümkün.
Oysa, Cumhuriyet’in kurucusu ve sonraki devlet başkanları,
halihazırdaki anayasa ile karşılaştırılamayacak ölçüde ‘sınırlı’
yetki sahibiydi. Cumhurbaşkanlığı, her ne kadar 1961 Anayasası ile
gerçekten sembolik bir makama dönüştürülmüş olsa da, 1924
Anayasası’ndaki konumunun çok güçlü olduğunu söylemek mümkün değil.
Bu anayasa döneminde, devlet başkanlarının etkili oluşlarının
nedeni anayasal yetkilerinden çok, tarihsel değerleriydi. Atatürk,
İnönü ve Bayar... Buna mukabil üçü de, asıl iradenin parlamentoda
olduğunun bilinciyle hareket etmişlerdi.
Yavuz Abadan, iki anayasanın karşılaştırmasına, Osmanlı-Türk
anayasa macerasını özetleyerek başlıyor. Ardından 1924 Anayasasına
varıyor ve çalışmanın sonuna dek, cumhurbaşkanlığına dair her
hükmü, Weimar Anayasası’nın ilgili düzenlemesi ile
karşılaştırıyor.
Öncelikle şunu söylemekte yarar var, Weimar’daki
cumhurbaşkanlığı makamı çok daha güçlüdür. 1924 Anayasası’na göre
cumhurbaşkanı ancak TBMM üyeleri arasından ve bir seçim dönemi için
seçiliyordu. Seçim dönemi dört yıldı. Demek ki her dört yılda bir
TBMM yeniden cumhurbaşkanı seçiyordu ve eğer erken seçim yapılırsa,
cumhurbaşkanının görev süresi yine meclisle birlikte sona eriyordu.
Bir kişinin birden çok seçilmesinin önünde bir engel de yoktu.
Almanya’da ise devlet başkanı ‘halk’ tarafından ‘yedi’ yıllığına
seçiliyordu. Bu tercih, Amerikan sistemi ile Fransız sisteminin
karmasıydı. Cumhurbaşkanının seçimi bakımından başkanlık, yürütme
ile yasama organlarının ilişkisi bakımından parlamenter sistemin
nitelikleri söz konusuydu. Söz konusu seçim tercihi, devlet
başkanının sistem içindeki konumunu kaçınılmaz biçimde
güçlendiriyordu. Yine Türkiye’den farklı olarak, seçilecek kimsenin
milletvekili olması koşulu yoktu ve yaş sınırı otuz değil, otuz beş
olarak belirlenmişti. Bir önemli fark ise Almanya’da kadınların da
cumhurbaşkanı seçilebilme hakkına sahip olmalarıydı. Anayasamızdaki
‘her Türk erkeği’ ile Weimar’daki ‘her Alman’ ifadeleri… 1924
metninin ilginç yanlarından biri de, cumhurbaşkanı seçimi için
herhangi bir oy toplamı aranmamasıydı. Ne Anayasa’da ne İçtüzük’te
ilgili hüküm vardı. Buna mukabil, cumhurbaşkanı her zaman oy
birliğiyle seçilmiştir.
Alisait Yılkın
1924’te ‘anlamlı’ düzenlemelerden biri, cumhurbaşkanı yeminine,
parlamento görüşmelerinde yapılan bir ‘ek’tir. Buna göre
cumhurbaşkanı, yalnızca cumhuriyetin yasalarına değil, aynı zamanda
‘milli hakimiyetin ilkelerine’ saygı gösterip savunmakla
görevlidir. Almanya’daki yeminin ilginç bir özelliği ise,
cumhurbaşkanı yeminine eklenen ‘dinsel’ ifadedir. Cumhurbaşkanı,
yeminini başına ya da sonuna istediği dinsel ifadeleri ekleyebilir.
Abadan’a göre Türk anayasasının bu konudaki ‘suskunluğu’ olumsuz ve
aşırı bir tutumdur. Nitekim Nisan 1928’de yemin metninde yapılan
değişiklikle ‘Allah’a sığınarak’ ifadesi, ‘Şerefim üzerine’
şeklinde değiştirilmiştir. Abadan, bu konuda Weimar metninin daha
makul olduğu kanısında.
