“Öteki insanları ters yöne giderek buldum” diye başlıyor Avusturyalı yazar Thomas Bernhard, Kiler romanına. Samsunspor Teknik Direktörü Hüseyin Eroğlu, Türk futbolunda ancak ters yöne giderek rastlayacağınız isimlerden biri. Öyle olmasa Süper Lig’de çalışmak için 50 yaşını beklemesi gerekmezdi…
EGE FUTBOLU
1972 yılında Almanya’nın Delmenhorst kentinde doğan Eroğlu küçük yaşta ailesiyle birlikte Türkiye’ye, İzmir’e döndü. Futbol serüveninde kendisinden iki yaş büyük ağabeyi Halit önemli rol oynadı.
İki kardeş önce İzmir’in verimli amatör kulüplerinden Çamdibispor’da forma giydi. Buradaki hocası, bölgenin renkli antrenörlerinden Lütfi Cihaner, Eroğlu biraderlerin hem hayata hem futbola bakışında iz bıraktı. Profesyonelliğe adım atan Hüseyin iki sezonluk Eskişehir macerası haricinde Ege’den çıkmadı. Soma Sotesspor, Soma Linyitspor, Marmarisspor, Akhisar Belediyespor ve Kemalpaşaspor’da oynadı.
Bir yandan da Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nu bitirdi. 2007 yılında Bucaspor Futbol Akademisi’ni kuran Seyit Mehmet Özkan, Eroğlu’na ilk kariyer fırsatını sundu. Burada genç takımlarla şampiyonluklar yaşadı, yardımcı antrenörlüğe yükseldi. Özkan, Ağustos 2012’de Bucaspor’dan ayrılıp Altınordu’yu şirketleştirirken Eroğlu’nu bu kez A takımın başına getirecekti.
Eroğlu kusursuz laboratuvarına kavuşmuştu. Altınordu’nun alışılmadık hedefleri vardı: Yabancı futbolcu oynatılmayacak, skora öncelik verilmeyecek, oyuncu yetiştirilecekti. İzmir’in köklü kulüplerinden biri olmasına rağmen taraftar baskısı ve ateşi sıfıra yakındı. Eroğlu sistem tutkunu bir teknik direktör olarak bu fırsatı kucakladı. Ağabeyi de Altınordu’da U16, U17 antrenörlüğü yaptıktan sonra akademi direktörlüğüne yükseldi.
Alışılmadık hedefler, halihazırda alışılmadık bir profil olan Hüseyin Eroğlu’nu daha da “dışarı” itti. “Böyle gelmiş böyle gider” diye düşünmeden yeni bir şeyler yapabileceğini, ezberlenmiş usullere bağlı kalmadan yarışabileceğini gördü. Belki de en önemlisi, Türk futbolundaki kıtlığın sahteliğini fark etti.
HİNT KUMAŞLARI, TÜRK FUTBOLCULARI
Sahte kıtlık Türkiye’de sadece futbola değil hemen her alana sirayet etmiş bir hastalık. Kurumlar değil bireyler üzerinden dönen sistemlerde nitelikli insanlar belli bir metodoloji içinden değil tesadüfen, “üretim hatası” olarak yetişiyor.
Bu durum iki sonuç getiriyor: Birincisi, potansiyelin büyük bölümü heba oluyor. Eroğlu alt yaş gruplarındaki tecrübesiyle bunu ilk elden görmüş biri. Haliyle başarılı örneklerin bu kadar ender olmasını kabullenemiyor. Arda Güler’in Real Madrid’e transferi hakkında görüşü sorulduğunda, “5 yıl boyunca yeni Arda’yı mı bekleyeceğiz? Her sene yeni birini çıkarmak lazım. Şu anda Türk futbolunun bir tek Arda’yla yetinmesi içler acısı” demesi bundan.
İkincisi, başarılı örnekler bu kadar az olunca kimse onunla ne yapacağını bilemiyor. Ya bulunmaz Hint kumaşı sayılıp yere göğe sığdırılamıyor, ya kıskançlık, kötü niyet veya başka mahallenin çocuğu olduğu gerekçesiyle ölçüsüz eleştiriye ve aşağılamaya maruz kalıyor. Sonuçta çoğu zaman ya zıvanadan çıkıyor, ya zorla çıkarılıyor. Bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu, makul bir sistem tasarlayıp örnekleri çoğaltmak.
Altınordu’da yapmaya çalıştığı şey tam da buydu. 10 yıl boyunca A takım hocası olduğu kulüpte Çağlar Söyüncü, Cengiz Ünder, Berke Özer, Ravil Tagir, Barış Alıcı, Burak İnce, Enis Destan gibi oyunculara çok küçük yaşlarda forma verdi. Çağlar’ı alt ligden Avrupa’nın beş büyük ligine giden ilk örnek olduğu için özellikle önemsedi.
Yarıştı da. 2012-13’te 3. Lig, ertesi sezon 2. Lig şampiyonluğu yaşadı. 2020-21 sezonunda Süper Lig’e yükselmek için oynanan playoff finalinde Altay’a son dakikalarda gelen golle 1-0 kaybetti. Ertesi sezon işler kötü gitse de takımı 1. Ligde tutmayı başardıktan sonra görevden ayrıldı. Eylül ayında geldiği Samsunspor’u şampiyonluğa taşıyarak 11 sezon sonra Süper Lig’e döndürdü.
NEDEN ÖTEKİ?
