Heyet Tahrir el-Şam’ın -aslında çekirdeğindeki El-Nusra’nın- El-Kaide ile bağını koparması konusu, her teorik-siyasî tartışmada yeniden ortaya sürülen kavga konusu haline geldi, uzun süre gündemde kaldı. HTŞ’yi uluslararası cihat yolundan -şeriat hakimiyeti hedefinden- ayrılıp sapmakla, biraraya gelinmemesi gereken unsurlarla uzlaşmakla, davayı sulandırmakla suçlayanlar, sahadaki etkinlik ve başarıları bütünüyle gözden çıkarmayı öneremeyecekleri ve özel olarak Suriye sınırları içinde neler olacağını önemsemediklerini ilan edemeyecekleri için, hoşnutsuzluklarını bu bağ koparma, usûl çiğneme vs. hadisesi üzerinden dile getiriyorlardı. Nusra ve etrafına toplayıp HTŞ’yi oluşturduğu örgütler koalisyonuyla başa çıkabilecek güçte olmadıkları için önceleri daha çok mızıldanmakla yetindiler. Ancak sonra “hakiki öz Suriye El-Kaide’si” tarzında Huras el-Din örgütünü kurdular ve kendi mücadelelerini sürdürmeye giriştiler. Ancak hem HTŞ ile yerel etkinlik çatışmasına girmeleri kaçınılmazdı hem de bizzat varoluşlarının ister istemez bir alternatife işaret ediyor olması yüzünden varlıklarına tahammül edilmesi HTŞ açısından sakıncalıydı ve elverişli fırsat bulunduğunda basbayağı kaba kuvvetle ezildiler.
Lâkin meseleyi yaratan esas konu El-Kaide merkeziyle koparılan bağlardan ibaret değildi. Bir nevi saf cihatçılık yolundan sapılıp sapılmamasıydı ve ülke çapında iktidara yürüme hedefi bir yanda zihinleri meşgûl ederken, hele şimdi, Şam’da iktidar alınmışken, dolayısıyla bu “sapma” kaçınılmaz olmuşken HTŞ’nin uzlaşmacılıkla, sulandırıcılıkla suçlanması için şüphesiz çok daha bereketli zemin oluştu.
HTŞ lideri Ahmed el-Şara, 2015’te, henüz Nusra lideri el-Colani iken ve El-Kaide ile bağlarını koparmamışken, şayet iktidarı alırlarsa şeriat düzeni mi kuracaklarına ilişkin olarak, “El-Kaide’ye bağlı olsak da olmasak da ilkelerimizden taviz vermeyeceğiz, şeriatı uygulamak için çalışacağız,” demişti. Ona göre, ülkeyi halife yönetecek, seçkin âlimler heyeti hem halifeyi seçecek hem ona danışmanlık yapacaktı. Önemli olan kimin yönettiği değil, “Allah’ın yasası”nın uygulanmasıydı. Bunları daha sonraki yıllarda da birkaç ayrı vesileyle, kamuoyuna yönelik olarak tekrarlayacaktı.
Ancak şimdi, HTŞ hakimiyetindeki silahlı güçler Şam’da iktidarı ele geçirdikten ve Ahmed el-Şara ülkenin fiilî en üst yöneticisi konumuna geçtikten sonra, el-Şara şeriattan sözetmiyor. Uzun süredir ona ve örgütünün politikasına itiraz eden, “Bunlar şeriatı satacaklar!” propagandası yapan cihatçı muarızları şimdi, “İşte, gördünüz mü!” tutumuna geçtiler.
Sorun gerçekte pek uzlaşma -veya “sulandırma”- götürür cinsten değil. Zira egemenliğin seçilmiş meclislere ait olduğu, “kul yapısı” yasaların hüküm sürdüğü Batı tipi demokrasi, cihatçının gözünde sadece yanlış değil, basbayağı şirk (Allah’a eş koşma) seviyesinde suç. Yani el-Şara Şam’da gazetecilerin sorusuna cevaben, halkın kendisini yönetecek kişiyi/kişileri seçme hakkından sözettiğinde, elbette uluslararası cihatçınınkinden bambaşka bir yola sapmış oluyordu. “Yasa ve anayasa” konusunda da, “Suriye halkı nasıl isterse öyle olacak,” demekle bunu pekiştiriyordu.
