Hong Kong’da nisan ayıdan beri gösteriler devam ediyor.
Suçluların yargılanmak üzere Çin anakaraya teslim edilmesini
kolaylaştıran yasa tasarısını protesto etmek için başlayan
gösteriler, Amerikan bayrağı açıp Çin hakimiyetini reddetmeye kadar
ilerledi. Yasa tasarısı geri çekilse de sular durulmuş değil. Hong
Kong’daki ayrılıkçı yaklaşımın uluslararası arenada gizli-açık
destekçileri de bolca var. Bu küçük kara parçasının yüzyıllardır
meraklısı çok. Çin’in güney kıyısında bulunan Hong Kong, 1842’de
Nanking Antlaşması’yla Çin’den ayrılıp İngiliz hâkimiyetine geçmiş,
2'nci Dünya Savaşı’nda bir süre Japon işgaline maruz kaldıktan
sonra yeniden İngiltere egemenliğine girmişti. 1 Temmuz 1997’de
özel statüsünü koruyarak Çin’e devredilse de görünen o ki güç
savaşlarında bu değerli adayı Çin’in hakimiyetine bırakmak
istemeyenler her fırsatı değerlendirecek. Bu kendine has adanın
yine kendine has bir sineması var. Geçen haftaki Çin sineması
yazısından sonra Hong Kong sinemasını yazmamak olmazdı.
KANTONCA ÇEKENLER HONG KONG'A
Hong Kong’un sinema namına özgün bir coğrafyaya dönüşmesinin
tarihi 1930’lara kadar uzanıyor. Çin’de iki yaygın lehçe olan
Mandarin ve Kanton lehçelerinde filmler çekiliyorken 1936 yılında
sadece hakim lehçe olan Mandarin lehçesinde film çekilmesine izin
verilmeye başlanmasıyla Kanton lehçesinde film çeken yönetmenler
Kantonca konuşulan Hong Kong’a göç ettiler. 1949’daki Çin
Devrimi’nden sonra Çin’den Hong Kong’a gelen yönetmenlerle birlikte
adeta kadro tamamlanmış oldu.
Pekin’de güzel sanatlar öğrenimi gördükten sonra Hong Kong’a
yerleşen King Hu, Hong Kong’un 1950 sonrasında en önemli
yönetmenlerinden biriydi. 1965’te çektiği Da Zuixia-Benimle İçmeye
Gel, dövüş filmlerine yeni bir açılım getirdi. Daha sonra farklı
Uzakdoğu ülkelerinde çektiği filmlerle yönetmenliğini sürdürdü.
Çin’den ayrılarak Hong Kong’a gelen bir başka yönetmen de Zhang
Che’ydi. 1962'de çektiği Dubi Daa-Tek Kollu
Silahşör filmiyle dövüş filmlerinde yeni bir dönemin
başlayacağını müjdeledi. Daha sonra; 1968’de Lin Yanzi-Altın
Kırlangıç, 1970’te Baoehou-İntikam, 1971’de Dubi
Daa-İntikamın Sol Eli gibi filmleri yönetti.
Çin’de Kültür Devrimi’nin Çin sinemasını adeta tiyatroya
çevirmesinden sonra Hong Kong’ta dövüş filmlerinden oluşan,
şiddetten beslenen bir sinema, etki gücünü giderek arttırdı. 1970
sonrasında Hong Kong sineması önemli ekonomik başarılar kazanmaya
başladı. Hong Kong filmleri; Tayvan, Singapur, Endonezya, Tayland
ve ABD’de karşılığı olan, bir ihraç ürününe dönüştü. Pazarlama
gücünün artmasıyla beraber de oldukça güçlü bir ekonomik yapı
oluştu. Hong Kong sineması en büyük patlamasını bu yıllarda yaşadı.
Özellikle dövüş sanatı filmleriyle anılan yapım şirketleri, her yıl
rekor düzeyde film yapar hale geldiler.
BRUCE LEE EFSANESİ
Şu sıra Tarantino; Bir Zamanlar Hollywood’da filminde
Bruce Lee’yle vicdansızca makara yapsa da Bruce Lee, Hong Kong’tan
dünyaya yayılan gerçek bir efsanedir. Çirkin, sinema için ideal
vücut ölçülerinden uzak bu yoksul dövüşçü; filmleriyle dövüş
sanatının bilinirliğini zirveye taşıdı. Üstelik bunu sadece başrol
oynadığı dört filmle yaptı. 1971’de The Big Boss, 1972’de
Fist of Fury ve The Way of The Dragon, 1973’de Emer The
Dragon filmlerini çekti. Son filmi The Game of Death’in
çekimi sırasında beyin kanamasından öldüğünde 32 yaşındaydı.
