Papatya çayını ballı ve lavantalı içmelisin hatta. Bir sakinleşmeli, kendine gelmelisin... Bir fincan sıcak suya bir tatlı kaşığı papatya, bir fiske lavanta, bir çay kaşığı bal koymalı, karıştırmalı, altı yedi dakika dinlendirmeli ve süzmelisin. Fiske dediysem, Nusr-et fiskesi değil ha, Hüküm-et fiskesi. Çünkü sık sık unutuyor ve et döver gibi yurttaşları dövüp duruyor olsan da sen bir hükümetsin. Nusret değilsin. Sana “Süz, karıştır” diye emirler verecax halımız yoxtur. O yüzden işte “melisin, malısın” diyor, müsekkin tarifi veriyor ve yarışmacı arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz. Suçsa suç, günahsa günah? Ne yapsaydık, kafayı mı yeseydik?
Yazının başlığını bir arkadaşımın sosyal medyasından tırnakladım. Bazı arkadaşlarımın paylaşımlarındaki bu sadelik, bu tumturaklılıktan uzaklık ve samimiyet bana müthiş bir neşe veriyor. Çok eğleniyorum. Bu başlık da Süreyya Karacabey’den. DTCF Tiyatro bölümünün kurtarılmış dünyasından bir KHK füzesiylen dışarıya atılan şahane hocalardan biri. Biriciği. Aynı KHK ilen “tertip” edildiğimiz o menfur süreçlerin teselli ikramiyesi olarak yüz yüze tanışma fırsatı bulduğum tatlı insan. Yeri gelmişken, bu “atılmış” hocaların birçoğunun üniversitelerin tatlı istiabını doldurmak suçundan dolayı atıldığını da söyleyeyim. Ne yapsındı o ibişellalar? İlimsilik onların bütün tadını tuzunu almış, cehl ise baki kalmış. Allah kimseyi başkalarının aynasında kendi cehlini ve nursuzluğunu seyretmeye mahkum etmesin tabii… Kendim de atıldığım için şeetmiyorum bunları. Bağzı pataşu suratlılara bakınca apaçık bir gerçeklik kazanıyor bu; tatlıyız vallahıma...
Benim bildiğim kadarıyla Süreyya, isteseydi başlıktaki cümleden giderek, Papatya Tarlasında Hükümet Mensupları başlıklı bir şaheser yazardı. J. D. Salinger’a taş çıkarırdı. Yazmamış şimdilik.. Öyle geçerken bir kamu arazisine bırakıvermiş bu güzel cümleyi. Sebil niyetine. Yararlanmak da sevaptır sanırım. İçim elvermedi alıverdim oradan, bu yazının başına koydum. Süreyya Karacabey zaten her gün ayrı bir menkul kıymeti o araziye öylece bırakıveriyor. Kendisiyle 6 Ocak 2017 tarihindeki ihraçlarımızdan sonra Cebeci kampüsünde İLEF ile SBF arasındaki ağaçlıklı yolda tanıştık. Aynı günün ilerleyen saatlerinde de yeniden yazılmış ve yorumlanmış bir şarkının dizelerinde karşılaştık. O şarkı da yukarıdaki linkte var. “Yazdığınız kitaplar filizlendi, örgütlemişler baharı. Fakültelerin önü lacivert yeşil sarı, örgütlemişler baharı... Unutamam adlarını neydi, neydi... Sevilay mı, Gülseren mi yoksa Burçin mi... Tezcan mıydı, Faruk muydu yoksa Süreyya canım Örgütlemişler baharı...”. Bu şarkı var ya, benim hayatımda bölüştüğüm en güzel armağandı. Gerçekten... Artizlik olsun diye böyle söylemiyorum. Bayıldımdı. Nitekim örgütlemişşştiiiiiiik bahaaaaarı.
