Hızlı trene karşı 27 yıllık direniş

İtalya'nın Fransa ile birleştiği Alplerde, Avrupa'nın en yaşlı çevre mücadelelerinden biri yürütülüyor. NO TAV hareketi 2017'de 28. yaşını kutluyor.

Abone ol

Ekin Uluğ

DUVAR - Otobüsteyken aklıma üşüşen soruları hatırlıyorum. “Bahsedilen yeri bulabilecek miyim?”, “Beni içlerine kabul edecekler mi?”, “Benimle konuşmayı kabul edecekler mi?”, “Polis yakalarsa ne yapacağım?”...

Her şey bir duvar yazısı ile başladı: “NO-TAV”

Bu nedir diye yanımdaki İtalyan dostuma sorduğumda, “TAV, Yüksek Hızlı Tren, yılların meselesi” dedi. Gevezelik olsun diye üsteledim:

“Yılların meselesi mi?”

“Evet, İtalya'yı boydan boya dolaşması planlanan bir Yüksek Hızlı Tren Projesi. Protestolar, sabotajlar, tutuklamalar... Yıllardır sürer.”

İyi ki üstelemişim. Dikkat kesilmiştim.

Bu kısa sohbetin üzerine başlayan araştırmadan sonra protestoların kalbine, tüm İtalya'da 'terör bölgesi' muamelesi gören Susa Vadisi'ne yola çıktım. Orta İtalya'dan, ülkenin kuzey batısına, Fransa sınırına 20 saatlik bir otobüs yolculuğu...

Ve size bu hikayeyi getirdim.

İtalya'nın Fransa ile birleştiği Alplerde, Avrupa'nın en yaşlı çevre mücadelelerinden biri veriliyor. 2017 yılında 28. yaşını kutlayan İtalya, Fransa ve İspanya'yı birbirine bağlayacak Yüksek Hızlı Tren (İtalyanca Treno Alta Velocita, kısaca TAV) karşıtı mücadele, neoliberal talana ve gelişim-ilerleme adına yürütülen doğa katliamlarına yaşam alanını savunarak cevap veriyor.

Yirmi yedi yıllık bu mücadele, dünyanın her tarafında süren doğa katliamlarına ve bu katliamların doğuracağı direnişlere dair çok değerli bir birikimi barındırıyor.

MÜCADELE 1990'DAN BERİ DEVAM EDİYOR

Proje 1990'lı yılların başında dillendirilmeye başlandı. Hızlı trenin (TAV) Napoli'den Roma'ya, Roma'dan Fransa sınırındaki Torino'ya, Torino'dan Alp Dağları'nı aşarak Fransa'ya ve Fransa'dan İspanya'ya ulaşması planlanıyordu.

Halihazırda İtalya-Fransa-İspanya üçlüsünü birbirine bağlayan aktif bir tren yolu olmasına rağmen ortaya atılan, milyonlarca euroya mal olacak ve bitiş tarihi tahmin edilemez görünen bu yeni proje tüm İtalya'da tepki ile karşılandı. Milyonlarca euroluk kamu kaynağının böyle bir projeye aktarılmasını doğru bulmayan insanlar birçok şehirde protestolar düzenleyerek TAV'a karşı olduklarını açıkladılar.

SUSA VADİSİ YAŞANMAZ HÂLE GELECEK

Alplerde ise kamu kaynaklarının israf edilmesinin yanı sıra başka ciddi meseleler protestoların ana sebebini oluşturdu.

Torino'dan 60 km. kadar uzakta Fransa ve İtalya'nın paylaştığı sıra dağların eteklerinde yaşayan Susa Vadisi halkı, trenin vadilerinin tam ortasından geçeceğini öğrendiklerinde çok kısa zamanda projeye karşı olduklarını belediye başkanları ile birlikte açıkladılar.

