Cumhurbaşkanı Erdoğan, Soçi toplantısı ile ilgili olarak “Siyasi çözüm yolunda ciddi mesafeler aldık. Siyasi çözüm umutları hiç bu kadar filizlenmemişti. Denizi geçtikten sonra derede boğulmamalıyız” dedi.
Erdoğan’ı sanki Suriye’deki yangına körükle giden biz değilmişiz izlenimi veren bu ifadeleri kullanma noktasına getiren ne?
Geçmiş bir yana, Erdoğan’ın bu sözlerini duyanlar Soçi’de iktidarın bütün politikalarının ve bundan sonrası için planlarının tamamen onaylandığını sanır. Böyle bir şey olduğuna dair işaret var mı?
Örneğin “Siyasi çözüm umutları hiç bu kadar filizlenmemişti” diyor Erdoğan. Siyasi çözüm deyince akla “muhaliflerin de” gelmesi lazım. Suriye’de siyasi (silahsız) iç muhalefet içinde yer alan kişi, parti, hareket ve oluşumların çoğunun zaten Şam’da büroları var ve bunların hiçbirisi Erdoğan’ın başbakanlığı döneminden bu yana uyguladığı hiçbir politikayı onaylamıyor, üstelik bazıları Erdoğan’ın desteklediğini düşündükleri silahlı muhalefete karşı birlikler oluşturup savaştılar. Sonuç olarak Erdoğan’ın siyasi süreçte üzerinde konuşacağı ya da destekleyeceği bir muhalefet olmayacağı için söyleyecek sözü de ol(a)mayacak.
Erdoğan siyasi çözüm sözü ile eğer “İstanbul’daki otel muhalefeti” ya da Suudi Arabistan’ın oluşturduğu “umutsuz grubu” kastediyorsa bu “muhalefetin” Suriye sokaklarında hiçbir karşılığı, dolayısıyla bir ağırlığı yok. Geri kalanlar ÖSO ve diğer silahlı çeteler ve bunların siyasi çözüm ile uzaktan yakından alakaları yok.
Bu durumda siyasi çözüm deyince akla sadece Kürtler ve yukarıda kısaca değindiğimiz iç siyasi muhalefet geliyor. Kürtlersiz siyasi çözüm olamayacağına ya da (sonuca ulaşılacak olsa da olmasa da) siyasi çözüm denildiğinde Kürtler akla geldiğine göre Soçi’de ne konuşuldu da Erdoğan “siyasi çözüme yakınız” dedi? Kürtlere bakış açısında bir değişiklik olmadığına göre Erdoğan’ı bu noktaya getiren zorunluluk mu?
Siyasi çözüm denildiğinde Suriye’de bundan sonra Şam – Moskova ve Tahran çizgisi akla gelmeli. Bu süreçte tek düğüm Kürtlerin geleceği konusu ve bu konuda iktidarın etkili olması neredeyse imkansız. ABD’nin Kürtler ile ilgili bundan sonra pratikte ne yapacağı ve Kürtlerin Şam’a, Şam’ın Kürtlere vereceği cevaplar belirleyici olacak. Diğer yandan Türkiye ABD’ye “Kürtleri bize emanet edin” güvencesini vermiş olsa ve ABD bu öneriyi kabul etmiş olsa bile Moskova’nın dediği gibi bu ancak Suriye yönetiminin onayı ile olmak durumunda.
İdlib ise konusu siyasi bir konu olmaktan çok uzak. Rusya’nın her düzeyde ağızdan defalarca yinelediği gibi “terör örgütleri” çerçevesinde ele alınacak bir konu ve burada da askeri çözüm dışında bir seçenek her zaman ağır basıyor.
Süleyman Şah’ın “yeni topraklar bulmak amacıyla” çıktığı, Fırat nehrinde dramatik şekilde değişen yolculuğu öldükten sonra da bitmedi. Mezarı 1236’dan 1973’e kadar günümüzde Rakka il sınırları içinde yer alan Caber Kalesi yakınlarındaydı. 1973’te Esad barajının suları yükselmeye başladığında mezar 85 kilometre uzağa Fırat nehri kıyısına, 2015’te ise şimdiki yerine, Türkiye sınırındaki Eşme’ye taşındı.
“Denizi geçtikten sonra derede boğulmayalım” diyen Erdoğan’ın dış politika yolculuğu Süleyman Şah’ı hatırlatıyor.
Erdoğan da Ahmet Davutoğlu’nun dış politika aklı ile hareket edip Washington’ın Suriye seferine “eski muhteşem günlere dönüş” hedefi ile katılmıştı ancak yolun sonunun Soçi olacağını hesaplayamadı.
Riyad ile ilişkilerin iyi olduğu, Suriye’de pastadan düşecek payın hesaplandığı günlerde İran’a bir savaş açmadığı kaldı ancak Soçi’de Ruhani ile aynı masaya oturdu.
“Esad halkını katleden bir diktatördür” derken, oluşmasına kendisinin de büyük katkıda bulunduğu şartlar şimdilerde kendisini Şam’a dönmeye zorluyor.
Erdoğan’daki bu değişimde “eski dostları” ile yaşadığı sorunların yanında Kürtler ile ilgili hesaplayamadığı gelişmelerin meydana gelmesinin etkisi büyük. Kürtler nelere kadirmiş! Erdoğan’ı yakında BAAS politikalarını överken görürsek şaşırmayalım.
Süleyman Şah çok yerler gezmişti ancak Fırat’ı geçememişti. Durum tamamen normalleşince şimdilerde bulunduğu Eşme’den Fırat kıyısındaki eski yerine, yani Suriye’nin içlerine dönecek.
Tarihin cilvesi dedikleri bu olsa gerek. Türkiye’nin son dönemdeki dış politikası da çok yer gezdi, çok partner değiştirdi ama gelip Fırat’a takıldı.
Davutoğlu icadı, Erdoğan tenfizi dış politikamızın yolculuğu Süleyman Şah’ın yolculuğuna ne kadar da benziyor.