Süper Lig’de sezonun ilk derbisi iddialı bir vaatle geliyor: Pazar akşamı saat sekizde Dolmabahçe’de sahaya çıkacak Beşiktaş ve Fenerbahçe, ligde “yoğun” futbolu en başarılı oynayan iki ekip durumunda. Ama maç öncesi tarafların ruh hali biraz tuhaf. Beşiktaş’ta yeni sularda yüzmenin ürkekliği sezilirken Fenerbahçe’de eve dönmenin huzuru var. Bu psikolojik fark derbinin ve sezonun akıbetini belirleyebilir…
LABORATUVAR FUTBOLU
Futbol sürtünmesiz ortamda oynanan bir oyun değil. Öyle olsa, şöyle diyebilirdik: Elimizde bir B, bir de F takımı var. Beklentileri ve kadroları birbirine yakın. B takımı ligde 7 maçta 14 puan, F takımı 6 maçta 13 puan toplamış ve ikisi B’nin sahasında karşı karşıya geliyor. Üstelik F takımı sezonun belki de en anlamlı hedefi olan Şampiyonlar Ligi gruplarının dışında kalmış.
Böyle diyerek B takımının maça rahat, F ekibinin ise biraz sallantıda çıkacağını söylerdik. Ama takımların adı B ve F değil; Beşiktaş ve Fenerbahçe. Ve futbol laboratuvarda oynanan bir oyun değil. İçinizde ve dışınızda gelişen durumlar sizi rasyonel gerçeklerden uzaklaştırıp farklı ve belirleyici ruh hallerine götürebiliyor.
ESKİ FENERBAHÇE
Ali Şen ilginç huyları olan bir başkandı. Takımın başına – özellikle yabancı – bir hoca getirmeden önce, “Şampiyonluk garantisi veriyor musunuz?” diye sorar, aldığı yanıta göre karar verirdi. Carlos Alberto Parreira 1995-1996 sezonunda bu akdin sonucunda Kadıköy’e gelmiş, camianın çok ihtiyaç duyduğu şampiyonluğu yaşatmıştı.
Aziz Yıldırım o kadar peşin hükümlü değildi. O kafasına yatarsa taahhüt beklemeden hocayı göreve getirir, yalnız şampiyon olamazsa kovardı. Denklem basitti: Madem Fenerbahçe Türkiye’nin en büyük kulübüydü, o zaman her sezon ligi kazanmalıydı. Avrupa’da yapılanlar o kadar mühim değildi. Zico’nun 2007-2008 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final görmesi görevde kalmasına yetmemişti, çünkü ligi ikinci bitirmişti.
Bunlar kısa vadeli başarıya dayalı ve elbette demode planlardı. Ali Koç Fenerbahçe’yi bu geri kalmışlıktan kurtarma iddiasıyla başkanlık koltuğuna oturdu. Ama Philip Cocu ve Daniel Comolli ile başlayan, sportif direktörlü, bütçe planlı, uzun vadeli “Avrupai Fenerbahçe projesinin” ömrü kısa oldu ve zaman içinde proje de vizyon da unutuldu; hatta en baştan beri yanlış olduğuna dair kanaat pekişti. Dört yılda her ülkeden, her oyun felsefesinden, her yaştan yedi teknik direktör geldi ama kulüp huzur bulmadı. Başkan ya ne istediğini bilemiyor, ya bildiğinde gerekli ortamı yaratamıyor, ya da doğru hocayla doğru kadroyu denk getiremiyordu.
Bu sezon başında Koç yeminini bozdu ve kulübün DNA’sıyla – ya da DNA’sı olduğunu düşündüğü şeyle – daha fazla inatlaşmanın anlamsız olduğuna kanaat getirdi. Burası Fenerbahçe’ydi; en çok transferi o yapar, en çok parayı o harcar, Avrupa’yı icabında ikinci plana atar ama ligi kazanır ve en önemlisi, kaybedecekse bile büyük kaybederdi.
İdeal hoca bulundu. Jorge Jesus’la adil bir anlaşma yapıldı: Hocaya karışılmayacak, ne isterse yapılacak, kimi isterse sorgusuz sualsiz alınacak, yalnız o şampiyonluk Kadıköy’e gelecekti. Ayağını yorganına göre uzatmak, genç hocalarla zaman kaybetmek, orta ve uzun vadeli planlara takılmak gibi “angaryalar” bitti. Buralar bilindik sulardı; yönetimi, takımı, taraftarı ve medyayı saran huzurun sebebi bu. Fenerbahçe konfor alanına döndü.
YENİ BEŞİKTAŞ
Geçen sezon Aralık ayında Sergen Yalçın’la yollarını ayıran Beşiktaş ise ters istikamette ilerliyor. Kısa süreli Önder Karaveli denemesinin ardından yönetim yeni rotalara yelken açmaya karar verdi. Bir teknik direktör araştırması yapıldı ve Carlos Carvalhal’dan bu yana ilk kez kamuoyunun tanımadığı bir hoca seçildi. Valérien Ismaël, kulübün mevcut ekonomik şartlarına, oyununu götürmek istediği yöne uygun bir profil olduğu kanaatiyle 25 Mart’ta göreve getirildi. Geçen sezon kadronun dağınıklığı, zaman darlığı gibi gerekçelerle yeterli veri sunmadı.
Ismaël ilk tam sezonuna, kendi yaptığı hazırlık ve kendi isteğine göre düzenlenmiş bir kadroyla başladı. Üçlü-dörtlü savunma yaygarası bir şekilde aşıldı. Genellikle iyi sonuçlar aldı, zaman zaman hatalar yaptı.
