Hindistan'daki 'karantina ölümleri' ne anlama geliyor?
Hindistan'da hükümetin korona virüsüne karşı aldığı önlemler, ülkedeki sınıf, kast, cinsiyet ve din temelli bölünmeleri derinleştirdi. Karantinada ölüme terk edilen, ezilen milyonlarca insanın görünüşteki pasif, kaderci tavrı yeni bir boyun eğme işareti mi, yoksa sadece fırtına öncesi sessizlik mi?
Jayati Ghosh
Şubat ayında, 12 yaşındaki Jamlo Makdam, Telangana’daki biber tarlalarında bir tarım işçisi olarak çalışmak ve günlük 200 rupi (yaklaşık 18 TL) kazanmak için Hindistan’ın Chhattisgarh eyaletindeki evinden ayrıldı. Fakat 23 Mart sabahı, -ülke çapındaki yüz milyonlarca diğer insanla birlikte- birdenbire çalışmasına izin verilmediğini öğrendi. Başbakan Narendra Modi, bir önceki akşam Hindistan’ın acımasız biçimde karantinaya alındığını duyurmuş, yalnızca dört saat önce haber vererek tüm ekonomik faaliyetleri, hatta tüm seyahatleri de durdurmuştu. Toplu taşıma araçları yoktu, insanların yollarda yürümesine izin verilmiyordu, dükkan veya işyerleri açık değildi; ve Hindistan’da hiçbir yasal ya da sosyal koruması olmayan 450 milyon kadar kayıt dışı işçinin hiçbir geçim şansı yoktu.
KARANTİNA ÖLÜMLERİ YOKSULLARI VURDU
Jamlo bir süreliğine eve götürmek üzere biriktirdiği parayla geçindi. Ne var ki, birkaç hafta içinde parası tükendi ve yiyecek ya da nakit şeklinde herhangi bir yardım almadığından, o ve arkadaşları açlıkla yüz yüze geldi. Umutsuzca, eve doğru uzun bir yürüyüşe başladılar; üç gün üç gece boyunca ormanlar ve tarlalarda 150 km yürürken, polisler tarafından yalnızca yola çıkmaya cesaret ettikleri için bile durdurulup cezalandırılabilecekleri otoyollardan uzak urdular. Ne var ki, 18 Nisan günü susuz ve aç haldeki Jamlo, evinden sadece birkaç saatlik mesafede yere yığılarak can verdi.
Jamlo, Covid-19’a karşı devletin hem insani bir felaket yaratan hem de hastalığın durmaksızın yayılmasını durduramayan acımasız devlet tepkisinin bir sonucu olarak, 1000'e ulaştığı tahmin edilen ve giderek artan sayıdaki “karantina ölümlerinde” bir başka istatistik haline geldi. Hindistan’da, salgınla başa çıkma çabası asla 'hayat kurtarmaya karşı geçim sıkıntısı' ile ilgili olmadı: Bazı hayatlar diğerlerinden çok daha ucuz olduğundan, hayatlara karşı hayatlar söz konusuydu ve böyle olmaya da devam ediyor. Hindistan, bir süredir ekonomik eşitsizlikler ve sosyal ayrımcılık konusunda dünya lideri konumunda; salgın politikalarının ortaya koyduğu tepki bu durumu ön plana çıkarırken, daha yeni ve daha tatsız unsurları da beraberinde getirdi.
VİRÜSÜ ÜLKEYE TAŞIYAN ZENGİNLER YOKSULLARI SUÇLUYOR
Hastalık Hindistan’a, nüfusun yurtdışına seyahat edebilen ve en iyi koşullarda yaşayan yüzde 2’lik kesimi aracılığıyla girdi. Buna karşın, yoksullar orantısız bir şekilde acı çekmek durumunda kaldı ve şimdi, giderek artan bir şekilde, salgının yayılmasından dolayı suçlanıyorlar.
Kast sistemine dayalı hiyerarşik Hinduizm’in bir parçası olan kirlilik, saflık ve damgalamaya dair asırlardır süren uygulamalar, sağlıkla ilgili kaygıların ayrımcı davranışları kabaca meşrulaştırmasıyla, 'sosyal mesafe' adı altında başka bir amaca uygun hale getirildi. Seçkin ve orta sınıfın tutumları utanç vericiydi: Sağlık çalışanlarını kutlamak için ikiyüzlü bir şekilde tencere tava çaldılar ama daha sonra bu insanları salgının nedeni olarak damgaladılar ve toplum sağlığı ve bakım hizmetleri en kötü durumda olan çalışanlara nakit yardımı yapılmasını ya da koruma sağlanmasını akıllarına bile getirmediler.
