Hrant Dink’in yüzü ve Ermeni nefreti

Dink cinayeti 10 yıldır aydınlanmadı. Her kritik eşikte failler değişti: Ergenekon. Yok aslında FETÖ… Fakat cinayet, 2004’ten bugüne kadar gelen iklimin ürünü. O iklime bakınca, nöbetleşe birbiriyle boğaz boğaza da gelenlerin ortak bir nefreti öne çıkıyor: Ermeni nefreti… 

Ali Duran Topuz atopuz@gazeteduvar.com.tr

Cinayeti gördük. Cinayeti gören herkes gibi iki kapı açıldı: Katilin yanında olmak, maktulün yanında olmak. Giderek, katilin yerinde olmak, maktulün yerinde olmak.

*

“Beni görünce irkildi.”

Ogün Samast, işlediği cinayete ilişkin ilk ifadesinde bunu söyledi. İrkildi? “Güvercin tedirginliği” yaşadığını söyleyen birinin “irkilmiş” olması muhtemel. Fakat, Ogün Samast’ın bunu hissetmiş olması mümkün mü? “Beni görünce…” diyor, demek ki bakışmışlar. Yüz yüze gelmişler. Ve bir “irkilme”den söz ediliyor.

“Arkasından…”

“Yüz” Emmanuel Levinas için etik ilişkinin başlama sebebi, başladığı yerdir. “Öldürmeyeceksin” emri, yüzde yazılıdır, yüzden seslenir. Levinas’ın yüzü “konuşur” çünkü. Hrant Dink’in arkadan vurulması, yüzün Levinasçı değerinin alameti olsa gerek.

ÖLDÜRMEYECEKSİN EMRİNİ KARARTAN İKLİM

“Yüz yüze bakacağız”, iki kişi arasında sorun çıktığında işlerin daha da karışmaması için dilsel ve belki de fiili şiddetin azaltılması uyarısını içeren bir Türkçe deyim. Yüz yüze bakacaksak, dilimize, sözümüze, hareketlerimize dikkat etmemiz gerekir.

Yüz, bu önemli şey, etik ilişkiyi kuracak kadar etkili şey, bir cinayet anındaki bakışmada neden hiçbir etki göstermez? Ogün Samast, o zaman 17 yaşında biri (kanunen çocuk) olarak nasıl “yüz”deki emri almaz? Rakel Dink’in sözünü ettiği karanlık mı buna engel olan? Öyleyse nedir o karanlık? Etik ilişkiyi kesen, yasayı, temel yasayı çiğneten karanlık? “Öldürmeyeceksin.”

İrkildiğini, yani güvercin tedirginliği, yani ıstırabını görmüş ama önemsememiş katil. Oysa: “Istıraplı bir yüz buyruk, hususî edime ilişkin bir emir tebliğ eder; ‘beni öldürme’, ‘beni ağırla’…” (Adaletin Yüzü: Başkalığın Hukuk Kuramı; Costas Douzinas - Ronnie Warrington, Çev. Rabia Sağlam - Kasım Akbaş)

Aynı Levinas, “kendiliğinden ölüm”den bile herkesin sorumlu olduğu bir yan bulur. Ölüm bu kadar kritikken, cinayeti bu kadar kolaylaştıran şey ne peki? Yüzle yüz arasındaki o perde? Emrin duyulmasını engelleyen sağırlığın kaynağı? Hem kör hem sağır olmak gerek cinayet için.

*

Evet. Bir perde gerek bunun için yüzün görülmesini engelleyen ve bir de gürültü, sesin, emrin duyulmasını engelleyen.

Bir öfke. Bir nefret. Ve bir de fedakarlık: Bir katil olarak yaşama devam etmeyi göze aldıracak bir fedakarlık.

*

BİLMEYEN BİR TEK HRANT DİNK!

Hrant Dink öldürüldükten 12 gün sonra Radikal’de bir haber çıktı. Demet Bilge Ergün ve Timur Soykan, cinayet heyetinin de içinden çıktığı Pelitli’ye gitmiş, herkesle görüşmüşlerdi. Hal başlıkta ayan beyandı: “” Hem de ne bilme: Tetiği Ogün Samast’ın çekeceği bile biliniyormuş.

Bir esnaf, aylar önce konuşmuş:  “Hayal, Ogün Samast'a bir Ermeni'yi öldürtecekmiş."

“Bir Ermeni.”

Soruşturma yürüdükçe faillik ağları birbirine girse de, her şey apaçıktı: Bir kasaba her şeyi biliyordu. Cinayet heyetinde adı geçenler, polislerle ve jandarmalarla temas içindeydi. “Güvenlik güçleri” biliyordu. Amirleri biliyordu. Mülki amirler biliyordu. Bildirimler yapılmış, ihbar dolaşmış, yazışmalar olmuştu. İstanbul duymuştu. “Bir Ermeni”nin Hrant Dink olduğunu İstanbul da iyi biliyordu.

