Hititlerde kralların seçimi ve yönetim anlayışı
Binlerce yıl önce iktidarın ve gücün sınırlandırılması, denetlenmesi üzerine kafa yorulmuşken günümüzde Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu, iktidarın keyfiyetine göre işlevini kaybetmiş durumda.
Erdal Doğan*
Bu yazıda Hititlerde kralların seçimi, yönetim şekli ve denetimine dair iki tableti inceleyeceğiz. Biri Hitit Devleti Kralı Hattuşili’nin, kendisinden sonra tahtı Murşili’ye bıraktığını anlatan vasiyetnamesi diğeri ise tahta geçiş kurallarını düzenleyen Telepinu Fermanı.
Hattuşili, vasiyetnamesinde bazı olaylardan ve bu olaylar sonucu yaşadığı duygulardan bahseder; halefine devlet yönetimine dair tavsiyeler verir. Hattuşili vasiyetnamenin ilk bölümünde, oğlu Labarna’yı veliahtlıktan neden azlettiğini, kızının konumunu kötüye kullanıp, çeşitli yöntem ve araçlarla elde ettiği haksız mal ve mülküne ülke adına nasıl el koyduğunu; kızına yalnızca hayatını çok sade bir şekilde sürdürebileceği sınırlı bir mal-mülk bırakmış oluşunu ayrıntılı bir biçimde anlatır:
Büyük Kral Tabarna soylular topluluğuna ve ileri gelenlere seslendi…
Bakın, ben hasta oldum ve size genç Labarna’nın adını vermiştim;
O tahta geçecekti ve ben kral,
Onu oğlum yaptım, kucakladım ve yükselttim.
Her zaman onunla ilgilendim. Ancak bu çocuk nasıl davrandı,
Bu olacak şey değildi...
……
Kralın sözünü dinlemedi,
Anasının sözünü, o yılanın sözünü dinledi.
….
Her zaman onun iyiliğini düşündüm ve onu takdir ettim ama o benim, kralın isteğine sevgi ile karşılık vermedi…
Tüm duygularını ve hayal kırıklığını ayrıntılı bir şekilde dile getiren kral, tahtı Murşili’ye bıraktığını açıklar:
…….Bakın buraya, Murşili şimdi benim oğlum. Onu (Kral olarak) tanıyorsunuz.
Onu tahta oturtacaksınız.
Tanrı onun kalbini birçok iyi hasletlerle doldurdu.
Bir aslanın yerini, tanrı ancak bir aslana verir
……
Hattuşili veliahtı övdükten sonra sözlerini soylular topluluğuna yöneltir ve onlardan yeni kralı sevmelerini, saymalarını ister:
Bir savaş koptuğunda ya da başkaldırma olduğunda
Siz görevlilerim ve ülkemin büyükleri oğlumun yanı sıra olup ona yardımcı olunuz.
Ancak üç yıl sonra sefere çıkmalıdır. Daha şimdiden onu bir kahraman kral yapmak arzusundayım.
Ama daha şimdiden, henüz o duruma gelmeden, ona krala gösterilen saygı yapılmalıdır.
…..
Ve Murşili’ye son öğütlerini verir:
…. (…) Sana sözlerimi ilettim ve bu levhayı (tableti) sana aydan aya okusunlar;
böylece benim sözlerimi ve tecrübelerimi hep kalbinde saklayacaksın.
Ve benim görevlilerimi, ülkenin büyüklerini merhametle idare et!
Birinde hainlik sezersen, biri tanrı önünde günah işlerse, yersiz bir söz ederse
Bu durumlarda Panku’nun (soylular topluluğunun) düşüncesini sor.
Arkadan kötü konuşmaların sonuçları da Panku’nun kendi iyiliği için önlenmelidir.
Oğlum kalbine ne yerleştirdimse hep ona göre hareket et.(…)
Ve en sonda vasiyetnamenin acı sözleri:
Cesedimi yıka, gerektiği gibi!
Beni göğsüne bastır ve göğsünde tutarak
Beni toprağa göm.
Büyük Kral Hattuşili’nin özellikle Murşili’ye öğüdünde ‘Böylece babanın sözlerini tut, babanın sözlerini tuttuğun sürece ekmek yiyip su içeceksin. Olgun adam olduğun zaman ise günde iki üç kez ye, kendine iyi bak. İçine yaşlılık çöktüğünde kana kana iç. O zaman babanın sözlerini bir yana bırakabilirsin’ denilmiştir.
