Hindofobia

Hollanda ve diğer ülkeleri de kattığımızda Avrupa genelinde Hindu nüfusunun 1,4 milyonu geçtiği sanılmakta. Sonuçta onların da bir alt kültürü, Batılılara ilginç veya itici gelen adetleri var. Öyleyse neden bir ‘Hindophobia’ yok? Halbuki geçmişte vardı. Ne oldu da roller değişti?

U. Töre Sivrioğlu ulastoresivrioglu@gmail.com

Okuyucuları sıkmak pahasına son birkaç yazıdır İslamofobi meselesini ele almaktayım. Geçen hafta bu konu hakkında Geisser’in bir kitabını değerlendirmiştik. Geisser’in Fransız aydınlarının çoğu gibi öncelikle bu alanda yaşanan meselelerden Fransa’yı ve genel olarak Batı kültürel kodlarını sorumlu tuttuğundan söz ettik. Aslında bu oldukça anlaşılır ve saygın bir durum. Belirli bir meselede Avrupalı düşünürler öncelikle kendilerini eleştiriyor, önceliği özeleştiriye veriyor. Peki biz ne yapıyoruz? Biz de Avrupalıları eleştiriyoruz. "Tabii ki Avrupalılar suçlu yoksa bizde ne sorun var" felsefesine sahibiz. Bu vaziyet tıpkı meşhur bir Soğuk Savaş fıkrasına dönmüş durumda. Bir gün Amerikalı bir gazeteci Sovyet meslektaşına ‘Bizde basın hürriyeti ve ifade özgürlüğü vardır, mesela biz Başkan Nixon’u istediğimiz zaman istediğimiz şekilde eleştirebiliriz’ demiş. Sovyet gazeteci de ona ‘Eee ne var ki bunda bizde Nixon’u istediğimiz gibi eleştiriyoruz’ diye cevap vermiş.

Gerçi fıkra olarak andığım bu olayın canlı bir örneğini İran’da yaşamıştım. Tebriz’de bir otelde kalırken açık olan televizyonda Trump’la alay eden Amerikalı siyahi bir komedyenin programı Farsça alt yazıyla yayınlanmaktaydı. Komedyen Trump’ın taklidini yapıyor, küçük düşürücü fotoşoplarla espirilerini süslüyordu. Trump şekilden şekile sokulmuştu. İran televizyonu da bunu ‘Bakın Amerikalılar Trump’la nasıl da dalga geçiyorlar, kendi ülkesinde bile alay edilen bir başkandan ne beklenir?' modunda yayınlamaktaydı. Peki, İranlı bir komedyen benzer bir programı kendi ülkesinde kendi siyasetçileri hakkında yapabilir miydi? İran tv’si bunları yayınlarken aslında bilmeden ‘özgürlükler ülkesi’ imajına hizmet ettiğinin farkında mıydı? Bunları bilemiyorum.

Neyse İslamofobi meselesi hakkında tutumumuz bu. Henüz bir özeleştiri geleneği bu mevzuda oluşmadı. Oluşmasını da pek beklemiyorum. Ama belki küçük adımlar atılabilir. Mesela bundan seneler önce çalıştığım kamu okulunda farklı disiplinlerden öğretim görevlileri Avrupa’da yükselen ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi hakkında bir tür ‘beyin fırtınası’ yapmışlardı. Sonuçta pek fırtına oluşmadığı gibi, esen lodoslarda gene ihale Avrupalıların üstüne kalmıştı. Sorun basitti: İslamofobinin nedeni Avrupa’da yükselen sağ partiler, ırkçılık ve yabancı düşmanlığıydı. Söz sırası bana geldiğinde İslamofobi ile yabancı düşmanlığının aynı küme içinde yer alıp almadığından emin olamadığımı bu konuda kesin konuşabilmek için Avrupa’daki Müslümanlara dönük bakış açısı ile diğer göçmenler/yabancıların durumunun mukayese edilmesi gerektiğini söylemiştim. Kimsenin benim gibi düşünmediğini genel bakışma ve sessizlikten anlamamdan hemen sonra da bu yönde çalışmalar var mı diye sormuştum. Ama konuyla benden daha ilgili olan öğretim görevlileri henüz bu türden bir çalışma olmadığını söylediler. Nihayet onlardan biri yayınlandı ve az sonra da bu çalışmada söz edeceğim. Ama önce kısa bir giriş yapalım.