Ancak 300 maçı aşkın 1. Lig kariyeri ve başarıları onu tam anlatmıyor. Eroğlu’nun “öteki futbol insanlarından” olmasının farklı sebepleri var.
İstisnalar bir yana, ortalama bir yerli teknik direktörün özelliklerine aşinayız: Aile içi ve mesleki ortaklıkları kısa sürer; takım seçmez ve sürekli yer değiştirir; hakeme sövmek, rakiple dalaşmak mesleğin şanındandır; 4-2-3-1 dinine inanır; Türkçede zorlanır, yabancı dilden ödü kopar; kavramlara alerjisi vardır.
Eroğlu pek öyle değil: Ağabeyi Halit şu anda Samsunspor’da yardımcısı, haziran ayında ilk hocaları Cihaner iki kardeşe tebrik plaketi sundu; 16 yıllık kariyerinde sadece üçüncü takımını çalıştırıyor; geçen sezon TFF 1. Lig’de Fair Play ödülüne layık görüldü ve bunun çocuklarına bırakacağı en önemli miras olduğunu söyledi; her formasyona hazırlıklı olduğunu söylüyor ve uyguluyor; çok iyi Almanca ve makul seviyede İngilizce biliyor; hocalığının ilk günlerinden beri GETS (Gelişim, Takım Mühendisliği ve Sistem) adını verdiği kendi metodolojisini uyguluyor.
Hal böyle olunca, bir takımın başına gelirken kendi anlayışını da yanında getiriyor. Samsunspor’un önce akademi kurup sonra hocayı çağırması isabetli bir hamle. Karadeniz ekibi şimdi de Fransa’nın Toulouse kulübüyle iş birliği anlaşması imzaladı. Eroğlu uluslararası ortaklıkların getirilerine Altınordu günlerinden aşina.
Dünyayla iletişim, ezberlere mahkum olmamayı kolaylaştırıyor. Örneğin bitmek bilmeyen ve ne işe yaradığı belli olmayan genç oyuncu tartışması hakkında, “Futbolda yaşa inanmıyorum. Bir oyuncuda liderlik özelliği varsa 16 yaşında da gösterir; yoksa 25’te de gösteremez. Ayrıca oyununuz güçlüyse genç oyuncu da sistemin içinde başarılı olabilir” diyor.
Doğru yöntemin her yerde işleyeceğinden emin: “Sistemin, doğru ve planlı çalışmanın Süper Lig’de de fark yaratacağını düşünüyorum.” Ligin gittiği yönden ise o kadar emin değil: “Bizim futbolumuzun çok daha hızlı, çok daha tempolu olması gerekiyor. Bu hızı ne kadar artırırsak Avrupa’yla makas o kadar daralır.” Ekonomik kriz ortamının teknik direktörlerin becerilerini daha görünür hale getireceğine inanıyor.
ALMANYA-SAMSUN-ALMANYA
Mayıs ayında Süper Lig’i garantiledikten sonra Samsunspor’la sözleşmesini üç yıl uzattı. Yeni sezona üç haftada bir puanla başlasalar da takımın sahaya yerleşimi ve oynadığı oyun umut verici. 19 Mayıs Stadı’nın zemini dışında büyük bir sorun görünmüyor. Tribünler dolu. Hoca da Altınordu’nun korunaklı ortamından ateşli taraftara sahip bir şehir takımına gelmekten memnun: “Yıllarca taraftar hep karşımda oldu. Bu sefer yanımda olacak.”
Tanju Çolak, Serkan Aykut, Ertuğrul Sağlam, İlhan Mansız, Tümer Metin, Celil Sağır gibi oyuncuları yetiştirmiş veya forma vermiş Samsunspor, futbol hafızamızda yeri sağlam olan bir kulüp. Eroğlu da kulüp tarihindeki yerini sağlamlaştırmak istiyor. Aklındakileri sahaya yansıtırsa hayalini gerçekleştirip Almanya’da bir takım çalıştırabilir. Belki Türkiye’de kalıp şampiyonluk adaylarında veya milli takımda da görev alabilir.
Gerçi orası biraz karışık. Çünkü Eroğlu’nun hikayesi biraz da Türk futbol kamuoyunun ikiyüzlülüğünün hikayesi. Avrupa’da benzer bir profil görünce “Bizden niye böylesi çıkmıyor?” diyenler, takımlarının başına böyle hocaları getirmiyor. Onlar getirse bile taraftar ve camia, “Buranın hocası değil, kaldıramaz!” yaygarasına başlıyor. Neticede Eroğlu gibi isimlerin yıllarca uğraşarak zorbela ulaştığı, hatta çoğu zaman ulaşamadığı kulübelere, futbolu yeni bırakmış “büyük” takım oyuncuları gökten zembille iniyor.
Hüseyin Eroğlu kusursuz veya eksiksiz bir hoca değil; olması da gerekmiyor. Kıymeti, başka bir dille konuşmasından ve sözlerini eyleme dökmesinden geliyor. “Öteki insanlar” burada da var. Üstelik hayatın her alanında, sevdiğimiz şeylerin sevmediğimiz kişiler ve kurumlar tarafından zapt edildiğini gördükçe onlara ihtiyacımız artıyor. Göze batmak, öne çıkmak, dikkat çekmek için çırpınmıyor olmaları, var olmadıkları anlamına gelmiyor. Siz ters yöne gitmeye cesaret edin, yeter…