İbn Haldun ve 2034 Dünya Kupası

İbn Haldun, İslam’ın Avrupa’daki son kalesi Granada’daki günlerinde, Avrupa’da üniversiteler giderek yaygınlaşırken, onların Mağrip’te tam tersine azaldığını görür. Bilim, Frenkler arasında süratle gelişiyordur. Hikâyenin sonrasını biz biliyoruz ama İbn Haldun, güç henüz İslam ülkelerindeyken, medeniyetler arasında bir devir teslim olduğunu isabetle tespit etmiştir. Peki bunun Suudi Arabistan’a Dünya Kupası verilmesiyle ilgisi nedir?

Yenal Bilgici yenalbilgici@gmail.com

1.

Suudi Arabistan, 2034 Dünya Kupası’nı düzenleyecek. 

Tek başına bu cümle bir haber cümlesi. Ama bunun arkasında bin tane başka haber var. En önemlisi de bu cümlenin çok gizli bir yerinde, dünyanın çoktan eski dünya olmaktan çıktığının haberi var. 

Bugün Batı gazetelerini taradığınızda, İngilizcede, Almancada, Hollandacada, Fransızcada, İspanyolcada, şöyle bir cümlenin defalarca kurulduğunu göreceksiniz: İnsan hakları karnesi son derece kötü olan Suudi Arabistan’a nasıl Dünya Kupası verildi? 

Bu soruyu, retorik de olsa, sahici gazeteci merakıyla sorup cevaplayanları ve türlü riyakârlığı her defasında afişe edenleri bir kenara ayırarak söylüyorum: Kupanın Suudilere veriliş gerekçesini, Nasrettin Hoca fıkrası okumuş ilkokul çocuğu bile biliyor: Parayı veren düdüğü çalar… Bu soru cümlelerini kuranlar da cevabı biliyor ya, herhalde safa yatmayı da seviyorlar. Değişen bozulan kirlenen dünyamız içinde böylesi saflık böylesi masumluk böylesi temizlik belli ki hoşlarına gidiyor ve yine belli ki bu duruş en azından bir ölçüde işe yarıyor. 

Ya da cevabı sahiden bilmiyorlar. Bu da bizi bir başka soruyla karşı karşıya getiriyor: Siz sahiden bu dünyada mı yaşıyorsunuz?

2.

Önce işin mekanizmasına bir bakalım. Suudi Arabistan Dünya Kupası’nı nasıl aldı? Son Dünya Kupası, bilindiği üzere, yine Batı dünyasında kaşların epey kalkmasına ve itirazların dillendirilmesine yol açacak şekilde Katar’da yapılmıştı. Bu itirazların yankıları bile henüz kulaklardan silinmeden yeni kupa Suudi Arabistan’a gitti. 

Peki nasıl gitti? Önce şunu bilmek lazım: Dünya Kupası’nın son düzenlendiği kıta, o organizasyonu sonraki iki turnuva boyunca alamıyor. Demek ki son turnuva Katar’da düzenlendiğinden, kupa zaten 2034’e dek Asya’ya dönmeyecekti. 

Suudi Arabistan’ın yolu çok ilginç bir şekilde açıldı. 2026’daki turnuva, önceden Meksika-ABD-Kanada ortaklığına gitmişti. Geçen sene de 2030’un İspanya-Portekiz-Fas ortaklığına gittiği belli oldu. Bu durumda 2034 için denklemden üç kıta birden (Kuzey Amerika, Avrupa ve Afrika) çıkıyordu. Ama Suudi Arabistan’ın işine yarar bir gelişme daha vardı. FIFA, beklenmedik bir kararla; 2030, Dünya Kupası’nın 100’üncü yıl dönümü olduğu için, kupanın hayatına ilk başladığı kıtada, Güney Amerika’da; Arjantin, Uruguay ve Paraguay’da birer maçla başlamasına karar vermişti. Bu durumda 2034 için Güney Amerika kıtası da süreçten elenmiş, Asya ve Okyanusya, kupa düzenlemeye müsait iki kıta olarak yalnız kalmıştı. Üstüne üstlük adaylık için teklif verme süresi de kısaltılmıştı. Suudi Arabistan’ın hızlı hareket ettiği bu gündemde, 2034’ü isteyenlerden Avustralya, hazırlık yapamadığını söyleyip süreçten çekildi. Bu durumda Suudi Arabistan 2034’e tek aday olarak girdi ve kazandı.  

İşte Suudi Arabistan Dünya Kupası’nı böyle aldı. İşler bir şekilde öylesine denk geldi ki kupa neredeyse Suudi Arabistan’ın kucağına güle oynaya oturdu. 

Bu arada, bu satırları okuyanlar fark etmiştir. Aynı mantık güdüldüğünde, kupa düzenlenen kıtaya sonraki iki turnuvanın verilmeyeceği hesaplandığında, 2038 Dünya Kupası için sadece iki aday kalıyor. Kuzey Amerika ve Okyanusya. Kuzey Amerika’daki üç büyük ülke -Kanada, ABD ve Meksika- zaten 2026’yı düzenlendiğinden, tekrar organizasyon almaları büyük sürpriz olur. Demek ki 2038 Dünya Kupası, Avustralya’ya şimdiden “hayırlı olsun” diyebiliriz. (Bunu ortamlarda söyleyerek sükse yapabilirsiniz, tabii kural değişmezse ve Güney Amerikalılar bence haklı biçimde “biz 2030’da sadece üç maç oynattık, neden bizi eliyorsunuz” diye isyan çıkarmazsa…)

3.

