Göç yolu üzerindeki pek çok yerde bakiyelerle karşılaşma, aşiretlerin tamamının Horasan’a ulaşamadığını ya da ulaşanlardan bir bölümünün döndüğünü gösteriyor.
“Gurbette Bin Yıl: Horasan Kürtleri” kitabında genişçe
anlatacağım gibi Şah ve Şiîlik taraftarı olmak, tek bir ulusa özgü
sayılamaz. Özellikle Minorsky’nin “dinî bir parti” olarak
nitelendirdiği Şahsevenler hareketini anmakta fayda var.
Osmanlı’nın Sünnîleşmesi ile İran’ın Şiîleşmesi, İzmir’den
Hindistan’a kadarki altı bin kilometrelik hatta anlama ve anlatması
güç bir hareketlilik yarattı. Bu hareketin Kürt tarafıyla
ilgiliyim. Sorum şu: Kürtler açısından ne oldu?
Safevî taraftarı ya da Osmanlı ile sorunlar yaşayan bazı Kürt
aşiretleri, on altıncı yüzyıldan itibaren Horasan’a göçertildi.
Oraya yönelik Sünnî Özbek ve Türkmen saldırılarına karşı sınırlara
yerleştirildiler. Orada yerleşik olan Kürtlerle kaynaştılar. Ana
lehçelerini unutup Horasan’da baskın olan Kurmancî lehçesini
öğrendiler. Kendilerine Kürt değil Kurmanc diyorlar, yaşadıkları
bölgeye ise “Heray Welat” (Çığlık Ülkesi) ya da “Kurdistana Xerîb”
(Gurbet Kürdistanı). Son dönemde ise “Kurmancistan” diyenler
var.
Göç yolu üzerindeki pek çok yerde bakiyelerle karşılaşma,
aşiretlerin tamamının Horasan’a ulaşamadığını ya da ulaşanlardan
bir bölümünün döndüğünü gösteriyor. Aynı şekilde M.Ö. yedinci
yüzyıl kayıtlarında orada yaşayan “Korde” halkıyla karşılaşmak
olguyu çok boyutlu düşünmeyi gerektiriyor.
Son dönemde Kürtler arasında yaygınlaşan ve çoğunluğu kendi
aşiretini göklere çıkarmakla marûf tarih yazıcılığını motive etmek
istemem, ama Kandehar’ı, Herat’ı, Meşhed’i yöneten Konya, Sivas,
Dersim, Palu, Van, Erzurum aşiretleriyle eski kitaplar ve Horasan
çarşılarında karşılaşınca şaşırmamak mümkün değildi. Ancak beni
yazılı Kürtçe edebiyat da en az bu karmaşık durum kadar
ilgilendiriyordu.
Oralara gitmeden önce okuduğum kitap ve makalelerden yirmi kadar
şairi belirlemiştim. Eski metinlerde Kurmancînin yanı sıra Arapça,
Farsça ve Azerice ile de karşılaşılıyordu. Ama yeni dönemde Farsça
çok baskındı. Kürtçe yazma etkinliği, bin dokuz yüzlü yıllarda
iyice azalmıştı. Son çeyrek yüzyılda ise daha çok Kürtçe yazan isim
söz konusuydu. Uydu üzerinden yayın yapan TV’ler sayesinde
yüzyıllarca izole şekilde yaşayan Horasan Kürtleri, dünyanın başka
yerlerinde de Kürtlerin yaşadığını görüyorlardı. Aynı şekilde
kendilerininki gibi diğer Kürt dilleriyle karşılaşma, standart
Kürtçeyle yapılan yayınları tanıma, internet, Kürtlerin
mücadelesinin küresel bir hale gelmesi gibi olgular oradaki Kürtler
arasında da ulusal bir uyanışa yol açmıştı. Bu yüzden yirmi yazar
beklerken elli beş yazara ulaştık. Aslında sayı bundan da fazlaydı.
Bu durumda kitap ve edebî eser yayınlamış olma ölçütü koyarak bir
seçme yapılabilirdi. Ama bu da zordu, zira İran devleti özellikle
Horasan’daki Kürtçe yayınlara hemen hemen hiç izin vermiyordu.
Yayımına izin verilen tek tük Kürtçe kitabın Farsça çevirisiyle
yayımlanma zorunluluğu vardı. İşimiz çok zordu.
Ama göçebe çadırlarından bağ evlerine gizlice getirilen
elyazmalarına, kitapçılardaki tek tük Kürtçe kitaptan gelip
kameramız önünde şiir okuyan ümmî şairlere kadarki çerçeve
şekillenirken, sınırlı olan zamanı müzikle doldurmamak olmazdı. Îbê
adlı gencecik adamın Aşxane şehrinde dutarla çaldığı ezgileri
unutmam mümkün değil. O kadar sade bir adam ki sabah hafif bir
gölge gibi vedalaşmadan kayboluyor. Serserilik var serde,
Aşxane’den aklı havada üç delikanlıya takılıp Raz’a gidiyoruz bu
sefer. O git git bitmez coğrafyada kutsal “merx” ağacının ilahî
kokusuyla mest oluyoruz. Ara sıra arabadan inip deli danalar gibi
tepelere koşuyoruz. O kadar çok gülüyorum ki çenem ağrıyor!
Bocnûrd’a dönüyoruz tekrar. Şehrin kuzeyinde, Xan Muhemmed
Şadlû’nun türbesini çevreleyen ağaçlık alan, Dersim’den Ürdün’e,
Azerbaycan’dan Sistan’a kadar sayısız kolları olan Şadîyanların
hasbahçesiymiş. Göğe varan çınar ağaçları, Horasan’da hüküm sürmüş
ve bin dokuz yüz elli ikiye kadar özerk yönetim olarak varlığını
sürdürmüş Şadlû hükümetinden kalan yerlerden biri. Bu yönetimin
sevimli bir müzeye dönüştürülmüş hükümet merkezi ile Eynexane
(Aynahane) binası ise büyüleyiciydi.
Horasan, binlerce yılı bulan tarihsel süreçte Kürtlerin de
ikamet ettikleri bir bölge. Hatta Horasan’ın kuzeyi, kroniklerde ve
James B. Fraser’ın bin sekiz yüz yirmi beş tarihli “Narrative of a
Journey into Khorasan in the Years 1821-1822” kitabında, buradaki
Kürt nüfusunun yoğunluğu nedeniyle, “Kürdistan” diye anılıyor.
Buraya en büyük Kürt göçlerinden birisi, on altıncı yüzyılın
başlarından itibaren Afrîn, Maraş, Malatya, Sivas, Çemişgezek,
Dersim, Harput, Erzurum, Ahlat, Van, Dağlık Karabağ, Urmiye ve
Mehabad’dan gerçekleşmiş.
Horasan’da iki büyük konfederasyon var. Biri, demin yazdığım
gibi Şadlû, ikincisi ise Çemişgezek ya da Zaferanlû. Zaten kim
nereden göçertilmiş ya da göç etmişse oranın adını oraya taşımış.
Aras nehri de var, Aladağ da, Kêşanak (Gültan hanım ve Zülküf
abinin kulakları çınlasın) da var Xelat da. Ama bir soru var daha:
Buradaki isimler, oradan gelenlerce buraya taşınmış olmasın?