Geçen hafta incelediğimiz Geisser’in metninden neden yabancı düşmanlığının adım adım bir Müslüman karşıtlığına dönüştüğünü öğrenememiştik. Mesela bugün Birleşik Krallıkta 800.000 dolayında Hindu yaşadığı tahmin ediliyor. Hollanda ve diğer ülkeleri de kattığımızda Avrupa genelinde Hindu nüfusunun 1,4 milyonu geçtiği sanılmakta. Sonuçta onların da bir alt kültürü, Batılılara ilginç veya itici gelen adetleri var. Öyleyse neden bir ‘Hindophobia’ yok? Halbuki geçmişte vardı. Bundan 150 sene önce Britanyalıların gözünde Hindular kadınlarını canlı canlı yakan, çivili yataklar üzerine uyuyan, ‘ineğe tapınan’ çılgınlar olarak görülürken; Müslümanlar daha ‘aklıselim’ bir topluluk olarak kabul edilirlerdi. Ne oldu da roller değişti? Neden biz bugün bir “Hindophobia” meselesi konuşmuyoruz? Mesela geçen haftaki yazıda satın aldığı markette domuz eti ve içki satışını kaldıran Müslüman girişimcinin yarattığı krizden söz etmiştik. Bunun Hindu bir mübadili var mı? Ben bundan gayri bu markette inek etini sattırmam, kimseye de inek eti yedirtmem diyen bir Hindu? Okul kantinlerinde inek etinin yasaklanması için yapılan kampanya yapan Hindu dernekleri, örgütleri var mı? Bu soruların cevabını bilmiyorum. Zira hayatımda hiç Avrupa görmediğim (Edirne’yi saymazsak) gibi hiç Hindu da tanımadım. Hinduların bolca yaşadığı yerlerde bulunan okuyucular bu konuda bana bilgi verirlerse sevinirim.

Bir anlığına şöyle bir manzara da aklıma gelmiyor değil... Avrupa’da okul kantinlerinde domuz eti satılmasını yasaklatmaya çalışan Müslüman velilerle, inek etini tabu olarak gören Hindular ve her nevi koşer olmayan eti tabu gören Yahudi aileler ele ele verseler herhalde veganistler bayram ederdi. Tavukçuluk sektörünün anavatanında yaşayan bir Güney Marmaralı olarak tüm dinlerden aileleri bu yöndeki çabalarını birleştirmeye davet ediyorum! Yeter ki her türden etin yenmesine karşı olan Jaynistleri bu birliğe almayalım.

Şimdi ütopik dünyamızdan yine gerçeklere dönebiliriz. Mercek altına aldığımız ülke olan Fransa’ya dönelim. Bugün Fransa’da 1 milyonu aşkın –eski adıyla- Hindiçinli yaşıyor. Beş yüz bin Kamboçyalı, dört yüz bin Vietnamlı, iki yüzbin Laoslu... Bunlar zamanında Güneydoğu Asya’daki Fransız sömürgelerinden çalışmak için gelen ya da komünist devrimlerden kaçan insanların torunları. Bazıları Katolik olmakla birlikte yüzde 70’inden fazlası Budist. Bu insanlar, Fransa’nın her tarafını lokantaları, kültür merkezleri, pagodaları, dövüş sanatları kulüpleriyle vb ile doldurmuş, Fransız kültür ve sanatının her köşesini tutmuş durumdalar. Öyleyse neden Fransa’da bir Indochinoisophobia yok? Sorun Geisser’in iddia ettiği üzere Fransız ırkçılığından kaynaklanıyorsa –ki Fransız ulusu tanımı hiçbir zaman ırk/renk veya kan üzerinden gelişmedi, bu tanım her zaman kültür milliyetçiliği minvalinde kullanıldı- o halde Hindiçinlilerin bu başarılı uyum sürecini nasıl açıklamalıyız? Gerek Türkiye’de gerekse tüm Müslüman ülkelerde entelektüeller, kültür kuramcıları, ‘sosyologlar’ vb bu mukayeseleri yapmaktan inatla kaçınıyorlar. Ancak sorunu sırf Avrupa’da yükselen ırkçılığa bağlamadan önce farklı toplulukların uyum tartışmalarına mercek tutmak gerekmekte.