Bu durumda Ebu Muhammed el-Makdisi’nin yeniden ayağa fırlaması kaçınılmazdı. 20 Aralık’ta (eski Twitter) X’te video yayınladı, “Halkın seküler birini bile seçip başa getirebileceği rejime ‘Allah’ın yasasına uygun’ denir mi!” diye isyan etti HTŞ liderine: “İnsanları şeriat uğruna ölüme gönderdi, şimdi de demokrasi ilan ediyor!”
2024 başlarından bu yana, HTŞ’cilerin sık sık karşılaştıkları cihatçı eleştirilere karşılık olarak buldukları cevap, “ikiyüzlü toplum istemiyoruz” oldu. Sırf iktidardakilerin şiddetinden korktukları için ibadet eden, dinî vecibeleri yerine getirir ya da yasaklara uyar gözüken bir toplumun ideal olarak benimsenemeyeceğini ileri sürüyorlar. “Bizi görünce ibadet eden, biz ortada yoksak etmeyen toplum istemiyoruz,” diyorlar. HTŞ’nin fetvacı âlimlerinden Abdullah el-Muheysini, sosyal medya mesajıyla, örgüt mensuplarını “yasaklanmış davranışlar ve bunlarla nasıl başa çıkılacağı gibi konularda daha dikkatli olmaları” için uyardı: “Kardeşlerimiz, Allah’tan değil de bizden korktukları için yasaklardan kaçınan ikiyüzlü bir neslin ortaya çıkmaması için tebliğ ve tebliği destekleme, insanları ötekileştirmekten kaçınma ve Allah’ın izniyle kazandığımız sevgi ruhunu korumaya özen gösterme konularına öncelik vermektedir. Tüm bunları dini sulandırmadan, yasaklanan şeyleri açıklığa kavuşturarak ve tavsiyelerde bulunarak yapmalıyız.”
Beyanlarına ve şimdilik yaşananlara bakılırsa, HTŞ’ciler yumuşak ve hoşgörülü ortam peşinde gözüküyorlar. Samimiyetleri ve yeterlilikleri sert itirazlarla karşılaştıklarında görülecek, işler istedikleri gibi gitmediğinde ortaya çıkacak. Ancak ne olursa olsun, sadece yaşlı Makdisi ve ezilip yıpranmış bir avuç El-Kaideciden müteşekkil silahlı marjinal muhalif örgütler değil, yeryüzündeki ezcümle cihatçıdan sert eleştiriler işitmeleri ve ihanet suçlamalarıyla karşı karşıya kalmaları muhtemel.
Nitekim el-Muheysini’nin mesajına Makdisi’nin hemen yetiştirdiği cevap şu başlığı taşıyor: “Dini Sulandıran ve Şeriat Kanunlarının Askıya Alınmasını ve İnsan Yapımı Kanunların Uygulanmasını Meşrulaştıran Yozlaşmış Bir İfadeye Karşı Uyarı.” Makdisi, insanların fena işler yapmaktan geri durmalarında “Allah korkusundan çok hükümdar korkusunun” rol oynadığına dikkat çektiği mesajında, HTŞ liderlerini “korkaklar” diye aşağıladı, “Allah’tan korktuklarından daha fazla korktukları kâfir Batı’yı memnun etmek için” şeriatı uygulamaktan, dinî yükümlülüklere uyulmasını sağlamaktan kaçındıklarını iddia etti. HTŞ’cilerin alkol yasağı koymadıklarını açıklamaları, Şam’da birkaç günlük kargaşa ortamında kapalı tutulan barların ve içki satan yerlerin yeniden açılması, Ahmed el-Şara’nın alkol yasağı hakkında kendisinin hüküm veremeyeceğini, bu hukukî konuda ne yapılacağını uzmanların kararlaştıracağını söylemesi üzerine Makdisi, sosyal medyaya ardarda mesajlar attı, “İktidara geldikten sonra alkol konusunda bile Colani’nin dili bağlandı,” dedi, “onu bugün bulunduğu yere taşımış mücahitlere verdiği sözleri tutmadığı” için el-Şara’yı kınadı.
Kanada’da yaşayan Mısırlı cihatçı âlim Tarık Abdülhalim’in Şam’daki barların yeniden açılması üzerine Telegram kanalında yazdıklarıysa şöyle: “Suriye’de neler oluyor? Plan ne? Metodoloji ne? Referans ne? Sakallı içişleri bakanı nerede? Laik, kâfir bir devlet mi, yoksa şeriata dayalı, İslâmî bir devlet mi? Üçüncüsü olamayacağına göre, iki ideolojiden birini benimsemek neden zor!?”
