Suriye’ye harekât bizim bildik müesses nizamın zihnindeki yüz
yıllık heyulalarla mücadele için başlatıldı. Bir nevi “armageddon”.
Oysa on gün içinde Kürt meselesi hiç olmadık denli
uluslararasılaştı. YPG’nin PKK’nin Suriye uzantısı olduğu
tescillenirken, bu durum YPG’nin “tukaka” edilmesine değil, PKK’nin
meşrulaşmasına yol açtı. Kendi köyümüzde kendi kendimize ne
anlattığımızı bir an bir yana bırakın. Herhangi bir uluslararası
kanalı açın, baskın anlatı “Türkiye’nin Kürt kıyımı” biçiminde.
İçerideyse, coşkun yeni Türkiye demokrasimiz zirveden zirveye
koşuyor. Mansur Yavaş’ın “akıl dolu” AOÇ golü yinelenmesin diye
İBB, TCDD tarafından Haydarpaşa ve Sirkeci gar binaları ihalelerine
çağrılmadı. Ve sürpriz, ihale gözümüze soka soka Hezarfen’e verildi. Yüzümde
apansız bir ıslaklık hissettim: Ya Rabbi şükür, nihayet güz
yağmurları mı başladı?
Durmak yok yola devam, Hakkâri, Yüksekova ve Nusaybin de taklaya
getirilip, kayyımlarına kavuştular. Değerli milletvekilim Sezgin
Tanrıkulu’nun şu değerlendirmesine katılmamak mümkün mü: “Oldu
olacak, Belediyelere tek tek kayyum atayacağınıza bütün bölgeye
‘Genel Vali’ atayın hiç olmazsa statüsünü ilan etmiş olursunuz...”
Laf ola ekleyelim, HDP'nin buralardaki oy oranları, Nusaybin: yüzde
77.4, Yüksekova: yüzde 66,1, Hakkari yüzde 59.9. Nasıldı o söz:
“Millet sözünü söyledi, o iş bitti” miydi?
Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ve dün (Cumartesi) başlaması
planlanan Kayseri konferansı son anda
Şişli Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. AGOS gazetesi genel yayın
yönetmeni sevgili Yetvart Danzikyan’ın dediği gibi: “bildiğin
yasakladılar.” Bu kadar. Tekraren, kim yasaklayan? Şişli
Kaymakamlığı. Öyle ya, Ermeni yurttaşın muhatabı kim olacaktı
başka?
Gazeteci Nurcan Baysal’ın Diyarbakır’daki evi yine dün sabah
şafak vakti kendi anlatımına göre 30-40 tam teçhizatlı polis memuru
tarafından basıldı. Baysal, yurtdışında olduğu için gözaltına
alınamadı. Yaptığı sosyal medya paylaşımında iki çocuğunun dehşete
kapıldığını söylüyor. Bu işlere yol veren akıl küplerinin, vatan
kurtaran arslanların birinin, baskın filan demiyorum, kapısı
tıkırdatılsın şafak vakti, bakalım ne hissederler? Ama adeta
yarınlar hiç olmayacakmış gibi doludizgin yaşıyoruz işte şu ileri
demokrasi denen mereti.
Bunların, ve daha pek çoklarının, olduğu, olabildiği, daha da
artarak olacak olduğu, “çünkü olabiliyor da ondan olduğu” günlerde,
yalnız ve güzel ülkemizin berceste muhalefeti, CHP’si, İYİP’si,
sınırboylarında poz veren bir Feyzioğlu misali, “vatan mevzu
bahisse, başlatmayın demokrasinize” dedi, dirsek temas aralığına
geçiverdi iktidarın yanına. Biz de ne konuşacağız şimdi,
Türkiye-ABD ortak açıklamasında ne diyor, sahada ne oluyor, salı
günü Erdoğan-Putin görüşmesinden ne çıkar?
Eyvallah. Konuşalım bakalım, laklak etmekten bir şeyler umarak.
