Dokuz günlük yasak, küresel dijital faşizmi de bu faşist rejimi ayakta tutmaya çalışan dijital diktatörleri de dize getirdi demek ki.
Cephede bu mücadeleyi yürüten Ulaştırma Bakanı 10 Ağustos Pazar öğlen saatlerinde ön haberi vermiş, Instagram yasağının kalkmasında son düzlüğe gelindiğini söylemişti. “Çok ciddi aşama kat ettik. Son düzlükteyiz. Umarım çok uzatmadan anlaşırız” diyordu Bakan Abdülkadir Uraloğlu.
Dediği gibi oldu, çok da uzatmadan akşama bitirdiler işi, tatlıya bağladılar. Müjdeyi X (Twitter) hesabından bizzat canlı yayınla verdi Bakan. Fakat ufak bir kaza yaşandı, Bakan konuşurken, yayın aniden kesildi. Hesap mı çöktü, dijital diktatörler şaka yollu sabotaj mı yaptılar, meçhul. Hesap çöktüyse Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı için “teknik” kusur, yetersizlik demek… Yok eğer sabotajsa, diktatörler pes etmemişler anlaşılan. Öyleyse Instagram’ı açmamak lazım.
Yayın kazası üstüne Bakan aynı platformdan bu kez yazılı olarak Instagram’a erişim engelinin saat 21.30’da kaldıracaklarını açıkladı. Sosyal medya uçtu. Şükredenler, “1. Instagram zaferi hayırlı olsun” diyenler, “zafer inananlarındır” naraları atanlar birbiriyle yarıştı. Açılış saatinde herkes oraya hücum edince yine kilitlenme yaşandı. Dijital faşizmin 57.1 milyon Türkiyeli gönüllü kölesinden (ev zencilerinden) hiç kimse dokuz günlük hasretine kavuşamadı epeyce bir süre.
Bir kişi hariç.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı, dijital diktatörlerin engellediği mesajını, Instagram’ın Türkiye’de yeni döneminin ilk anında yeniden yayınladı. Böylece o da zaferini ilan etti.
Öyle ya da böyle, “faşizm - özgürlük”, “devletin hakimiyeti” meselesi çözülmüş görünüyor şimdilik.
Küresel dijital diktatörlerin temsilcileriyle bu süreçte müzakereyi yürüten, kamuoyunu bilgilendiren Bakan Uraloğlu bugüne dek daha çok tren - Marmaray istasyonlarında, vagonlarındaki ekranlarda karşımıza çıkıyordu. “Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde şu metro hattını açtık, falanca tramvay bağlantısını yaptık, filanca yere viyadük, şuraya hızlı tren götürdük, Türkiye Yüzyılı'nda İstanbul Havalanımızda yolcu rekoru…” türünden reklam duyurularıyla tanıyoruz kendisini.
Nitekim 10 Ağustos’ta Çukurova Havalimanı açılış törenine ev sahipliği yaptı, yukarda andığım “son düzlükteyiz” müjdesinden hemen sonra. Törenden sonra da döndü, akşam saatlerinde dijital faşizmle, dijital diktatörlerin temsilcileriyle mücadele – müzakerede son notayı koydu.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı, “sosyal medya” yayınlarının da düzenleyicisi. Dijital mecraları kapatıp açıyor!?
Bakan Abdülkadir Uraloğlu, inşaat mühendisi. Trabzonlu. Doğduğu kentte, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde okumuş. Mezuniyetinin ertesi yılında, 1989’da Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başlamış, hemen bütün meslek hayatı orada geçmiş. 2018’de Genel Müdür olmuş, geçen yıl Ulaştırma ve Altyapı Bakanı olarak atanmış.
Instagram’ı ya da falanca çocuk oyun platformunu kapatıp - açma kararını tabii ki bakanın bizzat kendisi vermiyor. Bakanlık bünyesinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu bakıyor bu işe. Aslında orası da sonuçta uygulayıcı. Bakanlığın adında olduğu üzere altyapı, işin teknolojisine bakıyorlar. Hüküm, karar yukardan geliyor, düğmeyi kapatıp açıyorlar.
Asıl hüküm veren kim?
Son olaya bakalım. 2 Ağustos Cuma sabahı uyanan 57.1 milyon Türkiyeli Instagram kullanıcısı oyuncağından, eğlencesinden, kimi iletişim kanalından, kimi iş aracından mahrum kaldığını fark etti. Ne bir haber ne bir açıklama. Cumhurbaşkanı her haftaki gibi “hayırlı cumalar” mesajını yayınladı kendi Insta hesabından. Ona da yasak olacak değil tabii ki, halka kapalı. 48 saatte mahkeme kararı gelmezse açılır dendi, olmadı. Bu süreçte Ne Ulaştırma Bakanlığı’ndan ne Bakan’dan çıt çıkmadı.
Üçüncü gün bir baktık, “Dijital faşizmle karşı karşıyayız”!
Kim diyor?