Cihatçı “diyaspora”sı belli ki, hemen bütün diyasporalar gibi, en radikal çıkışların görüldüğü topluluk. Londra’da yaşayan Mısırlı âlim Heni el-Sibayi de, yine Telegram’dan, “Bizim dinimizce alkolün yasak olduğu ve cezası gayet iyi bilinmiyor mu?” diye sordu. “Batı korkusu bizi bunun için hukuk uzmanları komitesi toplamaya sevk edecek ölçüye mi ulaştı?”
Cihatçı âleminde esen hava, öyle görünüyor ki, Ahmed el-Şara ve HTŞ ekibinin “dinden sapma” yolunda attığı adımların artık olağan, HTŞ önderlerinin “sapmış” sayıldığı yönünde. Ancak, cihatçıları, Colani’den Ahmed el-Şara’ya Nusra’yı, HTŞ’yi, Suriye’deki gelişmeleri, çatışmaları izleyen birçok uzmanın ortak görüşü uyarınca, bundan HTŞ ağırlıklı yönetimin Suriye’de bir çeşit “İslâmî rejim” kurmaya çalışmayacağı sonucu çıkarmak doğru değil. Cihatçıları tatmin edecek radikal ve hızlı adımlar atılmayabilir, ancak çoğu seçilmiş meclislerden geçen yasalarla, düzenlemelerle yavaş yavaş yerleştirilecek, sınırlar dışına (hele komşu ülkelere, hele İsrail’e hiç) bulaşmayacak, yatırımlar ve ticaret için gereken ortamı sağlayacak, görece ılımlı bir rejimin kurumlaştırılması neden mümkün olmasın? Özgürlükleri ve özgünlükleri giderek birtakım nişlere sıkıştırılacak her türlü azınlıktan gidişatı değiştirecek karşı-kuvvetler doğması pek zayıf ihtimal.
Peki ya HTŞ’yi uzlaşmacı, sulandırmacı, dinden sapmış bulan ve her dikkatli adımın daha hızlısını, daha radikalini isteyecek, gerekirse bazı kışkırtmalarla toplumun -şeriatla idare edilme yönünde- değişimini hızlandırmaya kalkışacak, bu arada Suriye yönetimine yalnız cihatçılar değil radikal siyasî İslâmcılar nezdinde de itibar kaybettirecek Selefî odaklar neyi ne kadar zorlayabilecek? Suriye Sünni nüfusunun büyük bölümünün katı bir şeriat düzeninde yaşamayı tercih etmeyeceği yollu tesbitler ne ölçüde geçerli kalabilecek?
Suriye’nin yeni yöneticilerinin önündeki, etrafındaki sorunlar sıralanırken, kendi “mücahit” saflarından gelecek yıkıcı eleştirilerin doğurabileceği sonuçlar fazla önemsenmiyor. Oysa küçük küçük radikal silahlı örgütler, “davaya ihanet etmiş” eski yoldaşlarına karşı, bunca kan, ölüm ve yıkımdan sonra birikmiş kötü enerjiyi birden harekete geçirebilecek türlü işlere kalkışabilirler.
Tabiî bir de özel soru var: Hem HTŞ yönetimi hem de uluslararası cihatçı camiası, El-Kaide destekçisi örgütler, etkili şahsiyetler, siyasal İslâmcılar, Suriye içindeki -gidecek başka yeri olmayan- yabancı savaşçılar gibi, HTŞ’yi değişik yönlerden zorlayabilecek bilumum güçlerle Ankara’nın ilişkisi nedir, ne olabilir, vs.?
Suriye’nin birtakım yerlerinde uyuyan hücreleri, çölde korunmuş gücü bulunan ve zaman zaman çeşitli eylemlere girişen, Irak’ta, özellikle El-Anbar vilayetinde epeyce bir potansiyelinin hazır beklediği bilinen DAİŞ’in muhtemel canlanışını da denkleme eklersek, Suriye’nin yakın geleceği meselesinin takım elbise-kravattan da, Emevi Camisi’nde namazdan da, hattâ YPG-SDG ile merkezî hükümetin ilişkisinden de çok boyutlu olduğunu görebiliriz.