Mizah yarışında uzun zamandır liderliği elinde tutan Sağlık Bakanlığı, modaya uyarak deneyim ve birikimlerini çizgi film alanına da yöneltti. Bakanlığın Çılgın Hırsız filmi vizyona girdi.
Filmin adını duyunca meraklandım ve biraz da umutlandım.
ABD Başkanı'nın başlattığı, Dünya Sağlık Örgütü’nün, Avrupa Birliği’nin, derken Papa’nın da desteklediği aşıda patent kaldırılsın tartışmasına bizim bakanlık, radikal bir katkıda mı bulunuyor acaba, dedim. Salgın 3 milyon 250 binin üstünde can almışken ve bu sayı hızla yükselirken, tüm dünyada hayat kesintiye uğrarken, sistem altüst olurken, aşı mülkiyeti ve ticaretinin çılgınlık ve hırsızlık olduğunu mu ortaya koyuyor yetkililerimiz?
Yoksa, hasretle yolunu gözlediğimiz aşıları bir türlü göndermeyen Çılgın Hırsız Çinliler’i mi teşhir ediyoruz dünyaya?
Ya da taşocağı açma uğruna ormanı, dereleri, toprağı, suyu imha eden liman müteahhidi, termik santralci, madenci vb kisvesine bürünmüş halkın yaşam alanlarına göz diken çılgın hırsızların doğayla birlikte sağlığı da katlettiğine mi dikkat çekiliyor çizgi filmle?
Salgını anafor, yağma fırsatına çeviren ihale erbabı ve işbirlikçilerinin çılgın hırsızlığı mı gözler önüne seriliyor filmde?
İzliyoruz… Hayır, hiçbiri değil!
Meğer çocuklar içinmiş Çılgın Hırsız. Sağlık Bakanı ve diğer yetkilerin başından beri söylenenden başka da bir şey söylemiyor filmin başkahramanı Guru: Evde kalın… Eğlenmeye bakın.
İlk karelerden itibaren filmin bizimkilerce üretilmediği anlaşılıyor. Büyük olasılıkla dış yapım – ithal. Guru’nun seslendiği Minyonlar’ın, bizim çocuklara benzer bir yanı yok. Filmdeki müstakil, dubleks, önü yeşillikli evlerde yaşamıyoruz ne yazık ki… Hoş, son karede yapımın Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, İsviçre Hayırseverlik Vakfı desteğiyle gerçekleştirildiği belirtiliyor.
Alışılageldiği üzere bu film işinden de yine birileri nemalanmış gibi görünüyor. Her durumda harcanan paraya yazık. Nereden gelirse gelsin, ne kadar harcanırsa harcansın, salgınla mücadele için ayrılan bir kaynağın heba edilmesi söz konusu burada.
Ve bir kez daha görüyoruz ki, mizah ciddi bir iştir.
Komik olunabiliyor ama ortaya çıkan mizah değil. Uzunca zamandır dur durak bilmeksizin kara mizah ikliminde yaşıyoruz. Çılgın Hırsız bunun son örneklerinden sadece biri. Onu bizim önümüze sürenler, genelgeleri çıkaranlar ve onların yolundan giden Murtazalar, kara mizahta sınır tanımayan fiili yapımlara imza atmakta yarışıyor.
Marketlerde üstü kapatılan reyonlara, satışı durdurulan kadın pedinin eklenmesi çılgın ataklarımızdan biri. Çılgın Hırsız başkasının icraatını aşırmaya kadar götürüyor işi: Gönüllü ecdat – itaat muhafızı bir Murtaza, İBB Başkanı’nın Fatih Sultan Mehmet türbe bahçesinde elleri arkada dolaşması üzerine saygısızlığı CİMER’e şikayet ediyor. Bu ortaya çıkar çıkmaz bir başka Çılgın Hırsız, “Ah ulan, ben niye akıl edemedim! Ne fiyakam olurdu şimdi…” diye hayıflanıyor.