Şimdi ilk cümlemize geri dönelim: Suudi Arabistan, 2034 Dünya Kupası’nı düzenleyecek. 

Bu haber cümlesinin arkasında başka cümleler, başka haberler gizli demiştim. Bu haber başta Avrupa, Batı’nın artık dünya ölçeğinde gitgide önemsiz ve alakasız bir yere dönüştüğü cümlesini gizliyor mesela.

Şöyle bir denklem var: Batı, evrensel değerleri öne sürerek, Suudi Arabistan (daha önce de Katar) gibi ülkelerin böylesi prestijli turnuvaları düzenlemelerine karşı çıkıyor. Makul bir argüman. Ama geçerliliği su götürür bir argüman. Çünkü defalarca gördüğümüz üzere, bu tür konularda pazarlık eden, çıkar sağlayan, para kazanan zaten Batılı ülkeler. Körfez ülkelerinin paraları ve yatırımlarıyla ekonomisini kurtaranlar Batı ülkeleri; bu ülkelerde iş yapanlar, organizasyon düzenleyenler, müze açanlar, franchise verenler, uzman hizmeti götürenler de Batılı. Söyleyemeye gerek var mı, para babalarına organizasyon üstüne organizasyon veren FIFA’nın esas elemanları da Batılı.

Bu durumda, hem çıkar sağlayıp hem de “aa ne ayıp, evrensel değerlere ters işler bunlar” diye yangın yapmak zevahiri kurtarmaya yetmiyor. Eskiden de yetmiyordu da Batı bir anlamda dükkânın sahibi de olduğundan kimse ses çıkaramıyordu. Dünya o dünya değil şimdi. Özellikle Avrupa’nın ne serveti ne de siyaseti bu cümlelerin arkasında durmaya yetmiyor. 

Dahası Batı’nın evrensel değerler üstündeki çifte standardı en başta Gazze’de herkesin zihnine iyice kazınmışken, dünyada hiç kimse kendi vicdanını Batı’nın seslendirmesine izin vermek istemiyor. Dünyanın geri kalanı Batı’ya, “senin Suudileri kınayacak halin yok, gerekirse ben kınarım” diyor.

Tabii bu cümleleri kurarken, Batı’nın vicdan sahibi insanlarına, halklarına ve tabiri caizse İspanya, İrlanda gibi nispeten vicdan sahibi ülkelerine ister istemez haksızlık yapmış oluyoruz. Batı yekpare değil; her durumda ezileni savunmayı, hukuku çiğneyenin karşısında durmayı kendine görev bilenler de var. Zaten Batı’da değerlerden halen bahsedilebiliyorsa, yüzyıllardır her yerde, her durumda fırsat ve kâr arayan çoğunluk değil, onları dizginlemeye çalışan bu azınlık sayesinde bahsedilebiliyor. Yollara dökülen halklar, üniversitelerde barikatlar kuran gençler ve meclislerinden karar çıkartmaya çalışan parlamenterler de olmasaydı, Batı’nın o çok kınadığı Çin’den, Rusya’dan ve Körfez ülkelerinden herhangi bir farkı zaten kalmayacaktı. Şu an Batı büyük ölçüde, neoliberalizmle teknolojinin birlikteliğinin hâkim olduğu, gelir uçurumunun giderek büyüdüğü, faşist eğilimlerin arttığı ve birbiri ardına meclisleri, başkentleri ele geçirdiği tatsız tuzsuz bir atmosferden ibaret. Antik Yunan medeniyetiyle doğan, Aydınlanma ile ilerleyen, Sanayi Devrimi’yle dünyayı ele geçiren o yapı sahiden yaşıyor mu? 

Yaşıyorsa da pek hükmü yok. Suudi Arabistan parayı bastırınca onu da susturuyor.

4.

Medeniyetlerin doğumu ve ölümü üzerine epey kafa patlatmış olan İbn Haldun (1332-1406), İslam’ın Avrupa’daki son kalesi Granada’daki günlerinde, Avrupa’da üniversiteler giderek yaygınlaşırken, onların Mağrip’te tam tersine azaldığını görür. Bilim, Frenkler arasında süratle gelişiyordur. Tüm bunlar elbette merakı, denizciliği ve donanmaları da etkiliyordur. Hikâyenin sonrasını biz biliyoruz ama İbn Haldun, bunun bilinmediği bir dönemde, güç henüz İslam ülkelerindeyken, medeniyetler arasında bir devir teslim olduğunu isabetle tespit etmiştir. (Bununla ilgili Le Monde’daki bir yazı burada).

İbn Haldun, medeniyetlerin çökerken birlik ve dayanışma duygusunu kaybettiğini söyler. Neoliberalizmin fikren harap ettiği Batı’da, birlik ve dayanışma duygusunun küçük gruplar haricinde çoktan gittiğini biliyoruz. Kültürel dinamizm ve buluşlar da şu an Batı’dan soruluyor diyemeyiz. 

Sorulmuyor da zaten… 

Bu durumda haber cümlesi son derece yerinde: Suudi Arabistan 2034 Dünya Kupası’nı düzenleyecek…

Tüm yazılarını göster