Vadide yer alan birbirinden ortalama onar kilometre uzaktaki elliye yakın kasabanın yerlileri projeye karşı olduklarını açıkladıktan sonra gelen bilgiler safları daha da sıklaştırmaya yaradı. Sınırın Fransa tarafına geçerek Fransa'da işlemekte olan bir diğer Yüksek Hızlı Tren'in sesini yakından kaydedip Susa Vadisi halkıyla paylaşan bir mühendisin ve Torino'lu bir politeknik profesörünün öncülüğünde Susa'da kurulan Comitato Habitat'ı (Çevre Komitesi), diğer kasabalardaki TAV karşıtı halk komiteleri izledi. Kaydedilen ses, demiryolu yapıldıktan sonra en az yüz metre sağı ve solunda trenin gürültüsünden yaşanılamayacak olduğunu ortaya çıkardı. Bu, tren yolunun vadinin tam ortasından geçeceği de düşünüldüğünde “delokalizasyon” yani vadi halkının evlerinden vb. edilmesini getirdiği için komitelerin örgütlenmesi hızlandı, katılım yükseldi.

Projenin vadi için getirilerini ve götürülerini derinlemesine araştırmaya başlayan komiteler, vardıkları sonuçları bilgilendirme toplantılarıyla vadinin tek ve sürekli gündemi haline getirdiler.

Kurulan komitelerin birlikte hareket etmesi kaçınılmaz olduğundan, 1991 senesinde tüm komiteleri içeren Comitato NO-TAV (TAV'a Hayır Komitesi) doğdu. Bundan sonra mücadelenin tamamı NO-TAV ismiyle anılacaktı.

ÖRGÜTLÜ BİR HALK

NO-TAV'ın nasıl bu kadar çabuk örgütlenebildiğinin cevabı vadinin geçmişinde gizli. Vadide iki otoyol, bir otoban ve bir tren yolu var. Vadi halkı 1980'li yıllarda yapılan ve vadinin ortasından geçip vadiyi çevreleyen dağları tünellerle delen otobanın vadiyi nasıl tahrip ettiğini unutmadan bu proje ortaya çıkınca örgütlenmeleri pek zor olmamış. Otobanın vadiye zararları, inşası esnasında onlarca kasabalının tarım yaptığı araziye ulaşımını imkansız kılması, inşasından sonra çevresindeki arazileri tarım yapılamaz hale getirmesi ve dağların tüneller ile delinmesinden sonra dağların yer altı sularının kuruması ve bölgenin çölleşmesi olmuş. Vadi halkı, tüneller yüzünden yeraltı sularının yeryüzüne çıktığı 7  bin yıllık doğal bir çeşmenin ve tarım arazilerini dolanan kanalların kurumasını unutmamış.

Halkın hafızasında bütün bunlar hâlâ canlıyken ve TAV projesi açıklanmadan önce bir elektik santrali projesi yüzünden halk kısmen örgütlüyken ortaya atılan bu proje, halkın örgütlü tepkisini çabucak karşısında bulmuş.

Elektrik santrali demişken  İtalya'nın 1980'li yıllarında en kitlesel protestolar nükleer santrallere karşı gerçekleşti. Devlet tüm İtalya'da nükleer santralleri kapatma kararı alana kadar protestolar sürdü. Bahsedilen elektrik santrali de Fransa'da bir nükleer santralin ürettiği elektriği İtalya'ya aktarmak üzerine çalışacak olduğundan, vadi halkı İtalya'da nükleer santral işletmek ile Fransa'nın nükleer santralinden elektrik satın almak arasında fark olmadığını söyleyerek nükleer enerji karşıtlığını sürdürdü. Bir diğer argüman olarak da İtalya'nın enerji açığı olmadığı, kurulması planlanan santralin de lüzumsuz olduğu sunuldu.

Komitelerin ve belediyenin güçlü muhalefeti ile vadinin tam ortasından geçecek şekilde planlanan proje değiştirildi. Vadinin tam ortasından geçecek bir demir yolu şeklinde planlanan TAV projesi, yerini Fransa ile Torino arasındaki iki sıra dağın delinerek demir yolunun dağların içine inşa edilmesi fikrine bıraktı. Projenin değiştirilmesi ile birlikte mücadeleye yeni projenin yeni sorunları eklendi. Delinmesi planlanan sıradağların bir bölümünün kanserojen bir mineral olan asbest içermesi, halkın yaşam alanı savunması etrafında örgütlenen mücadelesinin yanına yaşam hakkının ta kendinin savunmasını da ekledi.