Dert değil, söz eylemin yerine geçiyor burada. Tecrübeyle sabit. Ayrıca, CİMER’de şikayetçi gizli tutuluyor. Çılgın Hırsız kimliğinin ayrılmaz özelliklerinden fanatik sosyopatlığı bünyesinde bulunduran Tokatspor Başkanı, ranttan nemalanma hamlesiyle, İBB Başkanı’nın türbe saygısızlığını kendisinin şikayet ettiğini açıklıyor.
Aynı zamanda eğitimci olduğunu vurgulaya futbol kulübü başkan, tam 37 dakikalık bir yapımla çıkıyor önümüze. Şaka değil. Kendisi protestolarla boğuşan Boğaziçi Rektörü’nün ilk ziyaretçilerinden ve destekçilerinden biri olarak sahne almıştı. Bilal Erdoğan gibi başka iktidar temsilcilerine yaptığı gibi Bulu’ya da üstüne adı yazılı Tokatspor forması armağan etmişti.
Neyse ki devlet yetkilileri hakkaniyetli davranarak eğitimcilik iddiasındaki –batık işletmeci- futbol kulübü başkanının yalanını ifşa ettiler. Her önüne gelene bedava rant yok öyle.
TARİHİN KUSURLARI – TARİHİN KAHKAHASI
Novalis’in deyişiyle roman, tarihin kusurlarından doğar. Mizah da öyle.
Tarihin ve toplumların sıklıkla karşılaştığı, sınandığı kusurların başında despotluk gelir. Çılgın Hırsızlar, tam da bu kusurlar sırasında çoğalır, öne çıkar. Mizah, kara mizaha döner, her anlamıyla sınır-ötesine taşar, anavatandan yavru vatana uzanır. Şu şekilde:
1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik başlattığı harekatta kullanılan gemi Çıkarma Plajı’na kurulmaya başlandı. Ç128 numaralı gemiyle ilgili geçtiğimiz gün yaptığımız haberin ardından, bahsi geçen numaranın kaldırıldığı öğrenildi. GazeddaKıbrıs’ın konuyla ilgili edindiği bilgide, silinen yere “Müze Gemi” yazılacağı da öğrenildi.
Geçtiğimiz gün yapılan haberde, geminin üstündeki numaraya atıfta bulunarak, numaranın, KKTC’li yetkililerden Recep Tayyip Erdoğan’a bir mesaj olarak algılandığını söylemiştik. Bilindiği üzere 128 numarası, Türkiye’de Merkez Bankası’ndan kaybolan 128 milyar Dolar’ı anımsattığı için ciddi tartışmalara sebep olmuştu. Bahsi geçen numara, KKTC’li yetkililerden Recep Tayyip Erdoğan’a bir mesaj olarak algılandı.
***
Çılgın Hırsızlar dünyasında sivil hiçbir şeye tahammül edilemediğinden, her şey yasaklandığından mizah ancak iktidar sahipleri ve temsilcilerince yapılabilir 128 örneğinde de görüldüğü üzere.
Amin Maalouf, Empedokles’in Dostları romanına, Novalis’in tanımıyla, bu türün tarihin kurlarından doğduğu tezini anarak başlıyor. Salgın öncesinde kaleme alınsa da romanda, tüm dünyanın yaşadığı distopyanın ön belirtisi sayılabilecek felaket / kaza / kusur alegorisi çıkıyor karşımıza.
Sabitfikir’de kendisiyle yapılan söyleşide Maalouf, dünyanın güç sahiplerinin çok muktedir oldukları kadar aynı ölçüde kırılgan olduklarına vurgu yapıyor. Dünya ekonomisine gittikçe kumarhane atmosferinin hakim olduğunu belirtiyor ve ekliyor: Bir gün bir rüya gibi yıkılacak veya dağılacak olan hokkabazlar dünyasında yaşıyoruz.
***
TESLA, GAFA, Bitcoin ve diğer “mucitler”in hakimiyetindeki dünyayı işaret ediyor Maalouf. Bizim payımıza da hokkabazlığın da sahteciliği, doğu tipi çılgın hırsızlıkları düşüyor. Tarihin kusurlarından doğan, her gün sayısız örneklerine tanıklık ettiğimiz mizah kadar, dağılma da mukadder.
Böyle söylüyor tarihin kahkahası.