Toplumsal tepkiler hâlihazırda eksikken, hükümetin tepkileri daha da kötüydü. (Kerala Eyaleti gibi onurlu istisnalar da söz konusu.) Merkezi hükümetin halk sağlığına yaklaşımı cimrice, beceriksizce ve duyarsız bir şekilde oldu. Çin ve Avrupa’dan kopyalanan tecrit politikaları, Hindistan nüfusunun büyük bir kısmının yaşadığı gerçekliğe yabancıdır. Sosyal -daha doğrusu fiziksel- mesafe, kalabalık ve tıklım tıklım evlerde, bir odada beş veya daha fazla kişiyle yaşayan insanlar tarafından gerçekleştirilemez. Temiz suya erişim sınırlı olduğundan sık sık el yıkamak bir lüks ve suya kadınlar ve kız çocukları tarafından yapılan uzun ve zorlu yolculuklar sayesinde ulaşılıyor. Ancak memur sınıfı bu yönergeleri düzenlemeye ya da yoksul insanların bu hedeflere ulaşmasını mümkün kılmaya gerek görmedi. Ve hastalığa yakalanan insanların tedavisi büyük ölçüde gelirlerine göre değişiyor: Kamu hastaneleri aşırı kalabalık ve aşırı zorlanıyor; özel olanlar ise akıl almaz ücretler talep ediyorlar.
HER ŞEYİ ÜRETENLER HİÇBİR ŞEYDEN FAYDALANAMIYOR
Hindistan’daki kasaba ve kentleri inşa eden, çeşitli hizmetleri sağlayan tahminen 100 milyon veya daha fazla kır-kent kökenli göçmene yönelik resmi tutum daha da çarpıcıydı. Karantinanın başlarında, yurt dışında mahsur kalan Hintliler için özel dönüş uçuşları gerçekleştirildi. Buna karşın iç göçmenler iki ay boyunca böyle bir destek göremedi; geçim haklarından mahrum bırakıldılar ve yalnızca -ve nadiren- en değersiz desteği aldılar. Çaresizlik içinde, el arabaları, konteynerler ve çimento mikserleri üzerinde yolculuk yaptıklarında veya eve gitmek için yüzlerce kilometre yürüdüklerinde dayak yediler, gözaltına alındılar, üzerlerine dezenfektan püskürtüldü ve hatta trenlerin hareket etmesine izin verilmediğini düşünerek üzerinde uyudukları tren raylarında can verdiler.
Ülke çapında gün batımından şafağa kadar süren (halk sağlığı mantığıyla hiçbir ilgisi olmayan) keyfi sokağa çıkma yasakları, onları aşırı sıcak güneşin altında yürümeye mecbur etti. Nihayet bu tür göçmenler için özel tren seferleri başlatıldığında, yaklaşık iki ay karantinada yaşayan yoksul işçiler bilet almak, enfeksiyona maruz kalmak ve daha sonra tam bilet ücreti ödemek üzere çok sayıda istasyonda toplanmak zorunda kaldı. Bu trenlerdeki koşullar genellikle çok korkunçtu; yiyecek ve su temini olmadan aşırı sıcakta yapılan yolculukları gecikmeliydi ve mayıs ayında, yalnızca 10 gün içerisinde, 80 kişi vagonlarda öldü.
Şu anda yaklaşık 100 milyon ton gıda tipi tahıl stokuna sahip olan Hindistan’ın kamu dağıtım sistemi, yeni ortaya çıkan aç insanları beslemek amacıyla kullanılabilirdi. Buna rağmen, açlığa dair emareler büyüdükçe bile ücretsiz dağıtım için yalnızca küçük miktara onay verildi ve bu iğrenç cimrilik, gıda stoklarının bir kısmının el dezenfektanları yapımında kullanılan etanole dönüştürülmek üzere satılmasıyla durum daha da kötü bir hal aldı. Bu arada, Covid-19’a yönelik tek bir amaç güden odaklanma, yoksulların diğer sağlık kaygılarının göz ardı edilmesi veya daha az dikkat edilmesi anlamına geliyordu. Tüberküloz, Hindistan’daki yoksulların en büyük katili olagelmiştir; ancak birçok tüberküloz hastası tedaviye erişim sağlayamadı. Çocukların aşılanmasında ve hastanede yapılan doğumlarda yüzde 40 oranında düşüş görüldü.
GÖRÜNÜRDEKİ 'KADERCİLİK' FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK Mİ?
Covid-19’a yönelik idari tepkilerin sınıf, kast, cinsiyet ve hatta din temelli eşitsizlikleri yoğunlaştırdığı pek çok başka yön söz konusudur. Buna karşın, anket oranları Modi ve muhalefete (siyasi partiler, sendikalar ve toplumsal hareketler de dahil olmak üzere) destekte pek bir düşüş göstermiyor gibi görünüyor. Ezilen milyonlarca insanın mevcut görünüşteki pasif, kaderci tavrı yeni bir boyun eğme işareti mi, yoksa sadece fırtına öncesi bir sessizlik mi?
*Jayati Ghosh, Yeni Delhi’deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nde ekonomi profesörüdür.
Makalenin orijinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)