Aslında bu konuya ‘sosyologlardan’ çok daha iyi mercek tutan yine Fransız sineması. 2014 yapımı Fransız komedisi Qu'est-ce qu'on a fait au Bon Dieu adlı yapımda Fransa’nın altın yıllarında yetişmiş Degaulle’cu, merkez sağcı bir babanın dört kızının dört farklı azınlık grubundan damatla (Müslüman, Yahudi, Çinli ve Katolik Afrikalı) evlenmesi işleniyor. Cezayirli Müslüman olan damat ile Sefarad Yahudisi olan damat her an her konuda kavga ediyorlar. Onları sakinleştirme ve ayırma görevi ise genelde soğukkanlı bir karakter olarak resmedilen Çinli damada düşüyor.

Qu'est-ce qu'on a fait au Bon Dieu filminde damatlar.

Adını akılda tutmanın mümkün olmadığı filmin verdiği mesaja dair faydalı bir kitaptan, Kenan Sevinç’in çalışmasından(1) söz edeceğim. Kenan Sevinç çoğu araştırmacının tenezzül etmediği karşılaştırmalarla konuyu benim için anlaşılır hale getirmiş. Verdiği grafikler Avrupa’da yaşanan İslamofobi’nin yabancı düşmanlığının basit bir türevi olmadığını, konunun bunun çok ötesine taşındığını gösteriyor.

Kitapta Avrupalıların yabancılara nasıl baktıklarına dair veriler var. Mesela deneklere kadınların aleyhine çeşitli inanç gruplarından derlenmiş ön yargılar okutulmuş ve kadın karşıtı söylemlerin hangi dine ait olabileceği söylenmiş. Frenklerin yüzde 61’i Müslümanların kadınları baskıladığını söylemiş. Oysa aynı Frenklerin sadece yüzde 25’i Hinduların da kadınları baskı altına aldıklarını söylemiş ki bu da yüksek bir oran aslında. Katı bir inanç biçimi olarak tanınan Sihliğin de kadınları baskı altında tuttuğuna inanan Frenk oranı yüzde 16. Avrupalıların sadece yüzde 7’si Budistlerin kadınları baskı altında tuttuğuna inanıyormuş. Demek ki kadın meselesinde en kötü imaja sahip olan Müslümanlar... Hindu ve Sihler onları takip ediyor. Budistlerin karnesi iyi.

Frenk ahalisine din-terör ilişkisi sorulmuş. Ahallinin yüzde 43 İslam’la terör arasında bağ var demiş. Hindular bu konuda kendilerini kurtarıyorlar. Frenklerin sadece yüzde 7’si Hinduizmle terör arasında bağ var demiş. Budistler ‘en zararsız’ imaja sahip topluluk. Avrupalıların sadece yüzde 5’i Budistleri terörle iliştirmiş. Müslümanları radikal, aşırı buluyor musunuz sorusuna Frenkler yine Müslümanları birinci sıraya oturtarak yüzde 50 oranında evet cevabı vermişler. Hinduları aşırı radikal bulanların oranı yüzde 16, Sihler de onları takip ediyor (yüzde 12), Budistler yine mahallenin masum çocuğu. Avrupalıların sadece yüzde 10’u Budistleri radikal ve aşırıcı olarak görüyormuş. Uçak kaçırma olayları ile dini toplulukları eşleştiren enterasan bir soruda da Frenklerin yüzde 41’i  x olayındaki hava korsanlarının Müslüman olabileceğini söylemiş. Hindu ve Sihlerin uçak kaçırabileceğine inananlar sadece yüzde 4. Avrupalıların uçak kaçırmayı beceremeyeceklerine inandıkları topluluk yine mahallenin ‘uslu çocukları olan Budistler (yüzde 1,8).