Aradaki önemli ayrımlardan biri, 1924 Anayasası’nda
cumhurbaşkanı milletvekili olabiliyorken (TBMM müzakere ve
toplantılarına katılamıyordu) ve cumhurbaşkanlığından çekilirse
milletvekili sıfatı devam ediyorken, Alman cumhurbaşkanına
milletvekilliği yasak edilmiştir; ancak bir partiye üyeliği varsa,
devam ettirebilir.
Bir diğer önemli konu, her iki anayasadaki cumhurbaşkanının,
parlamento karşısındaki konumlarıdır. 1924 Anayasası’nın
taslağında, cumhurbaşkanının ‘seçim kararı’ (fesih yetkisi)
verebileceği yer alıyordu. Öneri, TBMM’de çok hararetli
tartışmalara neden oldu ve sonunda büyük çoğunlukla reddedildi.
TBMM, ulusun ‘gerçek’ temsilcileri olduğu ilkesinden ödün vermeyi
reddetti. Unutmamak gerekir; fesih yetkisinin verilmediği kişi,
Mustafa Kemal’di! Abadan’a göre, meclisteki tartışmalarda, fesih
yetkisinin padişahlar tarafından kötüye kullanılması durumu da göz
önünde bulundurulmuş olmalıdır. Oysa Weimar Anayasası’nda
cumhurbaşkanının meclis seçimlerini yenileme yetkisi, eski anayasa
döneminin hükümdarından daha geniştir. Abadan’a göre, “Almanya’da
Cumhurbaşkanı’na tanınan kayıtsız şartsız fesih hakkı, kendisini
‘Anayasa’nın bekçisi ve Alman Cumhuriyeti’nin hak ve
hürriyetlerinin gerçek koruyucusu’ sıfatı ile parlamentoya karşı
konum almasını mümkün kılmaktadır.”
Cumhurbaşkanlarının yasama sürecindeki payları da farklıdır.
Örneğin Türk cumhurbaşkanı bir yasayı yalnızca bir kez daha
görüşülmek üzere ‘geri gönderme’ yetkisine sahipken, Alman
cumhurbaşkanı geri gönderdiği yasayı belli koşulların oluşması
durumunda halkoylamasına sunar. Abadan, hükümet üyelerinin seçimi,
bakanların affı, kabineye başkanlık, düzenleyici işlem yapma
yetkisi, memurların atanması gibi konularda da karşılaştırmalar
yaparak, Alman cumhurbaşkanının pek çok konuda Türk
cumhurbaşkanından daha yetkili olduğunu ortaya koyuyor.
Nasıl olsa okursunuz diyerek daha fazla ayrıntıya
girmiyorum…
Son olarak, Hitler’in anayasal sistemi ‘askıya almasına izin’
eden, meşhur 48. maddeyi, Anayasa’daki ‘diktatörlük yetkisini’
hatırlatarak bitirmek istiyorum.
Weimar Anayasası’nın 48. maddesine göre, ‘eyaletler anayasal
görevlerini yerine getirmezse ya da kamu düzenin ciddi bir tehditle
karşı karşıya kalırsa,’ cumhurbaşkanı (kuvvet kullanmak dahil),
gerekli gördüğü önlemleri alabiliyordu. Söz konusu ‘diktatörlük’
yetkisini, 1924 Anayasası’na göre belli koşullarda ilan edilebilen
idare-i örfiye ile karşılaştırmak doğru olmaz. Almanya’da, burada
anlatılmasına gerek olmayan ‘Prusya sorunu’nun Naziler tarafından
fırsata çevrilmesinin ardından (Alman yargısının büyük
katkısıyla!), 1933’te Hindenburg Hitler’i başbakan (şansölye)
olarak atadı. Hitler, bir bahaneyle (Reichstag yangını) 48. maddeye
başvurarak hak ve özgürlükleri askıya aldı.