Vasiyetname, bir ülke idaresinin nasıl olması gerektiği konusunda günümüz için çıkarılması gereken derslerle doludur. Veliahtın büyük kral olması halinde, görevini bir sonrakine aynen veya daha iyi koşullarda devretmesi vasiyet edilir. Özellikle görevin ve konumunun kötüye kullanılmasını engelleyecek, toplumsal barışı sağlamayı birincil görev addedecek, rüşvet ve müsriflikten mutlak surette sakınacaktır. Telipinu Fermanı’nda olduğu gibi; Hitit krallarının ölümlerinden sonra tanrıya dönüşmüş olduklarına duyulan inanç, yaşamdaki başrahip konumlarından çok daha ötedir. Haliyle kralın söylemiş ve çıkarmış olduğu vasiyetname, talimat ve fermanların ölümlerinden sonraki bağlayıcılık ve güçleri artık tartışmasız olur. Ki bin tanrılı halk olarak anılan Hititlerin, tüm tanrılarına duydukları sevgi ve inancın önemli bir yer işgal ettiği düşünüldüğünde bu durum daha rahat anlaşılabilir.
TELİPİNU FERMANI VE PANKU
Yaklaşık MÖ 1500’lerde tahta çıkan Telipinu’nun önüne iki hedef koyduğu anlaşılır. İlki imparatorluğu tekrar birleştirip güçlendirmek, ikincisi bitmez tükenmez kanlı taht kavgalarına bir son vererek görkemli ve güçlü ülkesini, iktidardakiler ile iktidara aday olanların hırs ve entrikalarından koruyabilmekti. Aristokratların önlem için de olsa kendilerine engel gördükleri kişileri ortadan kaldırmayı gelenek haline getirdikleri bir pratiği değiştirmenin pek kolay olmadığı, özellikle bugünden bakıldığında çok rahatlıkla tahmin edilebilir.
Telipinu, Huzziya ile kardeşlerini sadece sürgünle cezalandırdığı ve kıllarına bile dokunulmaması talimatı verdiği halde öldürülmelerini önleyememişti. Kan dökülmemesi ve kan davalarına son verilmesi hedefinden vazgeçmeyerek ölüm cezalarını sürgüne çevirmişti. Telipunu, taht sorununun “güçlü olan kazanır” kuralına göre değil yasalara uygun şekilde çözülerek, kraliyet ailesinin tüm üyelerinin can korkusu duymasını engellemeyi amaçlamıştı. Bu ısrarının bir nedeni de önce karısı İştapariya’nın sonra da oğlu Ammuna’nın öldürülmeleri olarak tahmin edilir. Kaynaklar bu konuya fazla açıklık getirmemesine rağmen öldürüldüklerine dair ipuçları verir. Telipinu, soylular meclisi Panku’yu toplar ve radikal reformlarının yer aldığı bir belge ortaya çıkarır. Bu belge “Telipinu Fermanı” ya da “Telipinu Duyurusu” ismiyle anılır.
Telipinu, hükümdarlığı zamanında krallık ailesinde tahta geçme sırasını düzenleme gereğini hissederek, olasılıkla daha önce var olan bir adeti yasaya dönüştürmüştür. Kral, Telipinu Fermanı’nda, dökülen kanlara ve bitmez tükenmez aile kavgalarının yarattığı kargaşaya, ülke topraklarının küçülüp imparatorluğun yavaş yavaş çökmesine ayrıntılı biçimde değinerek yazılı bir düzenlemenin gerekliliğini açıklar. Dolayısıyla bu metin, I. Murşili ile Telipinu dönemleri arasında yaşanan ve önceki bölümlerde anlatılan cinayetler konusunda da başlıca bilgi kaynağı özelliği taşır. Panku, krallık ailesinden oluşmuş olsa bile yine de kralın mutlak erkine getirilmiş bir sınırlamadır. Bir anlamda yüksek mevki sahiplerinin yargıç işleviyle dayanabilecekleri kuralların yazılı olarak toplanma ihtiyacı, kralın artık tek hukuk kaynağı olmadığına işaret eder ve krallık içinde bir düzen sağlamak gereğine uygun düşer.