'MİLLİYETÇİ DUYGULAR…'

Katili yakalayanlar, bayrakla poz verdiler. Bayrak? Cinayette bir kişi değil, bir “Ermeni” öldürüldüğü içindi, elbette. Katilin yüzü görmesini engelleyen ilk perde. Pelitli’de neredeyse tezahüratlar eşliğinde hazırlanılmış bir cinayetin işlenmesinden sonra, katile ulaşan “güvenlik güçleri”nin en temel ideolojik sembollerden birini görünür kılmayı akıl edebilmeleri, tezahüratın sürmesi, yüzü görmeyi engelleyen, bakışı buğulandıran, nefreti olağan, öfkeyi haklı, fiili doğru bulan ideolojik halenin kendisidir.

Dink (ve Sevag) cinayetlerinin çözümsüz kalmasına yol açan şey, öncelikle cinayeti hazırlayan ideolojik-inançsal iklimdir. Bu iklimin hazırlayıcıları, sürdürücüleri, öfke ve nefreti Ermeni adı üstünden, Ermeni adı eşliğinde hazır tutar: Soykırım diyen herkes suç işlemektedir, müfteridir, bu kafaya göre. Soykırım, bir “Ermeni yalanı”dır. Ogün Samast’ın cinayetten hemen sonra, “milliyetçi duygularla bu suçu tek başına işlediğini” ilan eden dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah örneğin, Dink’in kendisi, milliyetçi duygular ve cinayet arasında makul bir bağ olduğunu ilan ediyordu. Milliyetçi duygular cinayet işlemeye sebebiyet verebiliyorsa, kamu görevlileri niye yargılansın, bunu açıklar ve bitti. Cerrah ancak yargıdaki uzun mücadelelerin de etkisiyle, AİHM’nin devreye girmesi ve en önemlisi de FETÖ darbe kalkışmasının yarattığı atmosferle yargıç karşısına oturabildi.

*

Pelitli’den öncesine de gidiyor tezahürat: Agos’ta 2004’te çıkan (Sabiha Gökçen Ermeni asıllı olabilir) haberin ardından, tabii ki Hürriyet gazetesinin haberi manşete taşımasının ardından Hrant Dink aleyhine başlatılan kampanyalar, açılan ağızlar (Genelkurmay derhal yaptı kınamasını), ardından Dink’in yazılarına açılan davalar, çıkan mahkûmiyet ve mahkumiyetin kesinleşmesi…

*

Cinayeti gördük. Devlet de gördü. Hani şu günlerde tartışıyoruz ya yasama, yürütme yargı diye. Üç güçten oluşan devlet. Yargı, cinayeti gördü mü? “Kirli kan” yazısını mahkum ederken, devlete, kurumlara, Türklüğe vs hakareti suç sayan 301’i işletirken, ne yapıyordu yargı? Davadan sonra ne yapıyorsa onu: Yüzün görülmesini engelleyen mekanizmayı ve o mekanizmaya inanmış kadroları koruyup, kalanını koyveriyordu. Üstelik…

ANKARA’NIN KARANLIK DEHLİZLERİ

Üstelik, şimdiki cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, AK Parti hükümetinin döneminin yetkilileri, cinayeti gördüler. Koşa koşa Dink hanesine gittiler. Cinayete ortak olmak istemiyorlardı. Sözler verdiler. Aydınlatılacaktı. “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde…” kaybolmayacaktı…

Hrant Dink cinayeti, devletin hiç de kudretsiz olmayan yetkililerinin bu aleni ve samimi olarak anlaşılması için her gereğe uyan jestleri eşliğinde gelen açıklamalarına rağmen neden aydınlatılamadı?

Kestirmeden söyleyelim: Ermeni düşmanlığının bürokraside ve toplumdaki kesişim kümesinin büyüklüğünden. Bu düşmanlığın katmanlarının ve yapılandırıcılarının, bu düşmanlıktan kaynaklanan suçları aydınlatma sürecinde rol alacak neredeyse herkesin müktesebatını tamamıyla belirlemiş olmasından.

Cinayetin işlenmesine yol açan inanç, ideoloji ve onun getirdiği teşkilatlanmalar, cinayetin aydınlatılmasını da engelleyen inanç ideoloji ve teşkilatlanmalardır.

MUTLAK KÖTÜ: ERMENİ

Dink cinayetinin aydınlatılması, Ermeni meselesinin “aydınlatılması”ndan bağımsız düşünülemez ve çözülemezdi, öyle düşünülmediği için de çözülmüş olmadı zaten. Bu aydınlatma da “yüzün” görülebilmesi ve yüzdeki ağızdan çıkan sözün dinlenebilmesi ile başlayabilir. “Soykırım” sözünün. Madem ki “bir kişiyi öldüren bütün insanları öldürmüş gibi” olur.