Ölümünden sonra da, uzun yıllar hayatında bir çıkış arayan,
eğitimsiz, yoksul kitlelerin dövüş salonlarına akın etmesini
sağlamaya başlamıştı. Umudun, hayallerin cisimleşmiş haliydi.
Filmlerinin gösteriminin video kasetlerle sürdüğü seksenler ve
doksanlarda hâlâ dövüş salonlarında posterleri asılı olur,
dergilerde kapak olmayı sürdürürdü.
BRUCE LEE YOK JAKIE CHAN VERELİM
Bruce Lee’nin ölümü Hong Kong sinemasında önemli bir boşluk
yarattı. Bir süre taklitleriyle devam etseler de piyasa artık yeni
bir kahraman arayışındaydı. Özellikle Amerika merkezli filmlerde
Chuck Norris ve Jeanne Claude Van Damme gibi oyuncular etki
alanlarını giderek arttırıyorken Hong Konglu yapımcılar pazar
paylarını korumakta zorlanıyorlardı. Bu arayış içinde yeni kahraman
olarak Jackie Chan denenmeye başlandı. Bruce Lee’nin kitleler
üzerindeki etkisinin yapamasa da zaman içinde akrobasiyle dövüş
sanatlarını birleştiren dövüş stiliyle ve mizahi yanlarıyla kendi
seyirci kitlesini yaratmayı başardı. Jackie Chan'in en önemli
filmleri; 1982’de Long Xiao Ye-Ejderha Efendi, 1984’te
A Gai Waak-A Tasarımı, 1989’da Qiji-Kara
Ejder,1990’da Feiying Gaiwak Tanrı Aşkına, 1998’de
Ngo Si Sui-Ben Kimim olarak sayılabilir.
Doksanlardan sonra Hollywood’da çalışan aktör, uluslararası
projelere imza atmayı başardı. Daha sonra birkaç kez Hong Kong’a
gelip burada da film çekmeyi sürdürdü. Jackie Chan’in orijinal
taraflarından biri de Çin Komünist Partisi’yle olan ilişkisinin
inançla sürdürmesi. Çin'in en yüksek siyasi danışma birimi olan Çin
Halk Siyasi Danışma Konferansı Ulusal Komitesi'nin (ÇHSDK)
toplantısına katılan 2 bin civarı üyeden biri de o. İnternet
ortamında kapitalizmin vahşiliğini anlatan videolarını bulmak
olası.
KILIÇTAN TABANCAYA JOHN WOO
Jackie Chan’in dışında Hong Kong sinemasının seksenlerini
etkilemiş bir başka isim de John Woo’ydu. Aksiyon filmlerinin usta
yönetmeni Hollywood’a transfer olmadan önce Hong Kong’da çektiği,
A Better Tomorrow, (1986) The Killer, (1989)
Hard Boiled, (1992), isimli filmleri aksiyon sinemasının
zirvelerini oluşturdu. John Woo’nun en önemli özelliği Hong Kong
sinemasını, kılıçlı dövüş sahnelerinden silahlı çatışma sahnelerine
taşımasıydı. Ondan önce klasik dövüş sahneleri ve kılıç
dövüşleriyle tanınan Hong Kong sineması, artık banka soygunları,
polis takipleri gibi zamana ayak uyduran aksiyonlarla anılır
olmuştu. John Woo doksanların ortasında Amerikalı yapımcılarla
çalışmaya başladı. Doksanların en iyi aksiyon filmlerinden biri
olan Hollywood’da 1997’de çektiği Face/Off filmiyle
başarısının bölgesel olmadığını kanıtladı. Ne var ki John Woo
ilerleyen yıllarda aynı istikrarı gösteremedi. 2008’de çektiği
Chi bi-Kızıl Uçurum eski günlerini hatırlatmıştı. Çin
imparatorluğu dönemini anlattığı yapımda Uzakdoğulu oyuncularla
yeniden çalıştı.