Hitit Krallığı’nın başlangıcında tahta çıkma sırasının nasıl düzenlendiği ve Hititlerin Anadolu’ya göç etmeden önceki anayurtlarında ne tür bir hükümranlık sistemi getirdikleri konusunda farklı tezler bulunur. Kimi bilim insanı seçime dayalı bir monarşi olasılığına inanırken kimi anaerkil bir taht düzenine, kimi de Avrupa tarihinden de bildiğimiz üzere tahtın öncelikle babadan oğula geçtiğine inanmaktadır. Kral oğulları ısrarla katledildiğine göre sonuncusunun daha olası göründüğünü ileri sürenler vardır. Ancak krallık ailesinin çevresindeki taht ve iktidar çatışmalarının yoğunluk arz etmesi nedeniyle Telipinu, büyük bir olasılıkla daha önce var olan bir adeti yasaya dönüştürmüş olmalıdır.
Daha önceki dönemlerde tahta çıkanların yasal dayanağı ne olursa olsun, gelinen aşama Telipinu’nun artık bir karar vermesi gerektiğini üzerinde bir baskı olarak görmesidir. Kral tek başına aldığı cesur bir kararla bundan böyle şu kuralların uygulanacağını duyurur:
Birinci dereceden prens kral olsun. Birinci dereceden prens yoksa ikinci dereceden bir oğul kral olsun. Eğer tahta geçecek hiç oğul yoksa birinci dereceden bir prensesle evlendirilen kişi kral olsun.
Burada açık bir kapı bırakılmıştır. İlk doğan prens otomatik olarak tahtın varisi sayılmamakta, kral hayattaysa eşit konumdaki adaylar arasından seçim yapabilmektedir. Buradan, daha fazla kısıtlamaya gerek görülmediği anlaşılır. Çünkü bu yeni düzenlemenin birincil amacı kral ailesinin rakip kollarının birbirini yok etmesini önlemektir.
Yine de varis sayılan prenslerin hırslı kardeşleri, bilinen o eski “ortadan kaldırma” yöntemiyle kendi yolunu açmayı deneyebilirdi. Telipinu, bu yolu da kapamak için, bir çeşit denetim kurulu kurmuştu: Panku, taht değişimi sırasında çok dikkatli olmak ve kardeşlerine kötülük yapma eğiliminde olanları göz önünden ayırmamakla görevlendirmişti. Ferman’da, 'İşte siz onun Panku üyeleri, söyleyin ona, bu kan dökme konusunu tablette görsün (=tabletten okusun): eskiden Hattuşa’da kan dökme artmıştı ve tanrılar bunun için kral ailesini cezalandırdı' denilmiştir.
Diğer bir deyişle, Telipinu sonraki nesillere örnek olması ve hukuka uymaları bağlamında, eskiden yaşanan kanlı aile kavgalarını yazıya döker. Aksi takdirde, inanç ve düşüncelerine göre tanrılar kral ailesini ve ülkeyi cezalandırıp zarar vereceklerdir. Bu, yaşanan döneme göre oldukça ilginç ve demokratiktir: Dinleyin ve geçmişten ders alın! diye ardıllarına seslenir. Telipinu’nun bu fermanla anayasal düzeni ve yasal haklar konusunda elde ettiği başarının daha da ilerici bir yanı vardır. Bilindiği kadarıyla insanlık tarihinde ilk kez krallığın meşru sayılması için gerekli şartlar yazıya dökülmüştür. İlk kez, hukuk düzenin korunması için danışma ve yargı görevi olan meclisin nasıl işbirliği yapacağı ve bu meclis dışındaki herkese düşen hak ve görevler yazıyla belirtilmiştir.
Bu düzenleme, birbiriyle hısım, akraba olan kral ailesi çevresinde geniş halk kitlelerinin katılımı olmaksızın gelişmiştir. Yine de Telipinu Fermanı, dünyanın en eski anayasası olarak nitelenebilir. Kralın fermanı veya talimatı olması o düzenlemenin anayasal konumunu hiç etkilemez.