Ermeni, şiddetin her yükselmesinde bir hedeftir. Ermeni, şiddeti yükselten her işlemde bir kaynaktır. Ermeni, olumsuzlanan şiddetin doğal faili, olumlanan şiddetin doğal mağdurudur. Bir Ermeni öldürüldüğünde “bir yurttaş ölmüş gibi” yapılamaz, yapılırsa çözülemez. Yargı bunu yaptı: İlk Hrant Dink kararı bunun ilanıydı: Cinayet bir örgüt işi ama bu örgüt terör örgütü değil.

Türk ceza sisteminde tanımı aslında imkansız ve kapsamı çok geniş olan, hemen hemen herkesi kapsama kabiliyeti bulunan “terör” sözcüğünün, Dink cinayetinde kararda olmaması, yargının meseleye nasıl baktığını gösteriyordu: Terör, a) devlet b) millet c) toprak bütünlüğü aleyhine işlenen bir suçtur. Dink, “millet”ten değildir.

Önce “Ergenekon”cular vardı: Her yerdeydiler. Hükümeti, iktidarı devirmek için her pisliği yapıyorlardı. Dink’i de tabii ki onlar öldürtmüştü.

Sonra FETÖ’cüler çıktı: Her yerdeydiler. Hükümeti, iktidarı devirmek için her pisliği yapıyorlardı. Dink’i de onlar öldürmüş, katillerini de onlar korumuştu. Menfur darbe girişimiyle ne kadar düşman olduklarına kim itiraz edebilirdi ki hem?

El hak doğru: FETÖ olarak ? yapılanmanın kötülüklerini kim savunabilir? “Ergenekoncular”a atfedilen suçları kim savunabilir? Fakat Dink dosyası, bu türden bir total fail değişikliğiyle aydınlatılabilir mi? 2004’te başlayan cinayet kumpanyasının her hareketinde faillerin yeri değişse bile kesişim kümesinin büyüklüğü gözden kaçırılabilir mi?

MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU, GARO PAYLAN…

Daha yakın bir zamanda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İstanbul’daki bir NATO toplantısında Ermeni heyetinin başkanvekilinin suçlamalarına yanıt verirken deyiverdi: “PKK teröristlerinin içinde Ermeniler var.”

(Serdar Korucu’nun “Ermeni-PKK” denkleştirmesine ilişkin yazısı için: 'Ermeni PKK'lılar' söylemi ve 6-7 Eylül korkusu)

Çok daha yakın bir zamanda Garo Paylan, “soykırım” dediği için Meclis’ten (üç oturumluğuna) atıldı. Kürsü dokunulmazlığı? “Öldürmeyeceksin” emrinin duyulmasını ve yüzün görülmesini engelleyen gürültü ve kara perde, kürsü mü tanırmış? 2004’ten çok mu farklı?

*

Anayasa değiştiriyoruz bu günlerde. Sistem. Rejim. Tartışıp duruyoruz. Sistem konusunda anlaşamayanlar, birbirinin boğazına sarılanlar, Garo Paylan konusunda ne güzel anlaşıyor. Genel Kurmay Başkanı, bir “Ermeni”ye “haddini bildirince” aynı anlaşamayanlar heyeti ne güzel coşuyor. “Misyoner” lafına aynı anlaşamayanlar nasıl da tepki veriyor.

*

Öteki ile birlikte mi yaşanacak, ötekisiz mi?

Mutlak bir ötekisizlik mümkün mü?

Yine Levinas diyor: Öteki üzerinde mutlak iktidar, ancak öldürerek mümkün. Fakat öldürünce, üstünde iktidar arzulanan şey de artık ölmüş oluyor.

Rastgele “öteki”yi konuşmuyoruz, tanımlı “Öteki”ni konuşuyoruz, öldür öldür bitmeyen “Ermeni”yi. Ya öteki ile birlikte, yüz yüze, yüzdeki temel emri dinleyerek yaşayacağız ya da “iktidarımızı kimseyle bölüşme”yeceğiz. Kadiri mutlak olacağız. Kimseyle yüzleşmeyeceğiz. Istıraplı yüzü görmeyeceğiz.

Hrant Dink cinayetine tanıklığın açtığı iki yol, “öteki”ne yönelik her suçta, her fiilde önümüzde açılıyor: Ya katiliz ya maktul. Üçüncüsü, ancak yüz yüze gelebilmekle mümkün. Yüzleşmekle. Adalete doğru bir adımla. Dink davası, bu davadır.

Tüm yazılarını göster