Son yazımda iktidarı etkileme gücüne sahip kesimlerin toplumsal cinsiyet rollerini din kuralları gibi sunmalarına değinmiştim. Kuşkusuz gücünü iktidarın çoğulculuk ilkesine uymayışından alan bir kesim bu. Ve İstanbul Sözleşmesi'nin dördüncü maddesiyle cinsel yönelimin meşrulaştırıldığı, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un da ikinci maddesiyle, İstanbul Sözleşmesi'nin kanuna esas olduğu belirtildiği için ikisine de itiraz ettikleri iddiasındalar. Bu bir iddiadan ibaret ama iktidar üzerinde etki gücü yüksek bir iddia. Eril tahakkümü sürdürme hatta alan kaybetmiş olan ataerkil zihniyeti yeniden güçlendirme arzusunu dinin gereği gibi sunmaya yönelen bu kişi ve grupların şiddetle ilgili sözleşme ve kanuna itiraz edişlerinin, şiddeti meşrulaştırma anlamı taşıdığını da belirtmiştim.
Kültürel kodlarla kurgulanmış toplumsal cinsiyet rollerini, muharref dini söylemler yardımıyla sadece İslam’ın değil tüm dinlerin yaradılış inançlarının gereği sayan iddialarla kadınlara saldırıyorlar. Diyanet görevlisi İhsan Şenocak, kız çocuklarının eğitim hakkına tasallut edip tacizi meşrulaştırırken o sözleri, düşünce özgürlüğü” saymıştı bu kişiler. Şimdi ülkenin dört bir yanında iktidarın sunduğu olanakları kullanarak şiddetle mücadele mekanizmalarını tahrip etmeye yöneldiler. Eşitlik mücadelesinin önemli bir adımı olan şiddetle mücadele mekanizmalarına itirazlarını meşrulaştırmak için de eşcinselliği araç olarak kullanırken eşcinsellere şiddeti meşrulaştırıyor. Altmış, yetmiş yıllık geçmişi olan toplumsal cinsiyet kuramını, binlerce yıllık eşcinsellik gerçeğinin kurucusu sayan zihniyet çarpıklığını perdelemek için de korku atmosferi yaratmayı ihmal etmiyorlar. Ülkenin her yanında yapılan sunumun bir parçası olarak zihinlere bilinen çağrışımları yükleyecek Davos giriyor devreye. Yuval Noah Harari’nin varsayımlarını içeren konferansını Davos’ta gerçekleştirmesi, İsrailli oluşu, komplo algısını tetiklemek için elverişli bir araç olmalı.
İsrailli tarihçi Harari, ülkemizde de çok satanlar arasına girmiş “Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi” adlı kitabıyla değil; hatta “Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi” adlı kitabında ortaya koyduğu görüşleriyle dünyada tartışılır, konuşulur olmuştu. Ancak bizde sadece Davos konferansına katılmasıyla gündeme taşınmıştı malum. Kadını, erkeği, inançlısı, inançsızı, siyahı, beyazı, faşisti, demokratıyla Homo Sapiens denilen bugünkü halimizin tür olarak sonu geldiği iddiasındaki tarihçi, irade kontrolü ihtimaline dikkat çekerken ele aldığım sunuma “Hackleniyor muyuz?” başlığıyla girmiş. Harari bugünkü insanın, geleceğin Neandartelleri hükmünde kalacağı yönündeki varsayımına dayanak olarak biyoteknoloji ve yapay zeka çalışmalarının bütünleşmesi ihtimalini gösterir. Bu iki alandaki çalışmaların ortaklaştırılması durumunda insan iradesini kontrol ederek yönlendirecek bir teknolojinin gelişme ihtimaline işaret eder. Bu şekilde veriye sahip olanın, yeni bir tür insan, iradesiz varlık, bizden farklı bir insan türünün ortaya çıkma ihtimalini kuvvetli bulur. Üstelik çok uzak olmayan bir gelecekte gerçekleşeceği varsayımıyla.
Av. Muharrem Balcı ve Ümmügülsüm Kılınç ise sunumlarında bu varsayımları sadece bir ucundan tutarak komplo teorisi gibi sunmuş. Veriyi kontrol eden birkaç elin insanlığı, sınıflara değil türlere ayırarak yönetme ihtimaline dikkat çekiyor. Harari’nin varsayımı doğru çıkarsa ne toplumsal cinsiyet kuramı kalacak ortada ne toplumsal cinsiyet eşitliği çabasından söz edilebilecek. Ancak sunum bu iddiaları, toplumsal cinsiyet eşitliği kuramını dayatarak dinleri yok edecek bir komplo teorisi imasıyla sunuyor.
İlaveten Koç firmasının Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Rehberi adlı kitapçığı da “öcü” formatına sokulmuş bu sunumda. Üstelik günlerdir İslami kesimden kişilerin paylaşımlarıyla rehberden alıntılar, sosyal medyada dönerken, her cümlesinden ayrı komplo üretiliyor, Küresel projeler başlığıyla da zaten dünyada etik tartışmalarla paralel yürümekte olan çeşitli bilimsel gelişmelerin hepsi bizim İstanbul Sözleşmesi'yle 6284’e uzanıyor. Tanrı tasarımına son verecek akıllı tasarım fobisi, küresel güç odaklarınca, bilinmeyen bir yerlerde bilinçli olarak kurulan komplo ile karşı karşıya olduğumuz imajını kuvvetlendirecek şekilde kullanılmış kimi konularda. Mesela internetle, akıllı telefonlarla her yerde bıraktığımız ayak izi, bu sunumda etik tartışmaların konusu değil sadece korkuların tetikçisi konumunda. Feminist mücadele yöntemleriyle son iki yüzyıldır hayli geriletilmiş olan ataerkinin yeniden ön alma hamlesi sayılabilir bu sunum.
Eşcinsellik, kadın eşitlik mücadelesi, eril şiddetle mücadele hayvan hakları, sperm bankaları, gen transferi, klonlama, yapay zeka, biyo-teknoloji her biri eril tahakküme birer tehdit olarak görülüp “erkekliklerine saldırı” olarak algılanmış. Tabii ataerkil din yorumuna sahip oldukları için kendi bireysel erkekliklerini değil yaradılışı, dinleri, tanrının tasarımını tehdit altında gösteriyorlar. Ancak bu sunumla –kadın aklı dahil olduğundan muhtemelen- eril tahakküm arzusunun, şimdiye kadar sıkça görülen kaba ve kalın çizgilerle, hoyratça dile getirmenin bir adım ötesine geçtiğini de kabul etmek lazım. Biraz daha incelmiş, sofistike edalı yeni bir yöntem geliştirilmiş:
“Bazı kabullenilmiş olguları araya serpiştirdiğinde, biraz da bilinmezin ürkütücülüğüyle zenginleştirirsen zihinleri yeterince bulandırmış olarak başta ve sonda yer alan iddialarını “hakikat” gibi kabul ettirebilirsin. Aralara da mümkün olduğunca kısa kısa ve yerli yersiz de olsa sokuşturmalısın ki, beyinlere hep olumsuz imgeler olarak yerleşsin, İstanbul Sözleşmesi ve 6284”.
Sorgulama, tartışma, araştırma, itiraz ve eleştiri imkanı sunmadan kitlelerin zihnini şekillendirme yöntemlerine çağ atlatan bu sunumda gelecekte insan iradesinin yönlendirilebilir olacağı korkusunun işlenişi de hayli ilginç.