Maç sonucuymuş bu. Yahut yaz biterken skor bu olacakmış.
İçişleri Bakanı Soylu öyle duyurdu. “Efendim, neden rahatsız oldun,
neden gocundun? Yazıklar olsun, bir de devleti temsil etmek için
sittin sene mayış almış bu adam: Tükür ağız dolusu amcanın
yüzüne!”
Hani zaten epi topu Tünel-Galatasaray arası yapılacak olup,
senelerdir yapılamayan LGBT-I yürüyüşüne her destek bildirişimde
gelen “sen ibne misin?” tepkisi gibi bu. Onun yanıtını geçen ayın
sonunda buradan vermiştim. Bunun
yanıtını da bugün yine buradan vereyim.
Önem sırası gözetmeksizin, aklıma geldiği gibi, serbest çağrışım
yoluyla:
Çünkü bugün dağda elde mavzer gezen eşkıyaya jandarmanın kanun
uygulamamasına karşı çıkmazsanız, yarın polisin kapınızı kırıp sizi
gözaltına altına almasına söyleyecek sözünüz olamaz.
Çünkü ülke içinde kamu düzenini korumak, dışarıya karşı da
sınırları savunmak adına şiddet tekelini haiz “devlet” intikam
almaz, kin gütmez, hınç almaz: Devlet, yurttaşların, güvenlik
dahil, türlü hizmetler sağlamak için kurduğu bir aygıttan
ibarettir, kutsallığı yoktur ve olamaz.
Çünkü demokratik cumhuriyetlerde hükmetmek yoktur, yönetmek
vardır; tebaa yoktur, yurttaş vardır.
Çünkü nasıl (Ali Topuz’un kazandırdığı terimle) “anti-hukuk”
muhalefet için değiştirilmesi olmazsa olmaz bir durumsa, içine
sıkıştığımız “proto-siyaset” mi desem, “pseudo-politika” mı desem,
işte bu söz ve eylem toplamı siyaset değil, ancak ikinci sınıf bir
ortaoyunudur.
Çünkü dağdaki adam buradan bir yere çekilecek işgal ordusu
değil, ayıla-bayıla sosyal medyayı işgal eden video atar-gider
kayıtlarını izlediğiniz mafya bozuntuları gibi “gayrı meşru hayatı”
yani “kanunu çiğnemeyi” seçmiş yurttaşlarınızdır.
Çünkü dağda kaç kişi olduğunun “486” gibi bir kesinlikle
belirtilmesinin absürtlüğü bir yana, yerde dağa çıkmaya hazır ya da
eğilimli ya da sizin dağdakileri “etkisiz hale getirmenizden”
dolayı kendileri “dağa çıkmayı” veya “yeraltına inmeyi” seçecek
insanlar yaratmayacak bir çözümdür esas olan.
Çünkü sizin “terörle mücadele” dediğinizi üyesi olduğunuz NATO
ısrarla “isyan bastırma” olarak tanımlamaktadır.
Çünkü yüzleşmekten kaçarak, ayağınıza prangalı gülleleri
sürükleyerek ancak bu kadar yol gelirsiniz: Doğru, ayakkabınıza bir
çakıl taşı girdiyse, bu durum bacağınızın ampütasyonu sonucunu
doğurmaz ama ayakkabıdaki taşla da yol yürünmez; eninde sonunda bir
kenara oturup, o taşı ayakkabınızdan çıkarmak zorunda
kalırsınız.
Çünkü “kinetik” operasyonlar ancak yolun sonunda varılacak bir
siyasal hedef varsa anlam ifade eder: Kinetizm kendi içinde matah
bir hedef olsa menhus Milan Astray’ın “yaşasın ölüm!” haykırışı
bugün İspanya’da meclisin genel kurul toplantı salonunun duvarında
yazardı; merhum De Gaulle de askeri akademilerde okutulacak denli
“başarılı” olan isyan bastırma operasyonlarının ardından,
“kazandığı” halde Cezayir’in bağımsızlığını tanımayı kabul
etmezdi.
Çünkü bu olur olmaz bugün dahi “her şey sizin yüzünüzden oldu
pis liboşlar, yetmezamaevetçiler!” naraları atan tayfa, Ermeni
Soykırımı denli Kürt Meselesi konusunda da bir seçenek önermiş, biz
de o seçeneği öğrenmiş olurduk.
Çünkü “ne şiş yansın, ne kebap” yaklaşımı demokrasilerde size
seçim kazandıran bir ortayolculuk olabilir ama bizimki gibi
ülkelerde önce ortak yapısal paydalar, oyunun kuralları üzerinde
uzlaşı sağlanmazsa, o olası uzlaşıya ilişkin bir tasarımınız yoksa,
aynı filmi kim bilir ellisekizinci kere görmeye hazır olmanız
gerekir.
