İsrail geçen cumartesi Yemen’in liman kenti Hudeyde’de
soykırımcı pratiklerinden ürkütücü bir kesit sundu. Yükselen
alevlerle tüm Orta Doğu’ya had bildirdiğini düşünüyor.
Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın sözleri, neyin hedeflendiğini
anlatıyor: “Şu anda Hudeyde'de yanan ateş Orta Doğu'nun her
yerinden görülebiliyor ve bunun önemi açık. İsrail vatandaşlarının
kanının bir bedeli var. Bize saldırmaya cesaret ederlerse, sonuç
aynı olacaktır."
Saldırıyı 9 ay gecikmeli gelen bir misilleme olarak gören
İsraillilere göre İsrail başta İran olmak üzere bütün düşmanlara
gözdağı verdi. F-35, F-16I Sufa ve F-15 jetler yakıt ikmali,
komuta-kontrol ve istihbarat koordinasyonu gerektiren 1800
kilometrelik bir menzilde bombardıman yürüttü. Bir bakıma İran’ı
vurmanın tatbikatı yapıldı. ‘Hudeyde’yi cehenneme çevirdiğimize
göre 1500 km mesafedeki Tahran’ı da böyle vururuz’ mesajı verildi.
Mesaj aynı zamanda Abraham Anlaşmaları ile İsrail’le ilişkilerini
resmileştiren ya da buna niyetlenen Arap ülkelerine yönelikti.
Onlara da “Sizin de düşmanınız olan güçlere karşı cezalandırıcı
olabiliriz, bize güvenin” denildi.
***
Husilerin kontrolündeki Yemen Silahlı Kuvvetleri’nin Gazze’deki
soykırım operasyonuna karşı Filistinlilerle dayanışma için
Kızıldeniz’de bazı gemileri hedef alması ya da İsrail’e füze ve
SİHA fırlatmasından rahatsız olan Arap komşular Tel Aviv’in vermek
istediği mesajın önde giden alıcıları ve yayıcıları olabilir. Fakat
bu yol Yemen’e çıkmaz. Suudiler hemen saldırıyla bir ilgilerinin
olmadığını ve hava sahasının İsrail jetlerine kullandırılmadığını
açıklama gereği duydu. Fakat onların güdümünde Riyad’da lüks otel
odalarından ‘meşruiyet’ iddiası güden ‘sürgündeki’ Yemen
hükümetinin tepkisi, Körfez’deki başkentlerde hakim hissiyatı ele
veriyor. Şark’ul Evsat’a konuşan bir yetkili, “İsrail ve İran’ı,
Yemen'i ‘anlamsız’ savaşlarının sahası haline getirmemeye’ davet
ediyor. Riyad’ın güdümündeki bu yapı, Husilerin direniş gücü
Ensarullah’ı “haydut”, İsrail’e karşı eylemleri de “terör
saldırıları” olarak niteliyor. İsrail’i de Hudeyde saldırısıyla
“haydut örgütün konumunu güçlendirmek” ve “Husilerin yol açtığı
insani krizi derinleştirmekle” eleştiriyor. Ama Husilerin sonunu
getirebilse Amerikan, İngiliz ve İsrail saldırılarına canı gönülden
razılar. Husileri bitirmek yerine onlara güç ve meşruiyet
kazandırıyor. Esasen Suud destekli Yemenli yetkilinin bu yaklaşımı,
Gazze’de soykırım devam ederken Biden yönetimiyle ‘İran’a karşı
Amerikan koruması’, ‘nükleer teknoloji’ ve ‘gelişmiş silah’
karşılığında İsrail’i tanıma pazarlığına girebilen Riyad
yönetiminin hassasiyetlerini yansıtıyor.
Ders verme düşkünlerinin ıskaladığı şey şu: Yemen’in sabırlı ve
dirayetli insanları varlıkta ve yoklukta Arap onuru ve direncini
temsil ediyor. Uzak tarih bir kenara Suudiler, Arap Yarımadası’nda
kendi devletlerini kurarken yüzleştikleri Zeydi direncini,
1990’larda ve ardından 2014 sonrasında yeniden tecrübe ettiler.
Bugün Suudiler ve Emirliklerin besledikleri bazı unsurlar genel
Yemen algısını fazla zedelemez.
