Hüsünbeyi: Suriyeli mülteciler Türkiye işçi sınıfının bir parçası, mücadele de ortak olmalı

Mültecilerin geçici bir süreyle geldiklerini ancak koşulların geri dönüşü engellediğini söyleyen Mete Hüsünbeyi "Mülteci karşıtı söylemlere sessiz kalınmamalı, entegrasyon çalışmaları başlamalı" dedi.

Abone ol

Emirhan Durmaz

DUVAR - Her yıl küresel ölçekte yaşanan krizler ve savaşlar nedeniyle milyonlarca insan yerinden yurdundan farklı ülkelere göç etmek durumunda kalıyor. Dünya genelinde en çok mültecinin bulunduğu ülke olan Türkiye’de ise 3,9 milyon mülteci; ayrımcı söylemler, kayıt dışı ve güvencesiz çalışma, kamu hizmetlerinin bir kısmından mahrum biçimde yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor. 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü kapsamında Konak Kent Konseyi Mülteci Meclisi Başkanı Mete Hüsünbeyi ile konuştuk.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin bu ay içinde açıkladığı 'Zorla Yerinden Edilmede Küresel Eğilimler' raporuna vurgu yapan Hüsünbeyi, “Rapora göre 2022 sonu itibari ile 108,4 milyon kişinin yerinden edilmiş. Bunun 35,3 milyon kısmını yurt dışına kaçan mülteciler oluştururken, mültecilerin yüzde 70'i ise komşu ülkelerde bulunmakta” dedi.

‘BEKLENTİLERİ KISA SÜRELİĞİNE KALMAKTI’

Edward Said’in bir eserinden alıntıyla devam eden Hüsünbeyi, “E.Said, göçün ve sürgünün kesintili bir var olma durumu ve geride bıraktığı yerle bir kavgaya tutuşma biçimi olduğuna değinir. Sürgün, asli bir evinin olduğunu ve en sonunda dönüp dolaşıp oraya varacağını farz etse de karşılaşılan sorunlar böyle bir yolculuk planını yok eder. Asli bir ev ve eve dönüş umutları devam ettirme olasılığı giderek zayıflar ve sonunda kaybolur. Bu bağlamda, Suriyeliler göç ederken herkes gibi onların da beklentisi gittikleri ülkede kısa süreli olarak kalmaktı. Ancak, 2011'de başlayan iç savaşın uzaması üzerine yaşam koşullarını buna göre ayarlamaya çalıştılar” diye belirtti.

Mete Hüsünbeyi

‘LÜBNAN VE ÜRDÜN ORANSAL OLARAK TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDE’

Türkiye’deki mültecilerin sayısal yüksekliğine karşın nüfus yoğunluğu oranlarının daha düşük seviyede olduğunu aktaran Mete Hüsünbeyi, “BMMYK Raporunda 2022'nin sonunda 6,5 milyon Suriyeli mülteci olduğu ve bunun 3,5 milyonunun komşu Türkiye'de yaşadığı belirtildi. Suriyeli mülteciler sayı olarak en fazla Türkiye'de olsa da oransal olarak Suriye'nin güney ülkelerinde daha fazla bulunmaktalar. Türkiye'deki oranları yüzde 4 buçuk civarında iken Ürdün'de yüzde 10'a yaklaşmakta, Lübnan'da yüzde 20'lerde” ifadelerini kullandı.

‘MÜLTECİ STATÜSÜ TANINMALI’

10 yılı aşkın sürenin “geçici” olarak tanımlanamayacağının altını çizen Hüsünbeyi, “Suriye iç savaşının uzaması ve geri dönüş durumlarının ortadan kalkması üzerine 2014 yılında Suriyeli mültecilere yönelik YUKK'u dayanak alarak ‘Geçici Koruma Yönetmeliği’ çıkarıldı. Burada yetersiz de olsa bazı haklara dayalı düzenlemeler yapıldı. Yeri gelmişken ifade edelim, geçicilik ya da sık kullanılan misafirlik ancak kısa dönemli olarak geçerli olabilir. 10 yıldan daha fazla süredir ülkemizde bulunan ve ezici kısmının hiçbir sosyal güvencesi olmayan özellikle Suriyeli mülteciler için bu yaklaşım kabul edilemez. Kimliklerine saygı gösterilerek karşılıklı entegrasyon çalışmalarına başlanmalıdır. Türkiye, zulüm ve baskı görmeleri nedeniyle Avrupa ülkeleri dışından gelenlere de mültecilik hakkını yasalarına koymalıdır” dedi.