Bunlar olumsuz ‘sterotipler’. Bir de bunların olumluları var. Olumsuz sterotiplerde Müslümanlar birinciliği açık farkla kazanırken, olumlu sterotiplerde sonuncular. Mesela ‘Müslümanlar demokrasi yanlısı mıdır’ sorusuna verilen olumlu cevap sadece yüzde 14.  Hindular ve Sihler de pek demokrasi taraftarı gibi görünmüyorlar (yüzde 23-24). Budistler bile yüzde 34’le birinci olsalar da yine de demokrasiyi içselleştirmiş imajına sahip değiller. Müslümanlar iyi vatandaşlar mıdır sorusunda Frenklerin yüzde 46’sı olumlu cevap vermiş. Bu da Müslümanların günlük yaşamda işinde-gücünde insanlar olarak algılandıklarına işaret ediyor. İyi vatandaşlıkta Müslümanlar ile Hindular (yüzde 47), Sihler (yüzde 49) yakın orandalar. Ama ‘en iyi göçmen vatandaş' yine Budistler (yüzde 56). Müslümanlar modernlik yanlısı mıdır sorusuna olumlu cevap sadece yüzde 14. Diğerleri de pek modern görünmüyorlar: Hindular (yüzde 21), Sihler (yüzde 18), Budistler (yüzde 27). Yani Asyalılar da pek ‘modern bir imaj’ yaratamamışlar. En belirgin sorulardan biri de barışçıllık üzerine... Müslümanlar barışçıl mıdır sorusuna olumlu cevap yüzde 32. Hindular (yüzde 39) Sihler (yüzde 36) için de oran şöyle böyle. Budistler barışçıl mıdır sorusuna verilen Evet cevabı ise yüzde 67. Muhtemelen ankete Hıristiyanlık da eklense bu rekoru geçemezdi. Müslümanlar dürüst, güvenilir insanlar mıdır sorusuna verilen olumlu cevap ortalaması yüzde 36 oranında. Hinduların oranı da yakın (yüzde 37), Sihler için yüzde 38. Budistler için ise  yüzde 54.(2)

Bu oranlar ne ifade ediyor ? Bir kere Avrupa’da ağzınızla kuş tutsanız dahi Batı dışı bir dünyadan geliyorsanız sizi asla tam olarak kabullenmeyen azımsanmayacak bir kitle var. Aşağı yukarı yüzde 30-40 dolayındaki bir kitle nazarında Budist, Müslüman, Sih olmanız pek fark etmiyor. Bir şekilde Batı normlarıyla uyumsuzluğu temsil ediyorsunuz. Gerçi bu anket dini kimliği ulusal kimliklerin önüne çıkarmasıyla baştan bazı sorunları da içermiyor değil. Bu sorular Hıristiyanlık için de sorulsaydı benzer oranlarda cevaplar çıkması muhtemeldi. Nitekim katılımcılara erkeklerin kadınlara üstünlüğünü savunan dini metinler okunup bunların hangi dine ait olduğu sorulduğunda katılımcıların kafası karışmış. İncil’den alıntılanan kadınlarla ilgili negatif bir metin okunduğunda katılımcıların yüzde 54’ünce bunun Hıristiyanlıkla ilişkili olduğu hemen fark edilmiş. Ama yüzde 31’i yine bunu İslami bir metin sanmış. İslami bir metin okunduğunda ise katılımcıların yüzde 40’ı bunun İslami bir metin olduğunu fark etmiş. Ama yüzde 34’ü de yine Hıristiyanlığa havale etmiş. Yani Avrupalılar kadınları ikinci sınıf olarak gösteren dini metinleri üç semavi Akdeniz dinine özellikle de İslam ve Hıristiyanlığa havale etmekteler.

