Guatemala’nın bir gecekondu mahallesinde kalıyordum. Kocaman bir yarığın sırtına inşa edilmiş bir yerdi. Size garip gelecek ama hem bir nehrin hem bir şehrin sırtı gibiydi. Bu yüzden altından nehir ve şehir –kafiye oldu– akıyordu. İkisi için de temiz denilemezdi. Her ne kadar nehirde insan pisliği, imha edilen doğa, yoksulluk ve bazen mafyanın infaz edip ortadan kaldırıp içine atma inceliğini gösterdiği cesetler olsa da, kesinlikle nehir için daha temiz denilebilirdi. Şehrin pisliği derken bütün başkentlerde olan iktidarın temerküz etmesinden, mesela bir başkan, bazen yanında parlamenterler, senatörler ordövrü, ortaya karışık otorite, bunlara boyun eğmemizi öğreten okullar, hiyerarşinin asma bahçeleri ve tabii ki sermayenin karakteristik pisliğinden söz etmiyorum. Sadece bütün saydıklarımın hiçbir boka yaramadığının göstergesiydi ayağımızın altından akan şehir. Yoksulluktan yoksunluğa sürüklenmiş bütün ülke her gün ortalama 20-25 kişinin öldürüldüğü bir mafya cangılıydı. Her üç dakikada bir halk otobüsü şoförü öldürülüyordu mesela. İki mafya grubu gecekondu otobüs hatları için birbirine girmişti. Şoförün arkasında pompalı tüfeği ile bir koruma duruyordu. Bir de otobüsün arkasında vardı ama buraya artık gelmiyordu otobüs geçen haftadan beri çünkü bütün şoförleri vurmuşlardı. Çok para dönüyordu ortada. Bir bilet 30 kuruştu.
Kaldığım ev güzeldi. Bütün gecekonduların o yaratıcı taraflarını taşıyordu. Üst kata çıkan merdiven buzdolabının etrafını adeta sararak yukarı çıkıyordu mesela. Önce buzdolabını almıştık sonra üst katı çıktık diyordu ev sahibim... Bir Maya yerlisiydi. Üniversitede öğretim görevlisiydi. Benim yerim bahçedeydi. Tuvaleti de olan bir odaydı. Önümde büyük tomruktan bir masa, onun dallarından yapılmış sandalyeleri vardı. Misafirlerimi orada ağırlıyordum. Bir akşam gelmişlerdi. Onlara Brezilya’nın favelalarından, gecekondu mahallelerini anlatmıştım. 40 dolar verdiğinde istediğin kişiyi öldürtebilirsin, dedim. Hepsi birbirine baktı. Oo çok iyi paraymış, dediler. Guatemala’da 3 dolara bir kişi öldürülüyordu. Garip bir şey şu matematik. Hemen kafamızdan 40 dolara kaç kişi öldürülebilir diye hesapladık buna eminim. Çünkü herkes şöyle kaşını kaldırıp biraz yukarı bakar gibi yaptı. Birkaçı parmaklarının üstünde parmaklarını dolaştırdı. Boşuna uğraşmayın söyleyeyim: 13,3333 kişi.
Merkezden gelirken başka mahalle otobüsüne binip sıkı bir yokuş çıkıyordum. Henüz şoförü vurulmamıştı. En azından bir gün önce. Giderken nehrin kenarından kendini saldın mı inebiliyordun aşağı. Çok tehlikeli değildi çünkü hep yoksul mahallelerden geçiyordun. Oralarda soyguncu olmadığından değil, üstünde parası olan birilerinin oradan pek geçeceğini düşünmediklerinden. Pek param yoktu zaten ama çantamda bir bilgisayar ve kamera vardı. Bedava satsalar bile 150-200 dolar ederdi. Ah gene hesapladınız değil mi kaç kişi öldürülebilir diye? Kapitalizm sendromu bu, her şeyi paraya vurmak. –Geçenlerde bir yerde televizyonda haberlere yakalandım. Görmüyordum ama sesi geliyordu. ABD Suriye’ye füze atmıştı. Spiker bir füzenin kaça olduğunu 30 tane attıklarını ve maliyetini söylüyordu.– Aşağı inerken tek sorun bir mahallenin ortasından geçmemdi. Her mahallede olduğu gibi bariyerleri vardı ve tanımadıklarının mahalleye girmesine izin vermiyorlardı. Ciudad de Guatemala’nın neredeyse her tarafı böyleydi. Zengin siteler maaşlı güvenlikler tutuyorlardı. Otomatik pompalı tüfeklerle duruyorlardı kapıda ve çok muhtemel soyguncular ile aynı mahallede oturuyorlardı. Yoksullar ise kendi bariyerlerinin başında duruyorlardı. Silahları çalınmasın diye olmalı, saklıydı…
Bariyer başına vardığımda beni tanımayanlar vardı. Gelecek, dediler bekledim. Laf olsun, Brezilya favelasını anlattım yine. 40 dolar diyince, herkes yine çok şaşırdı, birisi Brezilya uzak mı, diye sordu. Birazdan beni tanıyan adam geldi. Ben bariyerden geçtim. Onlar Brezilya’yı konuşuyorlardı.
Ve URNG gerillalarının komutanlarıyla buluştuk. Gerillanın barış imzalanmasından 13 yıl sonra, barışı konuştuk…