Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 21 Temmuz Pazar günü öğle saatlerinde, iç dökme ifadesi mi, birilerine mesaj mı olduğu anlaşılamayan, ilginç bir tweet attı. Şöyle dedi Kalın: “Kötülükle mücadele ederken kötüleşmemek bireylerin ve toplumların büyük imtihanıdır. Canavarla mücadele ederken canavarlaşmamak, esas gayedir. Düşmanla mücadele bahanesiyle kötülüğün sıradanlaştırılması, insanların kendilerine yapabileceği en büyük kötülüktür.”
Meraklandım, “Kime söylüyorsunuz bunları?” diye sordum Kalın’a. “Ayna karşısında kendi kendinize mırıldanırken, birden, meçhul bir iç kuvvet mi size yazdırıverdi?” Tabiî cevap vermedi. Merakım dallanıp budaklandı.
Belki de internete hangi aygıtla bağlandığını sormalı, aygıtın tipini, yaşını filan öğrenmeye çalışmalıydım. Böylelikle akla ilk gelen soruyu ortadan kaldırabilirdim: İbrahim Kalın bu mesajı vaktiyle yazmış, hemen değil de belirleyeceği tarihte gönderilmesini öngörmüş, gönderme zamanlamasını ayarlarken, diyelim “17 dk” yerine “17 yıl” mı yazmıştı? İnsan bu, yanlış tuşa basar, yanlış rakam yazar...
İktidarın bugünkü yeni otokrasi haline geliş sürecinde her kademede görev yapmış, gık diyenin ıskartaya çıkarıldığı gazap hamlelerine hedef olmamayı başarmış, atı alanın Üsküdar’ı geçtiği oylamayla kudreti elinde toplayan tek adamlık makamının sözcüsü ve özel danışmanı konumundaki kimsenin böyle fantastik hatalar yapmasını beklemeyiz. İbrahim Kalın, zamanında başbakanlık, şimdi cumhurbaşkanlığı katlarında üst düzey görevler (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcılığı) üstlenmiş, “büyükelçi” ünvanı taşıyan bir siyasetçi. Geçenlerde epey tantana koparan gazeteci ve basın kuruluşu gammazlama raporunun hazırlandığı propaganda teşkilatı SETA’nın kurucu başkanı, aynı zamanda. Mesaj gönderme zamanlamasını yanlışlıkla 17 sene sonraya ayarlamış olamaz bence.
Bu sonuca varmak kolay oldu. Fakat şu soruyu cevaplamak hiç de öyle kolay değil: Acaba Kalın neye “kötülük” diyor? Yapılan eylemin, alınan tavrın, söylenen sözün kötülük sayılması için ne olması gerekiyor? Zira mesaj henüz meydana gelmemiş, olması önlenebilecek bir durumdan söz ediyor.
NEYE DENİYOR ÖYLE?
En basitinden başlayalım: Yalan söylemek kötülük mü değil mi? Kabataş’taki üstü çıplak deri pantolonlu adamlardan, “elli kişinin katili Selahattin Demirtaş”a kadar, şu geçtiğimiz on yedi sene boyunca iktidar katından bize söylenen yalanları sıralamaya hiçbirimizin takati yetmez. İbrahim Kalın birilerinin yanı başında dururken söylendi bu yalanlar. Demek kötülük sayılmıyorlar.
Yalan basitti, bu karmaşık: Seçimli, parlamentolu bir sistemde iktidara gelip, türlü dümenler çevirdikten sonra, işi seçim mekanizmasını ortadan kaldırma raddesine getirmek kötülük kapsamına girer mi girmez mi? Seçimi meşru saymak, seçime girmek, ama sonucu beğenmeyince, onu hükümsüz kılmak için toplumu kanlı bir maceraya sürüklemek kötülük müdür? Bir cenazeyi polis aracına bağlayıp galiz küfürler eşliğinde sürüklemek, bunun videosunu çekip yayımlamak kötülük sayılır mı? Ya bir kadının cansız bedenini köpekler yesin diye günlerce sokakta bekletmek? Etraflarını çevirip beklesen bile eninde sonunda yakalanacak insanları bodrumlarda öldürmek? Mahalleleri, semtleri yakıp yıkmak? Sur’daki fecaat? Askerî operasyonda duvarlara ırkçı, aşağılayıcı sloganlar yazılmasına, akıl almaz vahşet ve hakaret içeren mesajların sosyal medyada uçuşmasına herhalde bir nevi psikolojik savaş mantığı içerisinde cevaz vermek, peki, kötülük müdür? Mevzi yapılmak üzere girilen evlerde kadınların çekmecelerini karıştırmak, iç çamaşırlarını ortaya dökmek? “Yapmayın böyle” diyen akademisyenleri okullarından atıp mahkeme mahkeme süründürmek? Öncesi de vardı: 34 köylüyü uçakla bombalamak, sonra da “Silahlı Kuvvetler nasıl ayırt etsin, Ahmet mi Mehmet mi” demek?