Halk yeni projenin de eskisinden iyi olmadığını, projeyi planlayanların vadi halkını asbest solumaya mahkum ettiğini öğrenince yeni projeyi de kabul etmediğini derhal açıkladı.

Bu şekilde 2005'e kadar gelindi. 2005'e gelindiğinde ise NO-TAV'cılar için işler kızışmaya başladı. Halkın karşı çıktığı ikinci proje için Susa Vadisi'ndeki Venaus kasabası yakınına ilk şantiye kurulmaya başlandı. Şantiye inşaatının başlaması ile halkın tepkisi doğrudan eyleme dönüştü ve şantiye alanı halk tarafından işgal edildi. İşgalin sonucunda şantiye inşaatı durdu.

İşgale katılmış bir direnişçi yaşananları şöyle anlatıyor:

“O dönem insanlar üç ay boyunca orada yattılar. Eylül sonuydu işgali gerçekleştirdiğimizde. Aralık'ın beşine kadar insanlar nöbetleşerek çadırlarda kalıp işgali yedi gün yirmi dört saat sürdürdüler. İnsanlar o soğukta dışarıda uyuyup sabah nöbetlerini diğer direnişçilere devredip işe gidiyorlardı.”

'ÖLDÜRÜN HEPSİNİ DİYE BAĞIRIYORLARDI'

Belirtmekte fayda var; ben vadiye vardığımda eylülün ilk haftasıydı ve sıcaklık akşamları 10-12 dereceye kadar düşüyordu.

Bu işgal 5 Aralık 2005'e kadar sürdü. 5 Aralık sabahı ise Türkiye halklarının da pek yakından tanıdığı bir sahneye uyandı işgalciler. Gece yarısından sonra, kör karanlıkta polis tüm gücüyle işgalcilere saldırdı. İşgalcilerin çadırları yıkıldı, alan biber gazına boğuldu, polis şiddeti ile onlarca kişi yaralandı.

Polis saldırısı esnasında orada olan bir başka direnişçi o geceyi anlatırken hâlâ şaşkın görünüyor:

“Saat kaçtı tam hatırlamıyorum. Gece yarısını geçmişti. İnsanların büyük bölümü sonraki gün işe gideceği için uyumuştu. Polis bir anda buldozerle geldi alana. Buldozerin üzerine bir polis çıkmıştı. Copunu sallayarak diğer polislere 'Öldürün hepsini!' diye bağırıyordu. İnsanları coplayarak ilerlediler. Aramızda çok fazla yaşlı vardı. Hiç ayırt etmeden herkesi copladılar. Biber gazı kullandılar defalarca. İşgal ettiğimiz alanda ufak bir kulübemiz vardı. Yakaladıklarını oraya tıkmaya başladılar. Kulübenin açık pencerelerinden insanları içeriye attıklarını gördüm. İçeriyi o kadar doldurdular ki insanlar birbirlerinin üstüne çıkmak zorunda kalıyordu. En sonunda niye böyle yaptıklarını anladık. Kulübede yanan bir kömür sobamız vardı. İçeriye insan doldurmayı bitirince polisin biri çatıya çıkıp sobanın bacasını tıkadı. Bütün duman kulübenin içine basınca insanlar nasıl dışarı çıkacaklarını şaşırdılar. Çok kişi yaralandı, ambulanslara izin vermediler saatlerce. Bizi alandan böyle çıkardılar. Akşam dörtte polisin yaptıklarına karşı protesto yürüyüşü vardı. Aynı polisler bu sefer yürüyüş etrafında nöbet tutuyorlardı. Gözleri kocamandı hemen hepsinin, nefretten dışarıya uğramıştı gözleri. Anlatılmaz bir şiddetti.”

Halkın işgal ettiği alan bir defa boşaltılınca polis-ordu-carabinieri (bir başka İtalyan kolluk kuvveti) seferber olup şantiyeye giden yola kontrol noktaları kurdu. O yolun götürdüğü kasabalardan birinde ikamet etmeyen insanların geçmesi yasaklandı. Polis alanı boşalttıktan üç gün sonra ise işler bu defa polis için zorlaşmaya başladı.

