Neo-klasik iktisadın temel kavramlarından biri olan Homo Economicus’un miadını doldurduğu hatta öldüğü iddia edilir. Ancak bu pandemi günlerinde, yani ayakta kalanın kazanacağı, altta kalanın canının çıkacağı, bana dokunmayan yılanın bin yıl yaşayacağı bir ortamda bu kavramın hala geçerli olduğu söylenebilir. Homo Economicus’u en basit anlamıyla, her durumda şahsi kişisel çıkarı peşinde koşan insan olarak tanımlamak mümkün. Bir tür Hollywood felaket filmi seti içinde yaşadığımız izlenimini veren Covid-19 salgın günlerinde, sözgelimi '99 depreminde oluşan dayanışma ruhu yerini “her koyun kendi bacağından asılır” rasyonelliğine bıraktı. Ama sağlık amaçlı, ama karşımızdakini koruma güdüsüyle de olsa annemize, babamıza gidemez, arkadaşlarımızdan korkar olduk. Bu sadece bize özgü bir mesele de değil elbette. Michigan’daki eli silahlı manyaklar parasal güdülerle çıkarlarını düşünüp hayatın normale dönmesini talep ederken, diğer yanda insanların zorunlu ya da gönüllü izolasyon kavramını gayet kolayca içselleştirdiğini söylememiz mümkün. Herkes kendi meşrebinde, kendi derdinde velhasıl…
Homo Economicus; kendini düşünen daha çok kârı hedefleyen rasyonel insanı anlatırken, hayatta kalmayı, virüs kapmamayı, sonrasında da işini, parasını kaybetmemeyi odağına alan, küresel bazda yaşadığımız bu bilimkurguvari Açlık Oyunları setinin aktörlerini, yani egoist insanı güzel özetleyen bir kavram olsa gerek. Prof. Dr. Murat Demiröz’e göre, “Homo Economicus hayatta elde ettiği faydası sadece maddi servet ve tüketime bağlı olan, bencil, çıkarcı, eldeki bütün bilgiyi kullanarak kendi maddi menfaatini en yüksek düzeye çıkarmaya çalışan hipotetik bir insan tipidir. Homo Economicus’un hiçbir toplumsal aidiyete, ahlâki değere ve tarihsel mirasa sahip olmayan bir nevi robota benzediği söylenebilir.”
Her ne koşulda olursa olsun başarıya endeksli Homo Economicus’un, (bundan sonra kendisine kısaca HE diyelim) her akşam açıklanan salgın tablolarındaki verileri anında olumlu algılayarak “satın alması” tabiatının gereğidir. HE, hesap uzmanı, tabir-i caizse kendi çapında bir mali müşavirdir. İstatistik zaten ondan sorulur. Rakamları analiz ederken kendi kendini ikna edecek argümanlarla hareket etmekten geri durmaz, “İsveç’in bakamadığı hastayı güçlü devletimiz nasıl da uçakla buraya getirdi”, “50 ülkeye yardım ettik.” Elde sanki bir hesap makinasıyla dolaşıyormuşçasına HE, her gün açıklanan günlük vaka verilerine de ekonomiden sorumlu bakanımızın ünlü söylemiyle yaklaşmayı tercih eder: “Bugün dünden daha iyi, yarın bugünden de iyi olacak, öbürsü gün yarından zaten çook daha iyi olacak.”
HE rasyoneldir ama bu rasyonalizm mutlaka iyi-güzel yönde olmalıdır. İyi olanı rasyonalize etme, kabullenme noktasında tarifsiz bir gönüllülük içerisindedir. Kötü olan ise ondan uzak olsundur, zaten duymak da istemez, iyi gelmez tatsız haberler o egoist ruhuna. HE bu haliyle biraz tutarsızdır da, zaman zaman yalpalar ve kendisine kötü gelen, ruh halini zedeleyecek verileri kabul etmeyerek rasyonellikten aslında uzaklaştığını fark edemeyecek kadar hesap kitap işlerine bulanmıştır. Pandemi bağlamında örnek vermek gerekirse, Gazete Duvar’da İrfan Aktan’a konuşan biliminsanı Emrah Altındiş bu zihniyeti pek güzel tarif etti. Altındiş’e göre Türkiye’de hiçbir bilimsel temeli olmayan bir başarı hikâyesi hegemonyası kurulmak isteniyor. Oysa rakamlar ortada bir başarının değil, enkazın olduğunu gösteriyor. Zira Türkiye, yedi hafta içinde dünyada vaka sayısı en fazla olan yedi ülke arasında. Ölüm oranları da bir o kadar korkunç düzeyde. Altındiş’e göre “İhtiyacımız olan iyimserlik veya karamsarlık değil, gerçekçilik. Ama Türkiye’de iyimserlikle tedbirsizlik, kötümserlik gerçekçilik karıştırılıyor.”