Bu bakımdan yukarıdaki ankete Hıristiyanlık da eklense katılımcıların Hıristiyanlık hakkındaki olumsuz görüşlerinin oranlarının İslam’ın hemen arkasından yetişeceğini ve Hinduizm veya Budizm’in kesinlikle önünde olacağını tahmin ediyorum. Nitekim ankette farklı dinlerden toplanmış kadınlarla ilgili negatif söylemlerin havale edildiği dinler arasında İslam (yüzde 35) ve Hıristiyanlık (yüzde 30) yarış halinde.(3) Yahudilik (yüzde 20) hemen onların arkasında. Zaten bazı uzmanlar (şimdi adları aklıma gelmedi) İslamofobinin bu denli güçlü olmasının asıl sebebinin İslam’ın bir öteki olarak algılanmasından değil tam aksine Hıristiyanlığa en yakın mirası temsil etmesinden kaynakladığını düşünmekteler. Bu teoriye göre İslam, Batılılara kurtulmak için 400 sene mücadele verdikleri Katolik katılığın mirasını çağrıştırıyor. İslam ‘öteki’ olduğu için değil Avrupa’nın kendi geçmişini de hatırlattığı için seküler tabakanın bu denli hedef tahtasına oturuyor.

Hinduizm ve  Budizm kadın karşıtı imaja sahip değiller. Ankete katılanlardan sadece yüzde 12’si anti-kadın söylemlerden Hinduizm’i yüzde 3’ü de Budizmi sorumlu tutmuş. Ki aslında Hinduizm’in bu konudaki karnesi Ortadoğulu dinlerden pek de farklı değildir. Hatta kadını kışkırtıcı ve şeytani bir simge olarak görme konusunda Budizm de diğerlerinden pek geri kalmaz. Ancak anlaşılan günlük yaşamdaki tecrübeler nazariyenin negatifliğini baskılıyor.

Netice olarak bu anketler Frenk dünyasındaki algılarla ilgili ve olguları doğrudan yansıtma gibi bir niteliğe sahip değiller. Öte yandan İslamofobi denilen ‘algının’ sadece Avrupalıların yabancı düşmanlığından kaynaklanmadığını da göstermekte. Batı normlarında hayli farklı adetlere sahip olsalar da Avrupalılar Hindulardan ve Budistlerden ‘korkmuyorlar’. Daha ulusal bir din özelliği gösteren Hinduizm'e daha az sempati duymakla birlikte Budizm’e ilgililer.(4) Gerçi Batılıların Hinduizm ve Budizm’e olan ilgisi Schopenhauer’a kadar geri gider ve Beetle  kuşağıyla da doruk noktasına varmıştır. Yani Avrupalılar aslında Asya inançlarına ilgili ve meraklıdırlar. Nitekim eskiden İslam’a dönük ilgi de vardı ve İslam René Guénon ve Roger Garaudy gibi arayış içindeki tanınmış entelektüelleri kendine çekebiliyordu. 1970’lerin sonuna kadar İslam denilince Avrupa’da eli kılıçlı sakallı adamlar değil zihnini dinlendiren Sufiler akla gelmekteydi. İslamofobi’yi Avrupa’nın ‘genlerinde’ arayanlar geçmişte bu dine dayalı kültür ve medeniyetin Batı entelektüelleri arasında nasıl saygın bir yerde olduğunu anımsatmaktan bilinçli biçimde kaçınıyorlar ve Avrupa’da yaşanan değişimi reddederek insanları Haçlı Seferlerinden beri sabit kalmış bir Avrupa imgesine inandırmaya çabalıyorlar. Sonraki hafta insanları bu kurguya inandırmaya çalışan meşhur bazı tarihçileri ele alacağım.

NOTLAR:

(1)  Kenan Sevinç, Batıda İslamofobi ve Psikolojik Temelleri, Emin Yayınları, Bursa 2019.

(2) Sevinç, a.g.e. s.263-264.

(3) Sevinç, a.g.e. s.261.

(4) Fransa’da yapılan araştırmalarda 300.000 Katoliğin son yıllarda Budizm’e geçtiği ve 5 milyon Fransızın da kendini Budizm’e yakın hissettiği iddia edilmekte. Frédéric Lenoir, Le bouddhisme en France, Fayard, Paris:  1999.

Tüm yazılarını göster