Bahar demişken, hakikaten bir papatya çayı için yaw, bi kendinize gelin. Kendinizden çok uzaklaştıysanız bizim mahleye gelin. Bir papatya çayından ne olacax? Yapıveririm ben size. Zaten yakında bir konsept restoran açasım da var benim. Sadece konseptimi bulamadım henüz. Rakı, balık, Ayvalık konsepti mi? Acılı kuş-vegancunlu fırın-bistro konsepti mi? Ay tamam café bistro denir ona, biliyoruz da benimkisi böyle olacak. Fırın-bistro. Bizim mahlede bir örneği var. Adını yazsam reklam sanırlar. Yazmıyorum. Onun bir kademe daha zarif bir versiyonunu kapımızın önüne zincirleyeyim diyorum ben de. Bir tane bizim buraya. Bir tane Beştepe’ye... İş sadece bir yatırımcıya bakıyor. Şu sıralar kayınvalidem bizde. O benden hâlâ çok satan bir aşk romanı bekliyor, bense ondan benim fırıncılığıma yatırım yapmasını bekliyorum. O söylüyor ne istediğini de ben henüz söyleyemedim. Akşama bir iki çeşit kendi spesiyallerimden pasta börek yapayım da konu açılıverir bakarsınız. Sizlere geçen hafta azıcık söz etmiştim fırın hayalimden. Adını bile koymuştum, Özgür Kadınlar Fırın ve Kafe diye. Bu hafta kafe kısmından kurtulup, fırını da bistrolamaya karar verdim, kulağıma daha hoş geliyor. Fırın-bistro.
Papatya çayı demiştik. Sakinleşmeye ihtiyaç var. Görmüyor musunuz? Altın arayıcıları gibi düzenli aralıklarla kazma kürek dalıyorlar toplumsal muhalefete. Altın değerinde bir muhalif kesim var bu ülkede, kökünü kurutmaya yeminliler zahir. Bir bakıyorsun Gezi demiş dalmışlar. Bir bakıyorsunuz başka bir şey bulmuşlar. Yıllar ve yıllar sonra hem de. Bir yandan sarı yelekli Paris’e bakıp bakıp insafsız polisten, orantısız güç kullanımından, sınıfta kalmış Avrupa demokrasisinden söz ediyorlar. Bir yandan da “Terörü gördüler, şimdi konuşsunlar bakalım” demeye getiriyorlar ama demeden “götürüyorlar.” Sarı Yeleklileri mi, Macron’u mu sahipleneceklerine karar veremiyorlar. Karar vermeye ihtiyaçları da yok aslında. Onların ki de böyle bir siyaset. Nalıncı keseri gibi hep kendine yontan cinsinden. “Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zurriyyâtinâ...” Furkan suresi. 74. ayet. Sanırım şöyle anlaşılıyor. Rabbena hep bana, zevceme ve zürriyetime bağışla… Neyi mi? Her şeyi… Oysa öyle değil onun meali. Valla bak. Çok yanlış anlamışsınız sayın hükümetim.
Bu veciz siyaset anlayışıyla bir bakıyorsunuz Sarı Yeleklilere Gezi sloganlarından tüyo verircesine, “Umarım zulüm 1789’da başladı yazılarını da görmeyiz” diyorlar. Vayy vayy vayy. Aynı esnada Gezi’yi beş yıl sonra yeniden keşfederek Mehmet Ali Alabora’ya “devleti yıkmaya teşebbüs suçu” gibi bir suç atıyorlar. Gençay Gürsoy’un TTB başkanlığını ve eski tivitlerini yeniden keşfediyor, İstanbul ağır ceza mahkemelerine inci mercan gibi dağıttıkları barış akademisyenleri arasından en ağır ceza vermek üzere onu seçiyorlar. 79 yaşındaki profesör Gürsoy’u, “silahlı terör örgütü propagandası” yaptığı gerekçesiyle 1 yıl 15 aya mahkum ediyorlar. Hay Maşallah… Neden 2 yıl 3 aya değil de 1 yıl 15 aya mahkum ediyorlar diye sormayın hiç, çünkücüğüme kendileri de bilmiyor. Belki de 1 yıl 15 ay zengin gösteriyordur.
Hükümetimiz panik atak olmuş bence. Bu hükümetin bir eşi dostu yok mu allaseniz? Yani her şeyi anladım da her kesimden insanın sevebileceği bir nevi şahsına münhasırlık, cömert ruhluluk, hoşsohbetlilik abidesi, hikaye anlatıcısı, sinemacısı ve tabii ki siyasetçisi Sırrı Süreyya Önder’i bile Allah kismet ederse 2023 yılına kadar “terörist” olarak hapiste tutmak istiyorlar. Onun sırrı da, Süreyya Önder olmak ya… Tutamazsınız onu içeride. O da tıpkı Selahattin Demirtaş gibi her Allah’ın günü sizi “dışarıda” buharlaştıran, hukukun, etiğin, siyasetin dışına fırlatan bir ketıl kaynatır, bir tivit atar, o olursunuz.
Sakin… Önce bir sakinleşin. Yoksa gün gelir hükümetinizi bağçasıylan devlet gelse kurtaramaz. Geziciye kalıcıya ne hacet, bizzat kendi kendinizi bitirirsiniz. Maazallah yani…