'YASAL DÜZENLEME KAÇAK ÇALIŞMAYA NEDEN OLUYOR'

Suriyeli mültecilerin çalışma yaşamı ve ülkemizdeki durumları üzerine aktarımlarına devam eden Hüsünbeyi, “Yönetmelik ve buna bağlı düzenlemelere göre bir Suriyelinin çalışabilmesi için o kentte en az 6 ay ikamet etmesi gerekiyor. Ayrıca işyerlerinde yüzde 10 kotası bulunmaktadır. Yani o işyerinde her 10 vatandaşa karşılık bir Suriyeli mülteci çalışabilmektedir. Oysa bu durum diğer yabancı işçiler söz konusu olduğunda 5'te birdir. Tarım ve hayvancılık iş kollarında çalışma kısıtlılığı bulunmamaktadır. Görüldüğü gibi kaçak çalışma, sadece bunu fırsat bilen bazı işverenlerle değil yasal düzenleme yüzünden de oluyor” diye belirtti.

'SURİYELİ EMEKÇİLERİ TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ BİR PARÇASI OLARAK GÖRMEK GEREKİR'

Mültecilerin işsizliğe sebep oldukları yönündeki savlara yanıt veren Hüsünbeyi, “Onlara yönelik seçim döneminde gerek nüfus gerek ekonomik yük oldukları ve ucuz emek nedeniyle vatandaşların işlerini elinden aldıkları söylemleri gerçeği yansıtmamaktadır. Bugün mülteci ve göçmenler, özellikle Suriyeli emekçiler ülkemizde çalışma yaşamının ve üretimin önemli ve vazgeçilmez unsurlarıdır ve onları artık Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak görmek gerekir. Bugün tarım, hayvancılık, tekstil, mobilya, ayakkabı başta olmak üzere birçok sektörde var olan istihdam açığı mülteci işçilerle karşılanıyor. İstihdam açığının en önemli nedeni olarak çıraklık eğitiminin 4+4+4 eğitim sisteminden dolayı ortaokuldan sonra olması gösteriliyor. Gençler bu sektörleri tercih etmemekte, hizmet sektörünü istemekteler. Öyle ki bu durumu sektör temsilcileri de vurgulamaktadır. Kayıtsız ve ucuz işgücü olarak genelde atölyelerde çalıştırılmalarına karşın çoğu yerde kalifiyeli işçi olarak çalışmaktalar” diye konuştu.

‘SORUNLAR VE TALEPLER ORTAK’

Kaçak çalışmanın sadece mülteci emekçilerle sınırlı olmadığına değinen Hüsünbeyi, “Çoğu işyerlerinde vatandaş olan işçiler de kaçak çalıştırılmaktadır. Görüldüğü gibi aslolan örgütlü, sigortalı ve sendikalı çalışma ortamının yaygın olarak sağlanmasıdır.  Bununla beraber sendika ve örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalı, iç yapıları ve karar alma süreçleri demokratik olmalı, toplumsal süreçlerde çok daha etkin rol oynamalıdır. Mülteci ve göçmen emeğine yönelik kısıtlılıklar ortadan kalkmalıdır. Tüm bunlar özellikle emek açısından demokrasinin, demokrasi mücadelesinin önemini ortaya koyuyor. Dolayısıyla vatandaş, mülteci ayrımı yapmadan tüm emekçiler bir arada, emek ve demokrasi mücadelesinin aktif öznesi olmalıdır. Ortak mücadele örneğini biz daha önce gördük; 2014 yılında ayakkabı sektöründe Türkiyeli işçiler Suriyelileri istemiyoruz derken, 2017 yılında Türkiye'nin birçok yerinde birlikte yürüyüş yaptılar, iş bıraktılar ve başarılı oldular” şeklinde konuştu.

‘MÜCADELE DE ORTAK OLMALI’

Son bir iki yıldır, önü alınmaz mülteci karşıtlığı içeren söylemlerin mültecilerin yaşamını olumsuz etkilediğini aktaran Hüsünbeyi, “Bulundukları yoksul mahallelerde yüzde 20 gibi çok düşük kota getirilmiş, Göç İdaresi'nin kayıtları kısıtlamasıyla birçok olanaktan mahrum kalınmıştır. Bu durum birçok mülteci çocuğun okula gidememesine yol açtı. Deprem bölgelerinde binlerce mülteci hayatını kaybetti, evleri yıkıldıkları için başka şehirlere gitmek durumunda kaldılar. Onlara yönelik doğru olmayan negatif algı yaratıldı, gittikleri yerlerde kamu desteğinden yararlandırılmadılar. Böylesine ağır tabloyla karşılaşan depremzede mültecilere yalnızca duyarlı STK'lar el uzatmaya çalıştılar. Herkes, özellikle insan haklarına atıfta bulunan, emek eksenini ön plana alan yapılar, örneğin seçim döneminde insanlık suçu içerecek şekilde mülteci karşıtı söylemlere karşı affedilemez sessizliklerinin öz eleştirisini yapmalılar. Bu topraklarda birlikte yaşamı, birlikte üretmeyi, birlikte karar almayı ve birlikte mücadelenin koşullarını değerlendirmelidirler” diyerek sözlerini tamamladı.