***
Amerikan-İngiliz donanma güçleri aylardır onlarca saldırıya
rağmen Husileri durduramadı. İsrail de Hudeyde’de yakıt tankları,
elektrik santrali ve sivil tesisleri vurarak Husileri
sindirebileceğini düşünüyorsa yanılıyor. Gerçi Husilerin yeni
hamlelerine karşı kendi stratejik varlıkları etrafında teyakkuz ve
alarm seviyesini yükseltmeleri caydırıcı olamayacaklarını
anladıkları anlamına geliyor. Elbette askeri uzmanlar İsrail’in
saldırı yeteneklerini ‘etkileyici’ bulabilir. 1985’te Tunus’ta FKÖ
karargâhının vurulduğu Tahta Bacak operasyonundan bu yana bu kadar
uzun mesafede bir ilk. O zamanki menzil 2060 km idi. Fakat mesele
düşmanı etkilemek ve caydırmaksa ‘Direniş Ekseni’nin asimetrik
savaş yeteneklerini geliştirmesine paralel olarak bunun işe
yaramadığı ortada.
Evet, İsrail aynı anda 5 cephede savaşıp muzaffer çıktığı
günlerin kazandırdığı caydırıcılığı arıyor. Ama nafile. Arapların
içine sindirilmiş “İsrail’e dokunan yanar” korkusu en azından
coğrafyanın bir kısmında etkisini yitiriyor. Askeri olarak ‘Demir
Kubbe’ ile de tahkim edilen yenilmezlik ve dokunulmazlık miti
yıkılıyor. İsrail’i Hudeyde saldırısı için harekete geçiren de
Yemen’den atılan ‘Yafa’ isimli SİHA’nın yaklaşık 2 bin km yol alıp
Tel Aviv’de bir kişinin ölümüne neden olmasıydı. Gazze nüfusunun
1947-1948’de sürüldüğü Yafa’nın kenar mahallelerinde kurulmuş
Yahudi kolonisi Tel Aviv kenti; Demir Kubbe, Davud’un Sapanı ve
Arrow sistemlerini aşan ‘Yafa’ ile vuruldu. “Hiçbir gücün eli
İsrail’e uzanamaz…” diye başlayan tehdidin devamı başka türlü
geliyor.
***
Yemen Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü Yahya Seri, Gazze’deki
saldırılar duruncaya kadar İsrail ve destekçilerine karşı
operasyonların süreceğini açıkladı. “İşgal altındaki Yafa güvenli
değil" dedi. Seri misilleme olarak Eylat kenti ve Kızıldeniz’de bir
Amerikan gemisinin balistik füzelerle hedef alındığını belirtti.
İsrail ise sadece bir füzenin karşılandığını kaydetti.
Yemen’den gelen atışların İsrail’e etkisi küçümsenemez. Her
şeyden önce Eylat limanı iflas etti. Umman Denizi ve
Kızıldeniz’deki saldırılar nedeniyle limana Asya pazarlarından
gelen nakliye yüzde 85 düştü. Eylat limanı CEO'su Gideon Golber
zararlarının 13.6 milyon doları bulduğunu belirtip kalıcı olarak
kapanmaktan kaçınmak için hükümetten mali yardım istedi. Eylat (Umm
el Raşraş) İsrail’in Asya, Afrika ve Körfez ülkeleriyle dış
ticareti için kilit önemde. Buranın felç olması tedarik
zincirlerini bozuyor. Gündüz Filistin’e ağlayıp gece İsrail’e
çalışan Arap dostları Körfez limanları üzerinden kara bağlantısıyla
İsrail’e can simidi oluyor. Yine de İsrail’de bazı sektörler
tamamen felç oldu. Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı'nın
rakamlarına göre Ekim 2023-Nisan 2024 arasında savaşın sadece
askeri maliyeti 73 milyar dolar. Buna ticari kayıplar dahil
değil.