NO-TAV'A DESTEK BÜYÜYOR

Vadi halkının gördüğü şiddete karşı dayanışma amacıyla vadiye akın eden binlerce kişi, 8 Aralık günü orman yolunu kullanarak üç gün önce çıkarıldıkları şantiye alanına vardı. Yollara onlarca kontrol noktası kurarak alanı korumayı başardıklarını sanan polisler kırk bin kişinin şantiye etrafında konuşlandığını görünce hiçbir müdahalede bulunamadı. Polis saatlerce eylemcilerin ablukasında bekledikten sonra alanı terk etmek için izin istedi. İzni veren eylemciler şantiye alanının dışına kadar yüzlerce kişilik bir insan koridoru oluşturdu ve polisler bu koridordan ilerleyerek alanı terk etti. Alan tekrar vadi halkının kontrolüne geçmişti.

Kime sorsam 8 Aralık gününü büyük bir keyifle anlatıyor.

Halkın orman taarruzu ile alanı tekrar alması, NO-TAV mücadelesini bütün İtalya'nın gündemine oturttu. NO-TAV'cıları işgal ettikleri alanda ziyaret eden parlamenterler konuyu parlamentoya taşıdı ve parlamento vadiye bir gözlem kurulu gönderilmesine, kurulun konuyu araştırıp değerlendirmesine karar verdi.

Gözlem kurulu yaptığı incelemeler sonucunda şantiye inşaatı kararının derhal geri çekilmesine karar verdi. Sonrasında hazırladıkları raporlarda ise yeni demiryolu hattının gereksiz olduğunu, halihazırda kullanılan eski hattın yüksek hızlı tren için de kullanılabilir olduğunu ve asbest içeren dağın delinmesi halinde vadi halkından yaşlı ve çocukların solunum rahatsızlıklarında yüzde 15 artış gözlenmesini beklediklerini belirttiler.

Gözlem kurulunun raporu açıklamasından sonra Venaus'taki şantiye kaldırıldı ve sondaj makineleri ile yeni şantiye için başka bir yer aranmaya başlandı.

Bu süreç, aynı zamanda NO-TAV'cıların medya aracılığıyla teröristleştirilmesi süreci denebilir. Sondaj makineleri inşaata uygun yer belirlemek için vadinin her yerinde çalışırken NO-TAV'cılar da direnişlerine devam ettiler. Birçok defa sondaj makinelerinin çalışmasına engel oldular. Tam bu dönemde sondajı ve inşaatı yürüten şirketin bazı iş makineleri, kamyonları yakıldı. Sabotajı NO-TAV'cılar üstlenmedi lakin merkezi bir yapısı olmadığı için bunu NO-TAV hareketine mal etmek çok zor olmadı. Olayla ilgili yargılanan NO-TAV'cıların hiçbiri suçlu bulunmadı. NO-TAV'cılardan biri bu konuda konuşurken, başka önemli bir meselenin ipucunu vererek şöyle dedi :

“O şirketin Napoli otobanını yaparken de araçları yanmıştı.”

Bu işi biraz soruşturunca mesele ilginç bir hal alıyor. Yüksek Hızlı Tren (TAV) projesini yapması planlanan, vadide şantiyeler kurmaya çalışan, sondaj çalışmaları yapan şirket, aynı zamanda Napoli-Calabria otobanını da yapıyor. Kime sorduysam o otobandan gülerek bahsediyor zira yaklaşık altmış yıldır bitirilememiş. Ne tesadüf ki şirketin o otoban inşaatında da makineleri yanmış, yine tesadüf ki yanan makinelerin hepsi eskiymiş ve şirket sigortadan yüklü miktarlarda ödeme almış. En büyük tesadüf ise şirketin makineleri yakıldıktan sonra NO-TAV'cıların direnişi örgütlediği ortak alanlarından üç yerleşke-kulübe yakılmış. Yerleşkeleri kimin yaktığı bilinmiyor.

