Bir yaşam öyküsünden kaç ders çıkarılabilir ve bu çıkarımlarla kaç ayrı politik düzenleme yapılır, yapılmalıdır, yapılmıştır? Büşra Cebeci’nin röportajında yer alan Sevda’nın hayatına dair kesitler, ülkemizin kadın gerçeğini bir kez daha gözden geçirmeye yöneltiyor, hepimizi. Ve bu gerçeklikten yola çıkılarak üretilmiş politikalarla getirilen kanuni düzenlemeleri anlamaya tabii ki. Son yıllarda kadın karşıtı grupların kampanyalarıyla “üretilen sanal sorunlar” bir de bu röportaj eşliğinde düşünülmeli. İktidarca beslenen kadın karşıtı grupların, üreterek ülke gündemine egemen kılmaya çalıştığı sanal sorunlar, dikkatli gözlerden kaçmadığı üzere son bir buçuk, iki aydır pek konuşulmuyor. Seçim atmosferiyle ilişkili olarak tıpkı fallussantrik din yorumcuları gibi susturuldukları, kolayca tahmin edilebilir. Başta Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi olmak üzere iktidar cenahından gelen komutla susturulabilmeleri, öncesinde kampanyalarına direktifle başladıklarını da aşikar ediyor. Oy hesabıyla, insan hayatlarının hallaç pamuğu gibi savruluşuna tanıklık etmek için irdelemeliyiz, Sevda'nın hayatını. Röportajı okuyanlar, Medeni Kanunun 175'inci maddesinde yer alan “süresiz” ibaresinin ne kadar yerinde bir tedbir olduğunu görebilir. Nafaka hakkındaki asıl sorunun tahsil edilemeyişi olduğunu da. Can güvenliği endişesiyle pek çok kadının tıpkı Sevda gibi nafaka hakkını kullanmadığı da ortaya çıkıyor. Mağdur babalar adıyla ortaya çıkıp, çocukla kişisel ilişki geliştirme hakkı konusunu gündeme taşıyanların, bu hakkı nasıl çocuk ve kadın aleyhine kullandığını da açıklıyor Sevda’nın yaşadıkları. Neden “icralık çocuk” haberlerinin arka planını düşünmemiz gerektiğini de görebilirsiniz. Bense bu yazıda, röportajın hiç değinmediği bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Hayatındaki şiddeti anlatıyor Sevda neden nafaka istemediği bilgisini verirken. Ancak şiddetle mücadele mekanizmalarından hiç söz etmiyor.
Sevda evliliklerinin ilk haftalarından itibaren gördüğü şiddetin, çocuğunun doğumuyla da aynen sürüp bebeği de hedef alır hale geldiğini anlatırken ailelerin desteğinden de mahrum kaldığını açıkça söylüyor. Kocasının ailesi “neden bu kadar dövüyorsun, ölüp elinde kalacak” tepkisiyle karşılıyor, erkek şiddetini. Şiddet gören kadın ve çocuğun hayatından daha önemli şiddet faili erkeğin hapis yatma ihtimali. Ki bu tipik erkek tarafı refleksi olarak çok yaygın ülkemizde… Sevdanın ailesi de benzer tepkiler veriyor. Bilindik kız tarafı yaklaşımını sergiliyorlar. Her evde olur demelerle, arada çocuk var, sabret demelerle, şiddete boyun eğmeye mecbur ediliyor, Sevda, pek çok kadın gibi. Yıllarca böyle yaşadıktan sonra aldığı ayrılma kararını da uygulayamayıp sığındığı anne evinden tekrar koca evine dönmeyi tek seçenek olarak görmüş.