Ama işte Beşiktaş taraftarının ve futbol kamuoyunun ciddi bölümü huzursuz. Çünkü Jesus Fenerbahçelilere sürekli Parreira, Christoph Daum, Zico gibi başarılı yabancıları hatırlatırken Beşiktaş Ismaël’e bakınca karşılaştıracak birini ya bulamıyor ya da bulduklarını iyi anmıyor. Özellikle de “Şenol Abi” ve “Evlat Sergen” hâlâ etrafta dolaşır, başarılarıyla taraftarın hatıralarında tazeliğini korurken. Yönetim de hocayı kalıcı gördüğüne dair net bir söylem oturtabilmiş değil. Cesur Ismaël hamlesi sabır ve kararlılıkla birleşmediği takdirde anlamını yitirebilir. Çünkü böyle oldukça “Yabancı Ismaël” bir türlü tam benimsenemiyor ve eski tanışların ismi giderek daha sık duyuluyor.
YOĞUN OYUN
Halbuki hem Fenerbahçe’nin hem Beşiktaş’ın bütün kusurlarına rağmen oyun anlamında doğru yolda ilerlediği söylenebilir. Son 10 yılda futbolu anlatan sözcük “yoğunluk”. Jürgen Klopp’un zirveye çıkardığı modeli kendince uygulayanlar karşısındaki temposuz, ürkek, hımbıl Türk kulüpleri ve milli takımları son yıllarda hüsran üzerine hüsran yaşıyor.
Ismaël ve Jesus ise bu kötü gidişat karşısında birer antitez sunuyor. Sorunlar yok değil: Ismaël’in ekibi gerek fizik kalite gerek kadro derinliği sorunları sebebiyle ilk yarı performanslarını ikinci yarılara taşıyamıyor; öne geçince farkı artırmak dışında bir formülü yok gibi görünüyor; oyunu ekonomik ve akıllı oynama konusunda eksikler var; A planının yeterli olacağına, B planına gerek bulunmadığına dair inancının haklılığı henüz ispatlanmış değil.
Jesus ise zaman zaman rakibi fazla küçümseyip abartılı denemelere girişebiliyor. Şu ana kadar iyi götürdüğü aşırı rotasyonun sezonun devamında nasıl bir etki bırakacağı belli değil. İyi günde kendini belli etmeyen ama zor durumda sorun çıkarabilecek çok fazla karakter var. Fenerbahçe topsuz oyunda son derece yenilikçi ve cüretkâr görünürken toplu oyunda hâlâ kolektif akışkanlığı eksik, fazla dribbling odaklı, biraz ilkel bir tarz benimsiyor. Yine de iki hoca da yoğunluktan taviz vermiyor.
NASIL BİR MAÇ?
Derbi bu yüzden çok eğlenceli geçecek. Özellikle ilk yarısı çok tempolu, tansiyonu yüksek, heyecanı ve muhtemelen pas hatası bol bir maç bizi bekliyor. Beşiktaş bu sezon parlayan N’Koudou’nun yokluğunu Ghezzal’in dönüşüyle kapatmaya çalışacak. Fenerbahçe’de ilk on biri ciddi şekilde etkileyecek bir sakatlık yok. Salih Uçan-Miguel Crespo eşleşmesi kritik. Geçmiş performanslara bakınca Beşiktaş için galibiyetin yolu ilk yarıda üstünlüğü ele almaktan geçiyor. Taraftarın coşkusu da düşünülünce ilk iştah kritik olacak. Fener ise derbilerdeki klasik sakinliğini koruyup işi bitirebilir.
Form açısından Fenerbahçe üstün. Milli ara öncesinde Sarı-Lacivertliler Alanyaspor karşısında sezonun en iyi, Beşiktaş ise İstanbulspor deplasmanında sezonun en kötü futbolunu oynadı. Ama milli aralar gizemli dönemler ve takımların nasıl geri döneceği çoğu zaman belli olmuyor.
Kısacası tahminde bulunmak güç ve aradaki farklar konuşulduğu kadar büyük değil. İki takım da ligin üzerinde olmalarına karşın yenilmez değiller. Fenerbahçe’yi önde kurduğu savunmasının arkasına dengeli bir şekilde geçerek, Beşiktaş’ı ise topu verip ne yapacağını bekleyerek veya hiç vermeyip yorarak alt etmek mümkün.
KİM KAZANIR?
Dengeler bu kadar yakın olunca iş dönüp dolaşıp psikolojiye gelebilir. 40 bin kişinin önünde hep arzu ettiği ısırgan oyunla kazanmak Ismaël için güvenoyu demek. Mağlubiyet ise başına ciddi dertler açabilir. Jesus görece rahat. Meslektaşının baskı altında aşırı motive olacağını düşünerek tecrübesi ve soğukkanlılığıyla üstünlük arayacak. Ancak Fenerbahçe de kendisini olduğundan biraz daha iyi görüyor. Beşiktaş’ın eforuna direnmek için en az Rennes deplasmanındaki kadar sağlam bir oyuna ihtiyaçları olacak.
Şu anki atmosfer kazanma şansları açısından Fenerbahçe ev sahibiymiş gibi bir izlenim yaratıyor. Bu ise Ismaël’den çok Beşiktaş camiasının çözmesi gereken bir sorun. Huzurunuzu tek maça bağlarsanız eninde sonunda kaybedersiniz, ne de olsa hiçbir takım her maçı kazanmıyor. Her şeyi tartınca Fener galip gelir mi diyorsunuz? İyi de, futbol sürtünmesiz ortamda oynanmıyor…