Diriliş: Ertuğrul’un 50’den fazla ülke televizyonuna
satıldığını, halihazırda yurtta ve cihanda soft
power’ımızın esaslı bir içeriğini oluşturduğunu biliyor
musunuz? Bilmiyorsanız azarı yemeden öğrenmeniz gerekiyor. Zira
yedi düvelin izlediği, izlemekle yetinmeyip üzerine günce tuttuğu
bir diziden söz ediyoruz. Üstelik özgürlükler kraliçesi Hülya
Koçyiğit’in damadişkosu (torun kocası) başrolü oynuyor bu dizide.
Bu satırları yazarken aklıma Doğu Demirkol’un ünlü skeci geliyor hemen. Doğu’dan
esinle şöyle düşünüyorum: Dizide Ertuğrul’u canlandıran başrol
oyuncusu, her bölümden 150 bin TL alsaaa, ayda dört bölümden 600
bin TL. Karısı da öğretmen olsa, o da ayda 3 bin TL kazansaaa, eder
603 bin TL (karısı öğretmen felan değil mi? Neyse ney... Sonuçta
kazanıyordur bir şeyler). Abow hiç fena para değil, hiç fena bir
para değil. Sonra da kalksın bağzı münasebetsizler bu ülkede
özgürlük olmadığından söz etsin!
Bir ülke düşünün ki devletin bir nevi resmi dizisi olan bir
dizide oynayan bir aktör, kılıç sallayaraktan ayda 600 bin TL
civarı para kazanabiliyor. Öyle diyorlar. Ben Vatan’ın yalancısıyım...
“Ben vatanın yalancısıyım.” Ne güzel bir eğretileme oldu bea! Neyse
konumuz eğretilemeler değil, düzdeğişmeceler, pardon Düzyatanlar...
Kariyeri çok da şaşaalı olmayan bir aktöre bile bu şansı veriyor bu
ülke. İstemeyi bileceksiniz. Hangi baskıdan söz ediyorsunuz siz
şuursuzlar! Diriliş: Ertuğrul ise özgürlük de
Hülya’dır o kaar... Amerikan rüyası değil tabii bu. Türk
hülyası...
Kısacası, her şeyin başı şuur, o da Hülya Koçyiğit’te var
yalebbi şükür. Kendini bilmez dünya kadar sanatçı yayılıp
otururken, o hastalık sağlık demiyor, yıllardır oradan oraya
koşturuyor. ANAP döneminde milletvekilliğine aday oluyor. AKP
döneminde “akil insan” oluyor... Hükümet icraatları üzerine
demeçler veriyor. TSK’nın sınır aşırı hareketlenmeleri üzerine
herkeslerden önce destek yağdırıyor. Cumhurbaşkanımızın doğum
gününü bile ihmal etmiyor; Yavuz Bingöl, Orhan the
godfather ve super uber star Ajda Pekkan ile birlikte ziyarete
felan gidiyor. “Tabii damadişkosu da Diriliş’te oynuyor”
mu dediniz? Ne alakası var? Diriliş’in kastını
Cumhurbaşkanımız mı yapıyor?
Amerikan rüyası demişken, konumuza dönelim şimdi. Esas olarak
diziye bayılan bir ABD vatandaşından söz edecektim.
Bu hafta, bu sözünü edeceğim ABD vatandaşının yanında, bir de
bir Zaytung haberi maruz bırakıldığımız hayatlara bir özet geçti.
Birazdan o özete değineceğim ama hiçbir şey yazmayıp sadece bir
olaydan söz etsem, o da yeterdi aslında. Milletvekilliği düşürülen
HDP’li vekil Ahmet Yıldırım’ın bir fotoğrafını, öz geçmişini ve
mecliste yaptığı herhangi bir konuşmanın linkini şuraya sessizce koysam
da yaşadığımız özgürlükçü Türk hülyasına (ya da riyasına) dair bir
özet geçmiş olurdum.
Ahmet Yıldırım, İbrahim Ayhan ile birlikte, önceki gün vekilliği
düşürülen iki HDP’li siyasetçiden biri. Yıldırım aynı zamanda
tarihimizde Cumhurbaşkanına hakaretten dolayı vekilliği düşürülen
ilk isim oldu. Cumhurbaşkanımıza
gelince, o herkesi dilediğince “eleştirmekte” özgür. Mesela alçak,
zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen,
terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş
diyerek, “eleştirdiği” kişilerden biri de bir barış imzacısı olarak
bizzat benim. O kadar söyleyeyim... Bunların hakaret değil,
eleştiri olduğunu mahkeme tescilledi.
Üstelik mahkeme haber linkinde de göreceğiniz üzere, bunun “doğal
ve hayatın akışı gereği olduğunu” da ekledi. Hayat bu oraya da akar
buraya da akar... Bize de başka bir söz düşmez. Bu “eleştirilerin”
hemen ardından bazı ibişler defter dürme harekatı başlatmıştı. Bazı
mafyözler ise kanımızda duş almak gibi sapkın fantezilerini
ortalığa saçmıştı.