Çünkü yine bizimki gibi ülkelerde, varsa muhalefetin başat
ödevi, zifiri karanlıkta bir filin kulağını, kuyruğunu vs. tutup ne
idüğü belirsiz bir demokrasi tanımı yapmak üzere rastgele bir araya
toplaşmak değil, cumhuriyetin patrimoniyal devletten gerçek bir
demokrasiye evrilmesini sağlayacak temel reformları ortaya
koymaktır.
Çünkü kerametleri kendilerinden menkul birtakım güngörmüş
kılıklı salon efendilerinin tombul mabadlarını bir kez olsun
çakıldıkları maroken koltuklarından kaldırmadan göbeklerini
hoplatarak ve sanki ağızlarında bir akide şekeri varmış gibi
konuşarak “yaw, sen şimdi onu bırak da…” demelerinden ikrah
geldi.
Çünkü ülkemizde cumhuriyetimizin kurucusu Kemal Atatürk’ün bir
biyografisini yazamadık, ilk eylemini te 1984’te yapmış PKK
üzerine, hiç yoktan Olivier Grojean’inkine (2017) eşdeğer bir
inceleme yayımlayamadık.
Çünkü bu kafaları, teşbihte hata olmaz ve sümme haşa şiddete
karşıyız ama, enselerinden tutup maazallah en yakındaki duvara
vuracak olsanız, o duvarın sıvaları dökülür, yine bu kafalara bir
şey olmaz.
Çünkü ya “yeter baba, yeter”, ya “ne varsa senden gelen
‘eyvallah’ dedik” arasındadır seçim; ikisinin arası yoktur, şerefli
beraberliklerle şampiyon olan bir takıma bugüne dek
rastgelinmemiştir.
Çünkü sabahları dişleriniz fırçalarken, yahut tıraş olurken
aynaya baktığınızda gözlerinizi kaçırmamak; varsa hepsini Allah
bahtlarından güldürsün, yavrularınızın hiçbir gün yüzünüzü yere
eğmek zorunda kalmamaktır esas olan.
Çünkü özgürlük, adına “kamu düzeni” denilen heyûlaya bir kere
kurban edilmeye görülsün, ondan sonra ne kadar dövünseniz “sarı
öküzü vermeyecektik” diye, artık nafiledir: Örnekse bakınız
SSCB’nin niyeti ve akıbeti.
Çünkü Afrika’dan çıkıp, fillerini Alpler'den yürütme cüreti
gösteren (ve belki mezarı şuracıktaki Gebze’de olan) Hanibal’e
atfedilen söz gibi, “ya yeni bir yol bulmak, ya yeni bir yol
yapmak” zorunluluğu vardır.
Çünkü Selahattin Demirtaş hapisteyse, çünkü Osman Kavala
tutsaksa, çünkü seçimle kazanılan sandalyelere kayyımlar
atanıyorsa, çünkü soru soran gazeteciler içeri tıkılıyorsa, çünkü
gözümüzün içine bakılarak, hem de sırıtarak, hem de her gün,
yüzümüze tükürülüyorsa, “ya Rab, bugünlere de şükür, ne güzel de
yağmur atıştırıyor” demek sürdürülebilir bir çözüm değildir.
Çünkü TBMM’deki üçüncü büyük grubun sahibi ve altı milyon
seçmeni temsil eden HDP, yasadışı terör örgütü PKK’nin doğrudan bir
uzantısıysa, herhalde bu memleketteki bu denli cevval ve bir o
denli cabbar muhterem savcılar bu partiyi çoktan kapatmak üzere
dava açmış olsa gerektir: İkisinin arası olmaz.
Çünkü günümüzde artık “talim-terbiye” yoktur, “eğitim”
vardır.
Çünkü (Şeyh Abdüsselam Barzani gibi o da Mevlana Halit’in
“halifelerinden” olan) “Kafkas Kartalı” namlı Şeyh Şamil’in, Çerkes
başkaldırısını bozguna uğratan Rus generale, “beni tutsak
ettiğinizi mi sanıyorsunuz?” diye sorup, ağaçtaki bir kuşu işaret
ettiği ve “şu kuş ne denli özgürse, ben de o denli özgürüm” dediği
rivayet olunur.
Çünkü tedaviye başlamanın yolu, hastalığı teşhis ve hasta
olduğunu kabulden geçer.
Ayrıca çünkü hezeyanlarıma son verirken nereden mi biliyorum?
Ulusal değer olan ozanlardan Cemal Süreya’nın dediği gibi:
“Mahşerin ortalık yerinde size rastladık. Elinizi şuramıza
koydunuz.
Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik.
Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız
yazlık sinemada iliklenir.
Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu.”
-oradan biliyorum.
Berberler de açıldı, haydi hayırlı tıraşlar…