Osman Kavala iddianamesini okudum. Ne diyeceğimi ne yazacağımı bilemedim. Bir öyküyle anlatacağım derdimi, büyük yazar Sadi-i Şirazî’den bir öykü, şöyle:
Bir adamla bir çocuk varmış. Çocuk, saklanan, gizlenen şeyleri, sorduğu sorularla buluyormuş. Bir gün bir handa deneyelim demişler, çocuğu dışarı çıkarmışlar, bir şey saklamışlar.
Sonra çocuk gelmiş, sormuş sormuş, demiş ki, “Sakladığınız şey yuvarlaktır.”
Tamam demişler, sonra? Sormuş sormuş, demiş ki sakladığınız şey sert bir maddedir. Tamam demişler, sonra?
Sormuş sormuş, demiş ki sakladığınız şeyin ortası deliktir.
Tamam demişler, sonra? Sormuş sormuş, demiş sakladığınız şey bir kişinin avucunda durmaktadır. Tamam demişler, sonra?
Heyecanlanmış herkes. Acaba? Ola ki? Kim bilir? Tutturuyor galiba?
Çocuk durmuş tekrarlamış: Sakladığınız şey sert bir metadır, yuvarlaktır, ortası deliktir ve bir kişinin avucunda durmaktadır.
E tamam demişler, heyecanla, sonra?
Çocuk, gururla demiş, sakladığınız şey bir değirmen taşıdır!
Oysa yüzükmüş.
Kavala iddianamesinin hukukla ilişkisi, değirmen taşının yüzükle ilişkisinden daha uzak. Bir tek benzerlik var: Büyük bir değirmen taşının altında un ufak oluyoruz gün be gün.