Cumhurbaşkanı.
Nerede diyor?
AKP Genel Merkezinde düzenlenen İnsan Hakları Eğitim Programı’nda partililerine söylüyor.
SİBER VATAN YA DA EV ZENCİLİĞİ
Dijital faşizm, dijital diktatörler sözlerinin ve saptamasının sahibi ise aynı eğitim programının açılışında konuşan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun.
Altun’a göre dijital faşizmin “en temel iktidar stratejisi gündelik hayatı, gündelik hayatlarımızı kolonileştirmek, gündelik hayatlarımızı sömürge altına almaktır. Bu hedefe ulaşmak için, bu yapılan yapay, aşırı tüketim kültürünü özendirmeye çalışmakta, insanları uyuşturan dijital bağımlılık sistemini ayakta tutmak için çabalamaktır. Gizli sansür ve örtülü özendirme yöntemleriyle siyasal davranış değişikliklerini medyana getirmeye çalışmaktadırlar.”
Bu durumda Altun’un da belirttiği üzere, devletin hakimiyeti fiilen ortadan kalkmış oluyor! Vatandaşlar dijital bağımlılar haline getiriliyor, uyuşturularak hayatları kolonileştiriliyorsa orada devletin hakimiyeti kalır mı? Vatandaşlarınız, dijital faşizmin ve dijital diktatörlerin kölesi haline gelir. Hem de köleliklerinden keyif ve övünç duyarlar.
Cumhurbaşkanı Instagram yasağına karşı çıkanlara Amerikalı muhalif Malcom X’ten ithalen “ev zencileri” dese de, Altun, küresel dijital faşist diktatörlerin gönüllü kölelerinin tescilli muhaliflerle sınırlı kalmadığını - kalmayacağını, her sosyal medya kullanıcısının aynı hal ve durumda olduğunu işaret ediyor. Faşizmden söz ederken karşıtlarına mecazen bile olsa “zenci” gibi ırkçı sıfat yapıştırmak ayrı bir siyasal maharet!
Görüldüğü üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seslendirdiği “dijital faşizm” lafı gibi hayli yankı uyandıran -ve tepki yaratan- “ev zencisi” ithamının/ithalatının kaynağı da İletişim Başkanı Prof. Altun.
İÇERİK SAĞLAYICILAR - KARAR VERİCİLER
Bütün bu meselelerin 57.1 milyon kullanıcısı olan bir dijital platformun hiçbir açıklama yapılmaksızın yasaklanmasının üçüncü gününde yasaklayıcı iktidar sahiplerince, kendi partilerinin İnsan Hakları Eğitim Programı’nda dillendirilmesi ilginç değil mi?
Ayrıca, yasak koyan ve kaldıran olarak görünen Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’nın hiç mi hiç ortada görünmemesi de ilginç değil mi? Daha da ilginci, Milli Eğitim Bakanı’ndan TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı’na, hemen tüm AKP takımı yeni slogan, yeni hedef olarak “dijital faşizm, dijital faşizm” korosu halini aldığında da Uraloğlu, hiç bu topa girmedi. Faşizm, diktatörlük laflarını ağzına almadı. Sadece, “Bizim özgürlük anlayışımız sosyal medyanın çok üstünde” demekle yetindi.
İlk yaylım ateşten sonra “faşizm – diktatörlük” bahsi de geri çekildi, iş “katalog suçlar”a; Atatürk’e hakaretten, çocuk istismarına, terörden sanal bahis… vs’ye bağlansa da, devletlilerimizin tepesini attıran durumu yine Bakan Uraloğlu ifade etmişti: “Size hiçbir bildirim yapmadan hesabınızı bloke edebiliyor, kaldırabiliyor, bazı paylaşımları komple engelleyebiliyor.”
Engellenen, Altun’un yasak kalkar kalkmaz “nerede kalmıştık” mahiyetindeki paylaşımı. “Sen beni engellersen, ben de seni yasaklarım!” Mevzu budur.
***
Unutmadan, “dijital faşizm” de yeni bir keşif değil. Bildiğimiz kadarıyla ilk müellifi saray danışmanlarından Mehmet Uçum. Tam bir yıl önce yayınlamıştı Anti-özgürlük alanları ve dijital faşizm riski başlıklı yazısını. “Ev zencisi” de bugünün keşfi değil. Daha dün, 28 Mart 2024’te, seçim kampanyasının son günü Meral Akşener, “Mansur Yavaş artık CHP Genel Merkezi’nin ‘ev kölesi’ olmuştur” diyordu.*
Kısaca, I. Instagram Savaşı’nın cephanesi epey bayat.
Ama faşizm, diktatörlük, özgürlük, kölelik üzerinde düşünülmesi, konuşulması gereken konular, evet.
* MHP kökenli Türkçü ideolojiden gelen Akşener’in, “ev zencisi” dememesi, ırkçılıktan kaçınma mıdır, “zenci” lafı buralarda çalışmaz diye düşündüğünden midir?