250 insanın can verdiği darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak nitelemek, peki, kötülük müdür? Darbe girişimini bahane ederek Olağanüstü Hal ilan edip memleketi tam bir kanunsuzluğa, keyfîliğe sürüklemek? Zâtınız dahil pek çok insanın henüz kısa süre önce gayet yakın ilişkiler içerisinde bulunduğu Fethullahçılarla, darbeyle uzaktan yakından alâkası olmayan, mesleğini seven, iyi çalışan, öğrencilerine faydalı öğretim elemanlarını işsiz, geleceksiz bırakmaya çalışmak? Kafa kadrosunu önceden yurtdışına kaçırmış Fethullahçılara dokunamazken, bu teşkilatla ilişkisi sınırlı, teşkilatın silahlı külahlı işlerini bilse muhtemelen ona yanaşmayacak binlerce insanı süründürmek nasıl, bu kötülük müdür peki? Solcuları bile FETÖ’cü diye işten atmak, yargılamak?
Henüz ekonomiden, çalma çırpma işlerinden, aynı zamanda partinizin gelir kanalı rolü oynayan işadamlarına memleketin peşkeş çekilmesinden, üçüncü beşinci ayda yıllık toplamı harcanan örtülü ödeneklerden, şişire şişire dünyanın birçok devletininkinden büyük hale getirdiğiniz Diyanet bütçesinden, lüks makam odalarından, zeytinlikleri perişan, ormanları imha etmenizden filan söz edemedik. Kötülük der miyiz bunlara?
Emirlerinizle insanların ömürlerini gasp eden, hukuk nâmına ortada zerrecik bırakmayan, tutuklama kararlarıyla yalnız on binlerce insanı mağdur etmekle kalmayan, hepimizi aşağılayan, koca bir ülke nüfusunda hak-adalet duygusu bırakmayan yargı mekanizması, sizce canavarla savaşırken kazaya mı uğramış yoksa sıkıntı yok mu? Bir insanı altı yüz bilmem kaç gün hücreye tıkıp, on altı ayda hazırlanan ve iddianame denemeyecek, saçma sapan bir metne dayanarak güya yargılamak, o arada iddianamedeki herhangi bir suçlama ile ilgili olarak kendisine tek soru sormamak, tahliye talebini matbu cevaplarla reddetmek, onunla beraber birçok insanın üzerine işlemedikleri suçları atmak, devlet mekanizmasını organize iftira üretme makinesi, gazete ve televizyonları kara propaganda imalathanesi haline getirmek… bunlar nasıl? Kötülük denebilir mi bunlara?
İNCELİKLER...
Benim gibi fâniler, gözlerine kötülük gibi gözükenleri sıralarken yoruluyor ve bir süre sonra, araya şunu da katmalıydım, bu da eksik kaldı, diye telaşa kapılıp batağa saplanıyor. Biz, kötülüğün muhatapları, belki de incelikleri ayırt edemiyoruz. Bütün bunların İslâm’ın son kalesini korumak, ümmetin dünya çapındaki derlenişi ve nihayet kavuştuğu lideri etrafında toplanışını temin etmek maksadıyla yapıldığını, asla adaletsiz, zalimâne, keyfî bir iktidarı sürdürmeye yönelik olmadığını, kötülüğün eğer size yarıyorsa kötülük sayılmaması gerektiğini, çünkü Hayrettin Bey’in böyle münasip gördüğünü anlayamıyoruz. Her şeyi yerli yerine oturtamıyoruz. Herkesin size tâbi olmasını hayatın tabiî şartı addeden Hayrettin Bey’in bizzat kötülüğün timsali görülmeyişine ve inandığınız nasıl bir sistemse, buna göre Allah’ın bütün bunları meşru sayıyor oluşuna aklımız yatmıyor.
Hepsini atın bir kenara. Bir toplumun adalet duygusunu yok etmek, arkanıza alacağınızı varsaydığınız kısmını öbür kısma düşman edip toplum olma vasfını ortadan kaldırmak, başlı başına tam teşkilatlı kötülük değilse nedir? Siz farkında mısınız, sokaklarda çöpleri havalandıran saklı şiddet rüzgârının? Değilsiniz. Çünkü o hissedilmez füme camlı, zırhlı makam arabalarının içinden. Üstümüze basarak başka âleme geçtiniz. Kafamıza indirmek için sopalar edindiniz, biber gazıyla kafa buluyor, hayatımızı karartmak için yeni yeni hapishaneler inşa ediyorsunuz.
Bu çeteleyi sürdüremem. Sorumu tekrarlasam... o da pek mânâlı olmayacak. O lafın bizzat İbrahim Bey ve hizmet ettiği veya hizmetindeki kimseler dışında muhatabı yok ki. Ha, bir de hep beraber zehirledikleri. Emek harcamadan, öğrenmeden, paylaşmadan kendilerini doğuştan seçilmiş sayan, yalnız tahakküm kurarak, zulmederek, üstünlük taslayarak tatmin duyabilen, memleketin geleceği için hayırlı hiçbir şey üretemeyecek, donanımı ve malzemesi birbirini tutmayan efsaneler ve ezberlenmiş babalanma metinlerinden ibaret, bunlara rağmen cehaletle küstahlık karışımından imal edilmiş silahlarıyla herkese saldıran bir grup insan.
Yine de sorayım: Ne demek istediniz siz, İbrahim Bey? Kime söylediniz? Şu… büyük imtihan… mâlûm, şeylerle şey olunca bu defa sorular alınamadı belli ki. Başka canavar göremiyoruz biz etrafta. Sonuç fena.