YERALTI KALBURÜSTÜ YÖNETMENİ JOHNNİE TO
John Woo’nun açtığı yolda ilerleyip kendi sinema dilini
oluşturan aksiyon yönetmenlerinden biri olarak Johnnie To’ya ayrı
bir parantez açmalıyız. 1980'lerin ve 90'ların Hong Kong aksiyon
klasikleri olarak bilinen All About Ah-Long (1989),
Heroic Trio (1993) gibi filmlerin yönetmeni olan To, kara
filmden komediye uzanan bir çizgide birçok farklı türde film
çekti.
Yönetmenin en çok ses getiren filmlerinden Breaking
News, Election, Election 2, Exiled,
Mad Detective ve Drug War filmleri uluslararası
festivallerde de gösterildi. 2004 yılında Breaking News
ilk gösterimini Cannes film festivalinde yaparken, 2011 yapımı
Life Without Principle Hong Kong’un Oscar adayı oldu.
Batı’da özellikle çektiği suç ve aksiyon filmleriyle tanınan
yönetmen, Hollywood çevrelerinin de ilgisini çekmeyi başaran bir
isim. Quentin Tarantino röportajlarında To’nun filmlerinden
bahseder. 2013 yapımı filmi Drug War’da uyuşturucu
baronlarıyla mücadele eden bir polis şefinin aksiyon dolu hayatını
beyazperdeye yansıtmıştı. Temposu hiç düşmeyen Drug
War da beklenmedik gelişmeler, gerçekçi oyunculuklar ve
aksiyon izleyicisini mutlu edecek cinsten çatışma sahneleriyle
türünün iyi örneklerinden biri. Filmde sinema tarihine geçecek
cinsten bir sokak çatışma sahnesi de var. Drug War,
bilindik Hollywood filmlerinin aksine iyilerin ve kötülerin
savaşında kazananın daha başından belli olduğu bir film değil.
Kötüler kaybetse de iyileri de mutlu bir sonun beklediği
söylenemez. Filmin senaryo hakları farklı ülkelerce satın alındı.
2018 Güney Kore yapımı Believer, Druw War’ın yeniden
çevrimi. Hong Kong ve Çin’de film çekmeyi sürdüren Johnnie To,
Hollywood yapımcıları henüz onu ikna edip klişe Amerikan filmleri
çekmeye başlamadan Hong Kong‘un aksiyon dolu sokaklarını izlemek
için keşfedilmeyi bekleyen bir cevher olmayı sürdürüyor.
HONG KONG YENİ DALGASI
Dövüş filmlerinin yanında, insan odaklı estetik sinema
anlayışına önem veren bir sinema anlayışı da zaman için Hong
Kong’da kendine yer bulmaya başladı. Özellikle Avrupa’da sinema
eğitim alan genç yönetmenler ticari sinema dışında konulara
eğilmeye başladılar. Hong Kong Yeni Dalgası denilen bu akımın ilk
örneklerinden biri Xu Anhua’nın 1979’da çektiği Sır
filmiydi. Film, 1980’de 17. Tayvan Film Festivali’nde Altın Horoz,
En İyi Film, En İyi Kameraman ve En İyi Senaryo ödüllerini
kazanmıştı. Xu Anhua'nın Xu Ke'yle birlikte çektikleri Kelebek
Katilleri (The Butterfly Murders) adlı film de, Hong Kong Yeni
Dalga filmlerinin öncülerinden biri olarak görüldü. 1982’de çektiği
Gemici (Boat People), Japon fotoğrafçılarının Vietnam
Savaşı'ndan sonra ülkeyi ziyaretlerinin filmini çekti. Film, 2.
Hong Kong Altın İmaj Ödülü'nde; En İyi Yönetmen, En İyi Film, En
İyi Senaryo, En İyi Yeni Oyuncu ve Sanat Tasarımı olmak üzere beş
dalda ödül kazandı.
Hong Kong Yeni Dalga akımının en önemli temsilcileri Tsui Hark,
Ann Hui, Yim Ho, Allen Fong, John Woo, Patrick Tam, Dennis Yu ve
Kirk Wong isimlerini sayabiliriz. Ana akım Hong Kong sinemasına
göre kamera kullanımı ve anlatım dilleri oldukça özgü olan
yönetmenler, Fransız Yeni Dalga akımıyla Hng Kong kültürünü
harmanladılar.
