1.
Suudi Arabistan, 2034 Dünya
Kupası’nı düzenleyecek.
Tek başına bu cümle bir haber
cümlesi. Ama bunun arkasında bin tane başka haber var. En önemlisi
de bu cümlenin çok gizli bir yerinde, dünyanın çoktan eski dünya
olmaktan çıktığının haberi var.
Bugün Batı gazetelerini
taradığınızda, İngilizcede, Almancada, Hollandacada, Fransızcada,
İspanyolcada, şöyle bir cümlenin defalarca kurulduğunu
göreceksiniz: İnsan hakları karnesi son derece kötü olan Suudi
Arabistan’a nasıl Dünya Kupası verildi?
Bu soruyu, retorik de olsa,
sahici gazeteci merakıyla sorup cevaplayanları ve türlü riyakârlığı
her defasında afişe edenleri bir kenara ayırarak söylüyorum:
Kupanın Suudilere veriliş gerekçesini, Nasrettin Hoca fıkrası
okumuş ilkokul çocuğu bile biliyor: Parayı veren düdüğü çalar… Bu
soru cümlelerini kuranlar da cevabı biliyor ya, herhalde safa
yatmayı da seviyorlar. Değişen bozulan kirlenen dünyamız içinde
böylesi saflık böylesi masumluk böylesi temizlik belli ki hoşlarına
gidiyor ve yine belli ki bu duruş en azından bir ölçüde işe
yarıyor.
Ya da cevabı sahiden
bilmiyorlar. Bu da bizi bir başka soruyla karşı karşıya getiriyor:
Siz sahiden bu dünyada mı yaşıyorsunuz?
2.
Önce işin mekanizmasına bir
bakalım. Suudi Arabistan Dünya Kupası’nı nasıl aldı? Son Dünya
Kupası, bilindiği üzere, yine Batı dünyasında kaşların epey
kalkmasına ve itirazların dillendirilmesine yol açacak şekilde
Katar’da yapılmıştı. Bu itirazların yankıları bile henüz
kulaklardan silinmeden yeni kupa Suudi Arabistan’a
gitti.
Peki nasıl gitti? Önce şunu
bilmek lazım: Dünya Kupası’nın son düzenlendiği kıta, o
organizasyonu sonraki iki turnuva boyunca alamıyor. Demek ki son
turnuva Katar’da düzenlendiğinden, kupa zaten 2034’e dek Asya’ya
dönmeyecekti.
Suudi Arabistan’ın yolu çok
ilginç bir şekilde açıldı. 2026’daki turnuva, önceden
Meksika-ABD-Kanada ortaklığına gitmişti. Geçen sene de 2030’un
İspanya-Portekiz-Fas ortaklığına gittiği belli oldu. Bu durumda
2034 için denklemden üç kıta birden (Kuzey Amerika, Avrupa ve
Afrika) çıkıyordu. Ama Suudi Arabistan’ın işine yarar bir gelişme
daha vardı. FIFA, beklenmedik bir kararla; 2030, Dünya Kupası’nın
100’üncü yıl dönümü olduğu için, kupanın hayatına ilk başladığı
kıtada, Güney Amerika’da; Arjantin, Uruguay ve Paraguay’da birer
maçla başlamasına karar vermişti. Bu durumda 2034 için Güney
Amerika kıtası da süreçten elenmiş, Asya ve Okyanusya, kupa
düzenlemeye müsait iki kıta olarak yalnız kalmıştı. Üstüne üstlük
adaylık için teklif verme süresi de kısaltılmıştı. Suudi
Arabistan’ın hızlı hareket ettiği bu gündemde, 2034’ü isteyenlerden
Avustralya, hazırlık yapamadığını söyleyip süreçten çekildi. Bu
durumda Suudi Arabistan 2034’e tek aday olarak girdi ve
kazandı.
İşte Suudi Arabistan Dünya
Kupası’nı böyle aldı. İşler bir şekilde öylesine denk geldi ki kupa
neredeyse Suudi Arabistan’ın kucağına güle oynaya
oturdu.
Bu arada, bu satırları okuyanlar
fark etmiştir. Aynı mantık güdüldüğünde, kupa düzenlenen kıtaya
sonraki iki turnuvanın verilmeyeceği hesaplandığında, 2038 Dünya
Kupası için sadece iki aday kalıyor. Kuzey Amerika ve Okyanusya.
Kuzey Amerika’daki üç büyük ülke -Kanada, ABD ve Meksika- zaten
2026’yı düzenlendiğinden, tekrar organizasyon almaları büyük
sürpriz olur. Demek ki 2038 Dünya Kupası, Avustralya’ya şimdiden
“hayırlı olsun” diyebiliriz. (Bunu ortamlarda söyleyerek sükse
yapabilirsiniz, tabii kural değişmezse ve Güney Amerikalılar bence
haklı biçimde “biz 2030’da sadece üç maç oynattık, neden bizi
eliyorsunuz” diye isyan çıkarmazsa…)
3.
Şimdi ilk cümlemize geri
dönelim: Suudi Arabistan, 2034 Dünya Kupası’nı
düzenleyecek.