***
İsrail’in Gazze, Lübnan ve Yemen’de yarattığı dehşetin kendine
dönüşü basitçe ekonomik kayıplarla sınırlı değil. Uluslararası
alanda kaybediyor. Meşruiyet sorunu ile hiç olmadığı boyutta
yüzleşiyor. Buna daha pervasız saldırılarla yanıt veriyor. Ne zaman
uluslararası alanda gayrimeşruluğunu tescil eden bir gelişme olsa
gaddarlıkta bir seviye daha atlıyor. Refah’taki katliamlar
Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) soykırımın önlenmesi yönündeki
tedbir kararlarının ardından gelmişti. Hudeyde saldırısından önce
de Divan, BM Genel Kurulu’ndan gelen hukuki görüş talebi üzerine
İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki varlığını ve
Filistinlilere yönelik uygulamalarını hukuka aykırı buldu. İşgalin
en kısa sürede son bulması ve zararın tazmin edilmesi gerektiği
belirtildi. Ayrıca tüm devletlerin işgali tanımamak ve işgalciye
yardım etmemekle yükümlü olduğu vurgulandı. Burada oklar ABD ve
Almanya başta olmak üzere soykırımın ana finansörlerine gidiyor.
İsrail hükümetinin kutsal kitaba ve mitlere dayanan “Yahudiler,
Yahudi topraklarında işgalci olamaz” yanıtının hukuki değeri yok.
Net olarak İsrail’in sınır tanımazlığı ve hukuksuzluğu dünya
mahkemesi tarafından tescil ediliyor. Bu da kontrolsüzlüğünü
artırıyor.
***
7 Ekim’den bu yana bu işin nereye varacağına dair spekülasyonlar
birbirini kovalıyor. Saatler önemli ölçüde ABD’deki başkanlık
seçimlerine ayarlanmış gözüküyor. Seçimin önde gideni eski Başkan
Donald Trump ve başkan yardımcısı adayı James David Vance’in
Orta Doğu’ya bakışı tamamen İsrail odaklı. Filistin, Lübnan,
Suriye, Irak ve Yemen’e baktıklarında başat sorun olarak İran’ı
işaretliyorlar. Trump dış politikada müdahaleciliğe karşı
‘izolasyon’ çağrışımı yapsa da mesele İsrail ise öngörü penceresi
kapanıyor. Vance da Hıristiyan Siyonistler gibi İsrail’in varlığına
kutsiyet atfediyor. Geçen mayısta Quincy Enstitüsü'ndeki
konuşmasında, "Bu ülkenin vatandaşlarının çoğunluğu,
kurtarıcılarının -ki ben kendimi bir Hıristiyan olarak görüyorum-
Akdeniz açıklarındaki o daracık toprak parçasında doğduğunu,
öldüğünü ve yeniden dirildiğini düşünüyor" dedi.
ABD’nin sonsuz savaşlardan çekilmesi gerektiğini konusunda Trump’la
aynı fikirde. Fakat ikilinin dilindeki “Önce Amerika” sloganı bir
devam cümlesi içeriyor: “İsrail hariç.” Peki ucu açık bir
çatışmanın tam orta yerinde bunlar dümene geçerse neler beklenir?
Kökten çözüm olarak kafalarında İran’ı halletmek var. Peki nasıl,
savaşla mı, azami baskı stratejisiyle mi?
Vance, Fox News’deki söyleşisinde dedi ki, "Pek çok insan İran'a
karşı bir şeyler yapmamız gerektiğini kabul ediyor ama bunlar zayıf
bombardımanlar değil. İranlılara yumruk atacaksanız, sert bir
şekilde vurmalısınız."
Newsweek bunu “Vance'in savaş tamtamları çalmaya başlaması yaklaşık
beş dakika sürdü. Tüm izolasyonizm söylemlerine rağmen Vance'in
Orta Doğu'da yeni bir savaş arayışında olduğu görülüyor. Görünüşe
göre Afganistan ve Irak'ta 20 yıldır süren savaş yeterli olmamış”
diye yorumladı.
Öte tarafta İran’da reformcu Mesud Pezeşkiyan’ın cumhurbaşkanı
seçilmesi, Batı ile diyalog beklentisini yükseltse de ‘Direniş
Ekseni’ne ilişkin istikamet değişmeyecek. Üstelik ‘Direniş
Ekseni’nde ‘cephelerin ya da alanların birliği’ esprisiyle artık
Hizbullah, Ensarullah, Irak İslami Direnişi ve Filistinli örgütler
koordineli hareket ediyor. Bu stratejinin ana kaynağı İran. Haliyle
Trump dönerse bölgeyi sert bir karşılaşma bekliyor olacak.