Sözün özü, eğer Cumhurbaşkanı değilseniz, kimseyi
eleştiremezsiniz. Cumhurbaşkanına hele hakaret etmeye hiç mi hiç
cüret edemezsiniz. Milletvekilliği sizi kurtarmaz.
Hülya Koçyiğit de sonuna kadar özgür bir ülkede yaşadığımızı
beyan ederken, vekilliği düşürülen onca HDP’li siyasetçiyi görmüyor
tabii. Bir halk otobüsünde, Cumhurbaşkanına hakaret içeren bir
sohbet yürüttüğü gerekçesiyle ihbar edilerek, gözaltına aldırılan
kadından da söz etmiyor. O bir star; kendi civarına, kendi aile
efradına bakıyor, maaile özgür olduklarını görüyor. Daha ne
görsün?
ABD’li vatandaşa gelince üşenmemiş Diriliş: Ertuğrul’u
sezonlarca izlemiş. Not tutmuş, bazı sözcüklerin Türkçe
telaffuzlarını öğrenmeye gayret etmiş.
Şöyle diyor mesela bu zirzop:
“Müslümanların tarafını tutmak çok kolaydı. Diziyi izlerken
dominant kültürün parçası olmayan herhangi bir insan gibi, ben de
büyük bir ikilemde kaldım. İyi adamların hepsi Müslüman ve kötü
adamların hepsi Roma Hristiyanları. Problem kimin tarafını
tutacağımı belirlemekti.
Şüphesiz Romalı Kardinal ve Tapınak Şövalyeleri ‘benim
adamlarım.’ Yani konu Konstantinopolis ve Kudüs’ün kontrolü olunca
domuz yiyicilerin tarafındaydım. Ama Ertuğrul’u izlerken aklıma bir
anda şu düşünce geldi: ‘Yok öyle iş.’ Daha 3. bölüme gelmeden o
katillerin tarafını tutmayı bıraktım.
Spoiler vermek istemiyorum ama 68. bölüme geldiğimde ‘Eğer
bu Avrupalı pisliğin kafasını kesmezlerse izlemeyi bırakacağım.’
dedim. Tahmin edin ne oldu? Adamın kafasını sonunda aldılar.
Kalabalıktan biri bağırdı: ‘Yüce adalet!’. Resmen ‘Allah büyük!’
diye bağırma noktasına geldim. Ama tabii bağırmadım çünkü saat
23:30’du ve yatağımda yatıyordum.”
Elin ABD’lisi birkaç sezonda işi bitirmiş, kemale ermiş. Şimdi
gelin de bu dizinin kıymetini anlamaktan ışık yılı kadar uzak
olanlara kızmayın ve de hakaret etmeyin. Zor değil mi?
Genç bir çift tanıyorum, Kore dilini tek kelime bilmedikleri
halde, internetten indirdikleri altyazısız filan Kore dizilerini
her gece sezon sezon tüketirlerdi. “Ne anlıyorsunuz bu dizileri
böyle izlemekten?” diye sorduğumda da “Her şeyi!” diyerek
şaşkınlıkla yüzüme bakarlardı. Kısacası bizim ABD’li de her şeyi
ziyadesiyle anlıyor. Çünkü bizim dizilerimiz bir de altyazılı. Bu
ABD’li “artık şükürle yatıp şükürle kalkıyorum” diyor. En sonunda
yedi düvel şükür edecek göreceksiniz... Soft power’dan söz
ediyoruz, vanilya powder’dan değil.
Son olarak günümü allak bullak eden diğer mevzudan söz edeyim;
bir Zaytung haberinden. Haberde şöyle diyor: “Suikast, katliam ve
terör çağrılarına rağmen herhangi bir ceza almayan Akit TV,
Türkiye'nin ilk ‘yasaiçi terör örgütü’ olmak için Adalet
Bakanlığı'na dilekçe verdi.”
Haberde “doğruluk,” “objektiflik,” “nesnellik” gibi, vakti
zamanında liberal basın ideolojisinin imkansız kriterleri, hedö
hödö diyerekten aşağıladığımız kriterlere bile hasret ettiler bizi.
Zaytung’lara bakakaldık böyle. Bugün artık gerçeğe bir parça olsun
yaklaşan bir haber arıyorsak, Zaytung ve Kaparoz gibi mecralardan
başka bakabileceğimiz bir yer yok. Öyle dümdük yazılamaz artık
hiçbir şey... Bunu da not ederek şu nereye gideceği belli olmayan
yazıya bir son vereyim.
Hişşt ses etmeyin; Koçyiğitler ve Alkoçlar maaile özgürler,
koçlar gibi... Bu riya bozulmasın!