Elimizde bir ortak açıklama var. Bu bir
anlaşma değil. Taraflar ABD ve Türkiye yerine getirilmesi olanaksız
yükümlülükler üstlendiler ve bildirilerine topu topu beş gün raf
ömrü biçtiler. Tesadüf bu ya, o beş gün dolarken, Cumhurbaşkanı
Erdoğan Rus mevkidaşı Putin’le görüşmek için Soçi’ye sefer
eyleyecek. Asıl film orada gösterime girecek.
Neden? Çünkü ABD heyeti ülkemizden ayrılır ayrılmaz Suriye Özel
Temsilcisi Jeffrey’nin belirttiği gibi varılan
uzlaşının özü şu: “Türklerin girdiği yerlerde en kısa zamanda bir
ateşkes sağlamak. Karşılığında ‘yaptırımlar konusunda ne
yapabiliriz’ ona bakmak. Gelişmeler beklentilere uygun cereyan
ederse yaptırımları kaldırmak.” Buna kongrede yaptırımların
ağadayısını hazırlamakta olan senatörlerin yanıtı ne oldu? “Tam gaz
devam…”
Belli olmayan başka neler var? YPG’nin ağır silâhlarını kim
toplayacak? ABD çekildiğine göre YPG neden ABD’yi dinleyecek? Esat,
30 km. derinlikteki ana arter M-4 Karayolu'nun denetimini nasıl
TSK’ye veya TSK destekli milislere bırakacak? Pence ve ekibi
sarayın bir odasında Erdoğan tarafından kabul edilirken, yan odada
Rusların Suriye Özel Temsilcisi Lavrentiev Kalın’la ve turunda uğradığı Şam ile
Tahran’da neyin müzakeresini yürüttü? Pence, Erdoğan’la 1 saat 20
dakika süren baş başa görüşmede neleri ele aldı?
On günlük serencamın sonunda Kürt sorunu uluslararasılaştı ve
Suriye ordusu tek kurşun atmadan sınırımıza geri döndü. Ulusal
güvenlik tutkunları durumdan mutmain mi? Şimdi Soçi’ye ve ardından
Cenevre’ye gidildiğinde, Esat’la gayrimeşru, YPG ile terörist
olduğu için konuşmayı reddeden Ankara, Rusların oyun kurduğu yeni
güç dağılımında siyasal çözüme nasıl katkı sunacak? Yahut siyasal
çözüm önündeki biricik tıkaç olma rolünü üstlenebilecek mi?
Üstlenecekse, TSK’nin Suriye’deki varlığı kaç on yıl daha ülkemizin
ayağında yeni bir diplomatik pranga olacak?
Ya içerideki tahribatın gidişatı? Habertürk’ten Ece Üner’in
asker selâmı, okuyanlara Haffner’in “Bir Alman’ın Hikâyesi”
kitabını sanırım sırtlarını ürperterek anımsatmıştır. Bu yaklaşımı
karamsar bulanlara bakılırsa yine o hiç bitmeyen “sonun başlangıcı”
evresindeyiz. O “son”, hepimizin sonu olmasın?
Şunu kafalarımıza sokabilecek miyiz: Kürt, bu cumhuriyetin eşit
anayasal yurttaşı olarak rahata, huzura erdiğinde, hepimiz haydi
haydi feraha çıkmış olacağız. Bu da CHP’ye: Siyaset kalabalıkların
peşinden sürüklenmek değil. Kitle partisi olmak iddiası rüzgârgülü
gibi dönmeyi gerektirmez. CHP İYİP’ye değil, İYİP CHP’ye muhtaç,
esasen muhtaçlık üzerinden yan yana durmak olmaz.
Ve Sayın CHP: Neyse yahut varsa kanaatleriniz, paylaşın
bizlerle, ikna edin bizleri. İkna etmenin yolu da “mecbursunuz
kardeşim” değil. Sizden farklı düşünenlere kibirli tebessümlerle,
“deli galiba” diye bakmayı da bırakın. Topluma kulak verin. Lübnan,
Cezayir, Irak, Sudan, Tunus, Hong Kong, Barselona’ya bakın, belki
ne dediğimi anlarsınız. “Vicdanının sesini dinle bak ne diyor /
Senin için bir can, bir can gidiyor.” Saygılarımla.