KADIN SIĞINMA EVLERİ
Röportajda hiç kadın sığınma evi geçmiyor ve ilk dikkatimi çekmesi gereken tam olarak bu. Sevda, neden sığınma evine, devlet korumasına baş vurmak istememiş sorusuyla tekrar okuyorum. Yok böyle bir girişim. Gerçekten Sevda, devletin ve toplumun kendisine karşı koruma yükümlülüğü taşıdığını düşünememiş bile. Biz toplum olarak Sevda’ya ve onun durumundaki milyonlarca kadına korunacağı yönünde güven vermemişiz. Sevda’nın yaşadıkları, kadınların hiç yabancısı değil ve bütün dünyada erkek şiddetine karşı geliştirilmiş politikalar üzerine kurulmuş bir sığınma evi gerçeği var. Kadın hareketinin ısrarla yürüttüğü sığınma evi politikası, böylesi yaşanmışlıklara karşı alınabilecek ilk ve vazgeçilmez tedbir oluşundan. Kendi ailesinden yeterli desteği göremeyen, kocasının ailesinde şiddeti önleme çabası bulamayan kadınların kendi evlerinde ve kendi başına erkek şiddetinden kurtulma şansı kalmadığında toplum tarafından korunması, alınan derslerle üretilmiş koruma politikasının sonucu, sığınma evleri. Sevda’nın hayatındaki şu kesiti milyonlarca kadın yaşadığı için şiddet gören kadınları kurtaracak bir mekanizma olarak sığınma evleri kuruldu. Sığındığı anne evinde, baba ocağında istenmediğini anlayınca içine düştüğü çaresizliği şu sözlerle anlatır Sevda:
“O evde kalamayacağım belli olmuştu. Çocuğumu başka insanların hayatına yama yapmaya hakkım yoktu. Ne yapacaktım peki? Ayrı eve mi çıkacaktım köyde? Ne yiyip ne içerdim? Kasabaya gitsem kim bana iş, ev verirdi? İş bulup, ev tutsam bile ailem bunu asla kabul etmezdi, adım kim bilir nelere çıkardı. O zaman, ‘Bu benim kaderim’ dedim ve kocamın evine geri döndüm”.
Evinde kocasından şiddet gören kadınların ve yanı sıra çocukların içine düştüğü kırk katır mı kırk satır mı açmazına çare üreten tek yer sığınma evi. Kadınlara şiddet karşısında çaresiz olmadığını söylemenin politik düzlemdeki karşılığı, sığınma evi. Bugün nafaka karşıtlarını, kadına velayet verilmesini, mal rejimini hatta kadının boşanma kararı alma hakkını yok etmek isteyenleri destekleyen, besleyen iktidar, çok yıllar önce sığınma evlerine itirazla başlamıştı işe. Adı değiştirilmişti önce. Konuk evi yapmışlardı, kadın sığınma evlerinin ismini. Kadınlara “şiddet senin kaderin değil, çaresiz ve kimsesiz değilsin” mesajı vermek yerine “misafireten” gidilecek yer imajı çizen bu isimle içi boşaltılmış kavramlardan birisi oluverdi sığınma evi. Kamu kaynaklarıyla beslenen, iktidarca seçili örgütlerin rant ile desteklenmesi yoluyla işgal edilmiş sivil alanın ürünü dernek ve vakıflar yardımıyla sürdürüldü sığınma evi karşıtlığı. Kadın sığınma evlerine genelev muamelesi yapılarak istenmez hale getirildi. AB fonlarıyla karşılanan büyük bütçeli projelerin sonunda “kadınlar konuk evlerine gitmek istemiyor” cümlesiyle özetlenen raporlar yazıldı. Kadın sığınma evi, şiddetle mücadele kanununda yer aldığı halde sayı ve kapasite yönünden güçlendirilmez oldu bu kabil raporlara dayanılarak. Yani önce sığınma evi karşıtı politika belirlenip sonra bu politikayı destekleyecek projeler yaptırıldı. Böylelikle son yıllarda ülkemizde sığınma evleri hiç konuşulmaz hale geldi.
Nitekim bir yerel seçim geldi geçti ve hiçbir adayın, partinin söyleminde sığınma evi açma, sayısını arttırma, kalitesini yükseltme, kapasitesini güçlendirme vaatleri duymadık. Kadınları ev içinde gördükleri şiddet karşısında çaresiz bırakmayacak yerel yönetim politikalarına yönelinmedi. Hayatın içindekiler politikaya yansımadığı gibi bir kadının yaşam, şiddet ve nafaka öyküsüne bile yansımayabiliyor. Her yönüyle kıymetli bu röportajın, Sevda’nın yalnızlığa terk edilmesi demek olan kadın sığınma evlerinin bakanlık tarafından adeta atıl hale getirilişini bize anlatması da çok önemli. Sığınma evlerini yaygınlaştırmak yönünde kanunun verdiği sorumluluğu iktidar yerine getirse o şiddet dolu yıllar, beş yaşındaki çocuğun babası tarafından adeta idam sehpasına çekilişi, beş katlı binanın çatısından elleri ve ayakları bağlı sarkıtılıp ölüme yollanmak istenişi hiç yaşanmayabilirdi. Aile kutsayıcıları ve iktidar, Sevda ve çocuğu özelinde çok sayıda kadın ve çocuğu şiddet karşısında çaresiz, kimsesiz bıraktıklarını idrak etmekten çok uzaklar. Çünkü sığınma evi açmak rant üretmiyor.