Bu haber cümlesinin arkasında
başka cümleler, başka haberler gizli demiştim. Bu haber başta
Avrupa, Batı’nın artık dünya ölçeğinde gitgide önemsiz ve alakasız
bir yere dönüştüğü cümlesini gizliyor mesela.
Şöyle bir denklem var: Batı,
evrensel değerleri öne sürerek, Suudi Arabistan (daha önce de
Katar) gibi ülkelerin böylesi prestijli turnuvaları düzenlemelerine
karşı çıkıyor. Makul bir argüman. Ama geçerliliği su götürür bir
argüman. Çünkü defalarca gördüğümüz üzere, bu tür konularda
pazarlık eden, çıkar sağlayan, para kazanan zaten Batılı ülkeler.
Körfez ülkelerinin paraları ve yatırımlarıyla ekonomisini
kurtaranlar Batı ülkeleri; bu ülkelerde iş yapanlar, organizasyon
düzenleyenler, müze açanlar, franchise verenler, uzman hizmeti
götürenler de Batılı. Söyleyemeye gerek var mı, para babalarına
organizasyon üstüne organizasyon veren FIFA’nın esas elemanları da
Batılı.
Bu durumda, hem çıkar sağlayıp
hem de “aa ne ayıp, evrensel değerlere ters işler bunlar” diye
yangın yapmak zevahiri kurtarmaya yetmiyor. Eskiden de yetmiyordu
da Batı bir anlamda dükkânın sahibi de olduğundan kimse ses
çıkaramıyordu. Dünya o dünya değil şimdi. Özellikle Avrupa’nın ne
serveti ne de siyaseti bu cümlelerin arkasında durmaya
yetmiyor.
Dahası Batı’nın evrensel
değerler üstündeki çifte standardı en başta Gazze’de herkesin
zihnine iyice kazınmışken, dünyada hiç kimse kendi vicdanını
Batı’nın seslendirmesine izin vermek istemiyor. Dünyanın geri
kalanı Batı’ya, “senin Suudileri kınayacak halin yok, gerekirse ben
kınarım” diyor.
Tabii bu cümleleri kurarken,
Batı’nın vicdan sahibi insanlarına, halklarına ve tabiri caizse
İspanya, İrlanda gibi nispeten vicdan sahibi ülkelerine ister
istemez haksızlık yapmış oluyoruz. Batı yekpare değil; her durumda
ezileni savunmayı, hukuku çiğneyenin karşısında durmayı kendine
görev bilenler de var. Zaten Batı’da değerlerden halen
bahsedilebiliyorsa, yüzyıllardır her yerde, her durumda fırsat ve
kâr arayan çoğunluk değil, onları dizginlemeye çalışan bu azınlık
sayesinde bahsedilebiliyor. Yollara dökülen halklar,
üniversitelerde barikatlar kuran gençler ve meclislerinden karar
çıkartmaya çalışan parlamenterler de olmasaydı, Batı’nın o çok
kınadığı Çin’den, Rusya’dan ve Körfez ülkelerinden herhangi bir
farkı zaten kalmayacaktı. Şu an Batı büyük ölçüde, neoliberalizmle
teknolojinin birlikteliğinin hâkim olduğu, gelir uçurumunun giderek
büyüdüğü, faşist eğilimlerin arttığı ve birbiri ardına meclisleri,
başkentleri ele geçirdiği tatsız tuzsuz bir atmosferden ibaret.
Antik Yunan medeniyetiyle doğan, Aydınlanma ile ilerleyen, Sanayi
Devrimi’yle dünyayı ele geçiren o yapı sahiden yaşıyor
mu?
Yaşıyorsa da pek hükmü yok.
Suudi Arabistan parayı bastırınca onu da susturuyor.
4.
Medeniyetlerin doğumu ve ölümü
üzerine epey kafa patlatmış olan İbn Haldun (1332-1406), İslam’ın
Avrupa’daki son kalesi Granada’daki günlerinde, Avrupa’da
üniversiteler giderek yaygınlaşırken, onların Mağrip’te tam tersine
azaldığını görür. Bilim, Frenkler arasında süratle gelişiyordur.
Tüm bunlar elbette merakı, denizciliği ve donanmaları da
etkiliyordur. Hikâyenin sonrasını biz biliyoruz ama İbn Haldun,
bunun bilinmediği bir dönemde, güç henüz İslam ülkelerindeyken,
medeniyetler arasında bir devir teslim olduğunu isabetle tespit
etmiştir. (Bununla ilgili Le Monde’daki bir yazı burada).
İbn Haldun, medeniyetlerin
çökerken birlik ve dayanışma duygusunu kaybettiğini söyler.
Neoliberalizmin fikren harap ettiği Batı’da, birlik ve dayanışma
duygusunun küçük gruplar haricinde çoktan gittiğini biliyoruz.
Kültürel dinamizm ve buluşlar da şu an Batı’dan soruluyor
diyemeyiz.
Sorulmuyor da
zaten…
Bu durumda haber cümlesi son
derece yerinde: Suudi Arabistan 2034 Dünya Kupası’nı
düzenleyecek…