“Kötüyü çağırma” son yıllarda çokça duyduğumuz koçluk yaklaşımları arasındadır. “Hayallerinizdeki hayatı yaşayın…” Sanki çok kolaymış gibi, yıllardır yok “Tavuk Suyuna Çorba”, yok “Ferrarisini Satan Adam” yok efendim “mor inek ol” falan derken, sürekli haplanmış, pozitiflik harcında bulanmış beyaz yakalı insan haline dönüştü Homo Economicus. Doğası gereği iyi olanı algıda seçicilikle satın alırken “kötü” olanla arasına mesafe koyar hale geldi. HE’un temel şiarlarından birinin “Bana bunlarla gel” olması boşuna değil elbette. Heyhat, yaşam ne yazık ki her zaman o kadar basit şekillenmiyor, “Hayaller mor inek, gerçekler Nişantaşı’nda terapilere gidek” olması da bu yüzden. Zira korkularımız bumerang gibidir, bize dokunmayacağını sandığımız anda arkadan dolanır ve kabusumuz olurlar. Neyse konumuz bu değil, geçelim…
“Kötüyü çağırma” o kadar kabul gördü ki, “tatsız” olaylarla sadece sınırlı sayıda kaygılı insan ilgilenir hale geldi. Elif Ilgaz’ın Twitter’da 2 bin 514 gündür Berkin’in katillerinin bulunmadığını bizlere tokat gibi hatırlatması, Pınar Öğünç’ün Gazete Duvar’da vakanüvist edasıyla yazdığı olağanüstü yazıları geniş kitleler nezdinde hak ettikleri ilgiyi görmüyor. Zira “şimdi ayakta kalma zamanı”… Trump’ın milyonlarca Amerikalının ve hatta dünyalının egolarına oynaması boşuna değil... “Kalan sağlarla devam edeceğiz artık n'apalım” diyor bize Trump, Johnson ve diğerleri… Ve elbette Türkiye de buna “Bu yaşadığımız doğal afet, fıtrat, 1920’de de olmuştu zaten, üstelik çok da başarılıyız” ile katılıyor. Günde onlarca kişi ölmüş ne gam, Japonya’nın Güney Kore’nin “başarılarını” boşverin. Gurur duyun ülkenizle…
Bakmayın siz hep şikayet eden, hasta ruhlu muhaliflere, İstanbul Tabip Odası’nın açıklamalarına, ölen sayısının 3 binleri geçmesine, bakın vaka sayımız da vefat sayımız da her gün düşüyor. Bakmayın canım o şehir hastanelerinin aslında pandemi için değil, para transfer yöntemi olarak tasarlanmış olmasına, bakın sağlık sistemimiz dimdik ayakta. Bakmayın koskoca havaalanını iyice kadük hale getiren yeni hastaneye, pandemi sonrası sağlık turizminden gelecek dövizlere bakın. Bakmayın milyonlarca insanın işsiz kaldığına, döviz rezervlerinin sıfıra yaklaşmasına, ama bakın “makro ekonomik dengelerimiz gayet iyi, enflasyon düşüyor, borsamız toparlanıyor”… Bu bakmayın/bakın ikileminde, pandemi sürecinde yapılan yanlışları dile getirenler tam manasıyla müzmin muhalif, dolayısıyla vatan hainidir. Maske işini de büyütmeyin artık…
Kötüyü sadece pandemi ile ilgili değil, her koşulda çağırmayın zaten… Suriyeli Ali’nin, dur ihtarına uymadı diye sokakta kalbinden hunharca öldürülmesine takılmayın, zaten ailesinden 21 kişi Türkiye vatandaşı yapılmadı mı daha ne istiyorlar di mi ama? Zaten 4 milyon daha var “bunlardan”. Üstelik sadece Suriyelilere yönelik değil ki bu polis şiddeti canım. Bu konuda son derece adil davranan bir Devlet aygıtımız olduğunu unutmayın. 2017’de mitinge katılmak için Diyarbakır’a giden Kemal Korkut kameralar önünde çırılçıplakken, üzerinde “bomba” olduğu gerekçesiyle öldürülmemiş miydi? Grup Yorum üyesi, ölüm orucundaki İbrahim Gökçek’e de takılmayın, onlar zaten “terörist”. Bana böyle şeylerle gelmeyin lütfen!
Bakmayın/bakın seçeneklerini önümüze koyuyor yöneticilerimiz. Politikacıdan çok hayal satan, kurgusu olan hikayeler anlatan pazarlamacı edasıyla yapıyorlar bunu. Gündem ne olursa olsun, ayakta kal, esen kal, sağlıcakla kal diyorlar bize. Pandemi sonrası, yepyeni bir “kuruluş” ya da “kurtuluş” sürecini muştuluyor bu yaşadıklarımız. “Ayakta kalamayan yaşlılara, berberlere, esnafa, işçilere, işsizlere, fakirlere, daha da fakirlere, eziklere yapacak bir şey yok, çünkü bu yaşananlar küresel bir bela, bizler başarıyla yolumuza devam ediyoruz, kısmet sizler başaramadınız.” Çok mu karikatürize ya da distopik geldi? Bence gelmesin, temel yaklaşım bu ne yazık ki…
Şayet pandemi sonrası her şey farklı olacaksa, bakıp da göremeyenler, görüp de görmemezlikten gelenler ile bakıp da görenler arasında şekillenecek yeni dönem. İyi de olsa kötü de olsa her şeyden bir iyilik nemi kapanlar mı, yoksa kötüye kötü, iyiye iyi, krala çıplak diyen ve doğruyu güzeli gerçekten arayanlar mı kazanacak bunu şimdilik bilemiyoruz. Tıpkı John Berger’ın o kült Görme Biçimleri kitabının son cümlesi gibi: “Bu kitabı tamamlamayı okurun kendisine bırakıyoruz.”