YÜCE DİVAN GÖREVİNİ ÜSTLENEN PANKU'NUN YETKİLERİ
Hattuşa büyük kralının, günümüz demokrasilerinde bile her ülkenin sahip olmadığı bir Panku kurumunu öngörmesi de anayasa nitelemesini doğrular. Bu kurum bir çeşit anayasa mahkemesi ve danışma meclisi görevlerini yürütmektedir. Buna göre Panku denetçilik görevi yanında kral ailesi içindeki anlaşmazlıkları çözmek ve Telipinu’nun getirdiği düzenlemelere karşı gelenleri cezalandırmak, mahkemelerin çözemediği konuları çözmekle yükümlüydü. Panku’nun yetkileri o kadar genişti ki kendi üyelerine bile ölüm cezası verebiliyordu. Panku’dan çıkan kararlara büyük kralın bile uyması zorunluydu. Bu durum Panku’nun, günümüz anlamında devlet başkanlarını ve hükümet üyelerini yargılayan yüksek yargı organı işlevi olarak yüce divan görevini de üstlendiğini gösterir. Sözgelimi büyük kral, yasal varisi ortadan kaldırarak başa geçmişse Panku ona da ölüm cezası veya sürgün cezası verebilmekteydi.
Aslında başlangıç itibariyle diğer kentlerdeki yaşlılar meclisi gibi çalışan Hattuşa’nın yaşlılar meclisi, zaman içinde soylular meclisi biçimini alarak Panku’ya dönüşür. Panku’nun kelime anlamı da demokratik yapı ve işlevini kanıtlar niteliktedir. Panku, “hepsi, hep birlikte” anlamına gelir. Panku’da yer alan görevliler arasında saray muhafızlarının başı, içki sunucuların başı, hazinenin yöneticisi, asa taşıyıcıların başı gibi tanımlanan görevli kişiler vardı. Panku, zaman içinde kralın gücüyle ters orantılı olarak güç kazanmış ya da güç kaybedip ikinci plana düşmüştü.
Hititler hem dünyanın bilinen ilk anayasasına hem de yazılı ve yazıya dökülmemiş yasalara sahipti. Ama her şeyden önce hakkın adilane tecellisi için özel tarafsızlık çabalarının yanında gelişmiş ve içselleştirilmiş bir anlayış ve adalet duygusuna sahipti. İncelediğimiz bu iki tablet üzerinden, adil ve şeffaf bir seçim sistemi, kralların veya seçilen liderlerin kişilikleri, halkla ilişkileri, zaaf ve keyfiyetlerinin önüne geçilmesi için yaklaşık 3 bin 600 yıl öncesinden inşa edilmeye çalışılan idari hukuk ilkelerinin ve denetim sisteminin nasıl kurulduğunu görüyoruz. Tabletlerde hem seçimin nasıl yapılacağı hem de seçilecek kişilerin özellikleri, yetkileri, yetkilerini keyfi veya kötüye kullandığında ona uygulanacak ağır yaptırımlar da açıkça ifade ediliyor.
ANAYASA'NIN YOK SAYILMASI
Böylesi bir uygarlığın yaşadığı coğrafyada, binlerce yıl önce iktidarın ve gücün sınırlandırılması, denetlenmesi ve güçler dengesi üzerine kafa yorulmuşken ne yazık ki günümüzde Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu, mevcut iktidarın keyfiyetine göre işlevini kaybetmiş durumdadır. Yalnızca seçimde değil birçok idari işleyiş ve yargısal kararda Anayasa’ya ve yasalara uyulmaması hatta bazı durumlarda yok sayılması bir pratik haline geldi. Yeni seçim yasasına göre tekrar aday olma ve seçilme imkânı bulunmayan mevcut cumhurbaşkanı yeniden aday olmaya çalışıyor. Üstelik bunu engellemesi gereken YSK’den görevini yapmasını ne yazık ki kimse beklemiyor. Geçmiş dönemlerin krallarından bile daha sınırsız bir yetkiye sahip mevcut başkanlık sistemini etkin bir şekilde denetleyecek ne bir kurum kaldı ne de işlevini yerine getirebilecek bir parlamento…
Cumhurbaşkanı neredeyse görevi içindeki ve dışındaki tüm eylem ve işlemlerden dolayı tam bir sorumsuzluk (koruma) zırhına sokuldu. Yaşanılan ekonomik, siyasal, kültürel, coğrafi ve hukuki zararların giderilmesi için eskisinden daha güçlü demokratik bir parlamenter sisteme ve bağımsız bir yargıya ihtiyacımız var. Tüm bunlara rağmen binlerce yıl öncesinin hukuk mirası ve belleğini taşıdığına inandığım bu coğrafyada yaşayan halkların, depremin açtığı büyük yaraları dayanışma kültürü içinde sarmaya çalışıp, bu ülkenin geleceğini adalet ve eşitlik perspektifinden süzerek belirleyeceğine olan inancımı koruyorum.
*Avukat