Yeni Dalga yönetmenlerinden Tsui Hark’ın estetik epik savaş
filmleri ve kılıç filmlerinin özgün bir ismi. 1991’de çektiği
Once Upon a Time in China filminin Jet Li’yi oynatmasıyla
Hong Kong sinemasından dünyaya yayılan bir starın daha ortaya
çıkmasını sağladı. Jet Li, Tsui Hark’ın en büyük keşfi sayılabilir.
İkili pek çok filmde beraber çalıştılar.
HONG KONG'UN ESTETİK İSMİ WONG KAR-WAİ
Hong-Kong’un dünyaca ünlü yönetmeni Wong Kar-Wai’yi de ikinci
dönemde oluşan Yeni Dalga yönetmenlere ekleyebiliriz. İlk filmi
As Tears Go By’i 1988’de çekmişti. Film Hong Kong’da
çekilen en iyi mafya filmlerinden biri olarak gösteriliyor. 1994
yapımı Ashes of Time isimli filmiyle Venedik’te Altın
Aslan için yarıştı. 1997’de Happy Together filmiyle Cannes
Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü aldı. Hong-Kong
sinemasının en başarılı yönetmeni haline geldi. Batılıların
90’larda Uzakdoğu sinemasına ilgi duymasının en estetik
sebeplerinden biri olan yönetmen, 2000’de çektiği In The Mood
for Love filmiyle de tüm dünyaya, Hong Kong sinemasının sadece
dövüş filmleri yapan bir sinema olmadığını kanıtladı. Çektiği bu
aşk filmiyle sinemaseverlere, romantik filmlerin sadece
Hollywood’da yapılmayacağını da göstermiş oldu. 2004 yapımı gizemli
filmi 2046 ile de ustalığını gösterdi.
2006’da Cannes Film Festivali’nde jüri başkanıydı. Bu koltuğa
oturan ilk Çinli olan Wong Kar Wai, 2013 yapımı estetik bir dövüş
filmi olan Grandmaster’la Hong Kong’un Oscar adayı oldu.
2014 Asya Film Ödülleri’nden En İyi Film ve En İyi Yönetmen
ödüllerini aldı. Filmde Japon işgali sırasında meşhur kung fu
ustası İp Man’ın yaşadıklarına odaklanmıştı. Yönetmenin atmosfer
yaratmadaki başarısı, müzikleri ve renk kullanımları onu özün bir
yönetmen haline getirdi.
SON DÖNEMDE HONG KONG SİNEMASI
1997’deki Çin’le Hong Kong’un birleşmesinden sonra ortak
yapımlar ve büyük bütçeli projelerin sayısı giderek arttı. 2003’te
26 ortak yapım film yapılmışken 2006’da resmi verilere göre 54
ortak yapım film çekilmiş. Hong Kong’da yılda ortalama 50 civarı
yerel film çekildiğini de hesaba katarsak bu rakamlar daha büyük
bir anlam kazanır.
Son yıllarda insan odaklı yapımların da arttığı Hong Kong
sinemasında konu çeperi giderek genişliyor. Alex Law’ın 2010 yapımı
Gökkuşağından Yankılar (Sui Yuet San Tau) 1960’ların Hong
Kong’unda geçen ve yönetmenin çocukluk anılarından yola çıkarak
yazdığı bir film, bir işçi ailesinin öyküsünü anlatır. Gilitte
Leung’un 2012 yapımı LGBT filmi Seviyor Sevmiyor, 2013
Outfest Los Angeles LGBT Film Festivali dahil birçok festivalin
seçkisinde yer aldı. Film izleyiciye; “şiddetli aşkın zorlukları ve
sınırları muğlâk bir cinsellikle dolu dokunaklı bir yolculuğa
çıkarıyor.” ifadesiyle tanıtılmış. Longman Leung ve Sunny
Luk’un çektikleri 2012 yapımı Cold War, 2013 Hong Kong
Film Ödülleri’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen dâhil olmak üzere
sekiz dalda ödül kazandı. Film yolsuzluk, güç mücadelesi ve politik
oyunlar üzerine bir gerilim dolu bir tablo sunuyor.
Bruce Lee, Jackie Chan, John Woo, Tsui Hark, Jet Lii, Wong
Kar-Wai gibi başarılı isimleri yetiştiren bu özerk bölge, politik
olduğu olduğu kadar sanatsal olarak da her daim takip edilecek
kendine has bir coğrafya.