Hollywood’un tutunamayan Almanları: 2000 sonrası gidenler

Savaş sonrasının neredeyse bütün önemli Alman yönetmenlerinin adeta güçlü bir süpürge gibi kendine çeken Hollywood, neredeyse hiçbirinin yerel özelliğini korumasına, politik kimliğini yansıtmasına imkân vermeden onları sıradan, isimsiz yönetmenlere dönüştürüyor. Alman yönetmenlerinin Amerika macerası ticari olanla estetik olanın yumuşak geçişli bir yolculuğunda gelinen noktanın hiç de hayal edildiği gibi olmadığını yansıtması namına oldukça ibretlik.

Rıza Oylum r_oylum@hotmail.com

Geçen haftaki yazımda 2. Dünya Savaşı sonrası yetişen yönetmenlerin önemli filmler çektikten sonra Hollywood yoluna düşmelerinin hikayesine odaklanmıştım. Yeni Alman Sineması’nın en önemli yönetmenlerinden olan Wolfgang Petersen, Wim Wenders, Volker Schlöndorff, gibi isimler, Hollywood’da eski günlerini aratan filmler çekmiş, estetik yaklaşımlarını kaybetmişlerdi. Bu hafta Almanya’da varlığını sürdürürken Hollywood’a gitme merakına kapılan son dönem yönetmenlerin hikayelerine odaklanacağım. Son dönemden Tom Tykwer, Dennis Gansel ve Florian Henckel von Donnersmarck yolu Hollywood’la kısa ya da uzun bir şekilde kesişen Alman yönetmenlerden.

HOLLYWOOD'A DOĞRU KOŞ TOM KOŞ

Savaş sonrası doğan Alman yönetmenlerin Hollywood macerası genel olarak bu şekildeyken sonraki kuşakta da önemli başarılar yakalayan Alman yönetmenler, Amerika yolunu tutmaya devam etti. Tom Tykwer bunlardan biriydi. 1998 yapımı Lola rennt- Koş Lola Koş’la büyük çıkış yapan Tykwer, 2006’da Patrick Süskind’in meşhur romanı Koku’yu sinemaya uyarlayarak dünya çapında başarı sağladı. Bu filmle ticari sinemayla estetik sinemayı ustaca birleştirmişti. 2010 sonrasında Amerika projelerinde kendine alan açmaya çalışan yönetmen, 2012’de Matrix’in yönetmenleri Wachowski Kardeşler’le birlikte Bulut Atlası filmini yönetti. Farklı zaman dilimlerinde aynı oyuncuların farklı rollerde göründüğü filmi izleyenler ya çok beğendi ya da hiç sevmediler. Ben bazı bölümlerini çok beğenmiştim. Orijinal bir projeydi. Tykwer, 2016’da Tom Hanks’in oynadığı Hollywood filmi A Hologram for the King’i çekti. Suudi Arabistan’da çalışan bir iş adamının günlük hayatına odaklanan film, yönetmenin en zayıf filmlerinden biri oldu. Daha sonra yeniden Almanya’ya dönen yönetmen Avrupa’nın en pahalı dizisi unvanına sahip olan Babylon Berlin projesinin başına geçti. Savaş öncesi Almanya’nın yaşadığı politik ve sosyal dönüşüme odaklanan yapım, oldukça ince detaylarla tarihi dönemi yansıtan başarılı bir proje olarak devam ediyor. Tom Tykwer başarıyı yine kendi topraklarında buldu.