Yine aynı dönemde NO-TAV hareketinin vadi dışındaki desteğinin büyüklüğünü gösteren bir olay yaşandı. Susa şehrinin otoban giriş bölgesinde sondaj yapmak isteyen şirkete NO-TAV'cılar sondajın yapılacağı alanı işgal ederek cevap verdiler. Bu işgal eylemi yüzünden üç NO-TAV'cı yargılandı ve bu üç kişinin toplamda 240 bin Euro tazminat ödemesine karar verildi. NO-TAV'cılar ise bu cezayı “devletin para cezası gibi araçlarla NO-TAV hareketini sindirmeye çalışması” olarak okudular ve üç mücadele arkadaşlarının cezasını ödemek için derhal bir kampanya başlattılar. Yirmi gün içinde İtalya genelinde 300 bin euro para toplandı ve ceza ödendi.

PROJE YİNE DEĞİŞİYOR

2010'a gelindiğinde Yüksek Hızlı Tren (TAV) projesi yeniden değiştirildi. Projenin son hali 57 kilometrelik tek bir tünel olarak açıklandı. Uzunluğu  57 kilometre olan tünele nereden başlanılacağını tespit etmeye yönelik  sondaj çalışmaları yürütülmeye başlandı. Bu sırada NO-TAV'cılar inşaatın başlaması muhtemel alanlardan arsa alarak önlemler geliştirmeye çalıştılar. NO-TAV'cılar aldıkları toprakları çok fazla kişi arasında pay ederek kamulaştırma sürecinin zorlaşmasını hedefliyorlardı. Çok fazla kişi dediysem on, yirmi, elli kişi değil. Bin, iki bin kişinin yasal olarak mülk sahibi kabul edildiği arsalardan bahsediyoruz. İki bin kişinin bir bölümünün çoktan öldüğünü, bir bölümünün dünyanın farklı yerlerinde yaşadığını düşünürsek kamulaştırma, bahsedilen araziler için imkansız hale geldi denilebilir.

Bu dönemde inşaata uygun olduğuna kanaat getirip NO-TAV'cılar tarafından satın alınan arsalardan biri Maddalena bölgesinde yer alıyor. NO-TAV'cılar tahminlerinde yanılmadılar ve şirket Maddalena bölgesinde bir şantiye kurulmasına karar verildi. Plana göre kurulacak şantiye dağı delmeye başlayacak, dağın o cephesinin yapısı müsaade ederse inşaat temelli oradan ilerleyecek.

2011'de Maddalena'da çalışmaların başlamasını bekleyen NO-TAV'cılar, binlerce kişinin ortak mülkiyetindeki arsalarına iki direniş evi inşa ettiler ve inşaatın yapılacağı alanı işgal ederek Libera Republica della Maddalena'yı (Maddalena Özgür Cumhuriyeti) ilan ettiler.

Özgür Maddalena Cumhuriyeti her ne kadar sembolik gibi görünse de devletin yüksek hızlı tren ısrarına karşı direnişin politik seviyesini göstermesi açısından çok önemli. Özgür Maddalena Cumhuriyeti, halkın yaşam alanına dair üretilecek sözün yine halka ait olması gerektiğine yönelik vurgunun NO-TAV mücadelesinde vardığı yerin ismidir.

İşgal, 27 Haziran 2011'e kadar sürdü. 27 Haziran'da polisin inşaat alanında nöbet tutan, iş makinelerinin geçişine izin vermeyen vadi halkına saldırısı sonucu yine yüzlerce kişi yaralandı. Halk alandan şiddet yoluyla çıkarıldıktan sonra şirket hummalı bir çalışmayla inşaat alanını çepeçevre duvarlar, dikenli teller ile ördü. Kameralar, termal görüntüleme cihazları, gizli mikrofonlar, ordu, polis ve carabinieri ile inşaat alanı bir kaleye dönüştürüldü. Halkın alandan polis şiddeti ile çıkarılmasından altı gün sonra halk alanı geri almak için tekrar geldi. Çıkan çatışmada bir polis halk tarafından alıkonuldu ve silahlarına halk adına el konuldu fakat şantiye duvarları aşılamadı.

Bugün mücadele NO-TAV'cıların ortak yerleşkelerinde, Maddalena'daki şantiye etrafında, meşaleli yürüyüşler, gece protestoları, şantiyenin kapılarında her hafta gerçekleştirilen ve NO-TAV'cıları bir araya getiren organizasyonlar ile devam ediyor.

YARIN: 70 YAŞINDAKİ DİRENİŞ REHBERİ!