ALMANYA'NIN DÖNÜŞÜMÜNÜN YÖNETMENİ

Florian Henckel von Donnersmarck, son dönemin az film çeken ama kalıcı izler bırakan yönetmenlerinden biri. 2006’da çektiği Das Leben der-Anderen-Başkalarının Hayatı, ilk uzun metraj filmde yönetmeni bekleyen amatörlüklerden arındırılmış, yıllanmış bir sinema donanımından izler taşıyordu. Doğu Almanya’ya sert ve bir o kadar da estetik bir eleştiri getiren yapım, bu kapalı ülkeyle ilgili yaygın ve bir o kadar da yanlı bir tabloyu gözler önüne sermişti. Donnersmarck, 2010’da Almanya sınırlarını aşıp Johnny Depp ve Angelina Jolie'yi kariyerlerinde ilk kez bir araya getiren büyük bütçeli bir film ortaya çıkardı. Birçok farklı şehirde devam eden bir kovalamacayı resmeden Turist filminde yönetmen, aksiyonlu bir seyirlik ortaya çıkarmıştı. İlk filminin ağır politik atmosferi Turist’te sadece bir fon düzeyindeydi. Etkileyici Venedik görüntüleriyle bezenen film, popüler oyuncularıyla ticari başarı yakalayan bir çalışma oldu. Ancak yönetmen son filminde popüler Hollywood simalarıyla çalışmayıp 2018’de yeniden Almanya’ya dönerek çarpıcı ve uzun bir dönüşümün hikayesini anlattı. Asla Gözlerini Kaçırma -Werk ohne Autor filmi oldukça uzun bir dönemi mükemmel bir kurguyla anlatıyordu.

GERİ DÖN DENNİS!

Son dönemin Almanya’dan Hollywood yolunu tutanlarından biri de Dennis Gansel, 2004'te çektiği Napola, II. Dünya Savaşı'nda Naziler'in Napola adıyla kurdukları geleceğin bürokratlarını yetiştirdikleri okullardan birindeki gencin yaşamını konu alıyordu. 2008'de ise büyük ses getiren projesini gerçekleştirdi. Todd Strasser'in aynı isimli romandan uyarlanan Dalga isimli film, kısa sürede kült mertebesine erişti. Film, 1967 yılında Kaliforniya'da yaşanmış gerçek bir olaydan hareketle 1981'de yayınlanan romandan uyarlandığında kısa sürede 2.3 milyon kişinin izlediği bir yapıma dönüştü. 2016’da Hollywood’a yelken açıp  Mechanic: Resurrection-Suikast filmini çekti. Jason Statham, Jessica Alba ve Tommy Lee Jones gibi popüler isimlerle çalıştı. Basit bir denklem üzerine yüksek tempolu bir aksiyonla inşa edilen film, sıradan yapımlardan biri oldu. Hollywood klişeleriyle oluşturulmuş senaryosuyla derinlikten uzak, yüzeysel bir yapım olarak Hollywood’a yelken açan yönetmenlerin nasıl işlerde çalışması gerektiğine güncel bir örnek oluşturdu. 2018’de çektiği çocuk filmi Jim Button and Luke the Engine Driver ile yönetmen, rüzgârın sürüklediği yere doğru yelken açmış bir tekne görünümünde.

Savaş sonrasının neredeyse bütün önemli Alman yönetmenlerinin adeta güçlü bir süpürge gibi kendine çeken Hollywood, neredeyse hiçbirinin yerel özelliğini korumasına, politik kimliğini yansıtmasına imkân vermeden onları sıradan, isimsiz yönetmenlere dönüştürüyor. Kendini bu güçlü süpürgeden kurtarıp yeniden Avrupa sularına dönenler özgünlüklerini yansıtan projelere dönmeye çaba harcıyorlar. Alman yönetmenlerinin Amerika macerası ticari olanla estetik olanın yumuşak geçişli bir yolculuğunda gelinen noktanın hiç de hayal edildiği gibi olmadığını yansıtması namına oldukça ibretlik. İsmini daha evrensel bir yere taşımak ve ekonomik konforla film çekmek isteyen Alman yönetmenler, Amerika yoluna düşse de nihayetinde taş yerinde ağır. Christian Petzold gibi Almanya’da kalıp yerel hikayelerini evrenselleştirenlerse daha başarılı bir çizgi takip ediyorlar.

Tüm yazılarını göster