Pozitif bilimlerle sosyal bilimlerin birbirlerinden öğrendikleri ve bu öğrendiklerini kendi disiplinleri üzerinden yorumladıkları konuların hacmi azımsanmayacak büyüklüktedir. Pozitif bilimlerin, tekrarlanma, ispat ve nicelik ağırlıklı yapısı sonucu üretilen bilgiler, sosyal bilimlerde kimi zaman şeylerin anlaşılmasına yönelik kavramsallaştırılabiliyor. Aslında pozitif bilimciler bunun tersini daha çok yapıyor. Ben de mühendis kimliğimle zaman zaman bu kervana katılanlardanım. Örneğin termodinamiğin kanunlarının, sosyal olayların oluşum ve gelişimini anlamak açısından yorumlanması sık yaptığımız ve sevdiğimiz bir şeydir.
Bu yazının meramını da benzer bir yaklaşımla açıklamaya çalışayım. Pek çok mühendislik eğitiminin temel dersleri arasında malzeme, mukavemet, statik, dinamik, termodinamik, kütle transferi, ısı transferi, akışkanlar mekaniği gibi konular yer alır. Bu derslerde fizik, kimya, matematik bilimleri ışığında, ele alınan konuların neden ve nasıl gerçekleştiği aktarılır. Mukavemet derslerinde malzemelerin dayanım sınırlarını ve nereye kadar zorlanacaklarını öğrenirsiniz. Metallerin akma sınırlarını öğrenmek bina yaparken de işinize yarar, kap kacak yaparken de. Kritik basıncını ve sıcaklığını aşmış bir sıvının basınç altında tutulamayacağını öğrenmek, basınçlı kap tasarımında, kullanımında rehberiniz olur. Bir alevlenir sıvının tutuşabilmesi için patlama sınırları içinde olması gerektiğini bilmek, mesela otomobil tasarlarken işinize yarar. Basıncın, sıcaklığın, sürtünmenin, yoğunluğun, hızın hep bir kritik eşiği olduğunu ve bu eşiğin aşılmasının normal şartlardan sapma yaratacağını, kimi zaman sistemi kaosa sürükleyeceğini öğrenirsiniz. Kısaca pozitif bilim çıktılarını kullanan mühendislik gibi disiplinler, verili sınırlar içinde kalarak ve kritik eşikleri aşmadan optimumu yakalamakla uğraşır. Bu uğraşı, hayata karşı bir düşünce biçimi de geliştirir elbet.
Şeylerin anlaşılmasında bu düşünce biçimi çoğunlukla çalışmazsa da bir yaklaşım sağladığı anlar, durumlar olabiliyor. ÖTV gibi değişik bir konuya da bu mercekten bakmak mümkün belki. Zira bu sıralar içki üreten, satan ve tüketenlerde endişeli bir bekleyiş hakim. Çünkü her yılın ocak ve temmuz aylarında ÖTV "ayarlaması" yapılıyor. Bu yılın ocak ayında ÖTV’ye zam yapılmamıştı. Bu karar sektörde olumlu karşılık buldu derken yakalandığımız korona salgını nedeniyle açık içki noktalarının kapanmasıyla, sektör ciddi bir küçülme yaşadı. Geçen yılın ocak-nisan dönemine göre toplam küçülme yüzde onlara yaklaştı. Ocak ayında ÖTV’ye zam yapılmamasına rağmen, ÖTV gelirlerinde de yüz milyon lirayı bulan bir azalma var.
AB mevzuatıyla uyum süreci sonucu, özellikle yüksek alkollü içkilere ve sigaraya bindirilen vergi artık katlanılamaz boyuta ulaştı. Evet sigara, içki, otomobil, cep telefonu gibi vergiye tabi ürünlerin fiyatı ne olursa olsun bunu rahatlıkla karşılayacak bir kesim hep olacak sınıflı toplumlarda. Buna karşın toplumun çoğunluğu artık bu ürünlere erişemez durumda. Eş dostla bir akşam yemeğinde iki kadeh eşliğinde bir araya gelmek kadar sıradan bir olay bütçede gedik değil, krater açan bir etkinlik halini aldı. Temmuz ayında gelmesi beklenen zamlarla birlikte, tüketim bir tercih olmaktan çıkacak ve yasal yollardan içkiye erişememe gerçeği perçinlenecek.
Günah vergileri adı verilen bu formülü pek çok devlet deniyor ancak kantarın topuzu bizdeki kadar ağır değil. Devletler vatandaşlarının sağlık açısından zararlı bu ürünleri tüketmemesi ya da daha az tüketmesi ve sosyal sisteme yük olmaması için günah vergilerini yüksek tutuyorlar. Bizdeyse durum gelir kalemi olarak algılanmaktan öteye gitmiyor. İşin içine, devleti yönetenlerin ideolojik olarak alkol karşıtlığının da girmesi bu topuzu gün geçtikçe ağırlaştırıyor.
Peki böyle oluyor diye alkol tüketiminde radikal bir düşüşten bahsetmek mümkün mü? Elbette hayır. Resmi satış rakamlarına yansımayan kayıt dışı bir alan var ve her geçen gün büyüyor. Tarımsal etil alkolden yılda on, on iki milyon litre arasında rakı tüketildiği tahmin ediliyor. Korona sürecinin geçici etkisini dikkate almazsak, düzenli bir artış gözle görülür bir gerçek. Görünen başka bir gerçek de gelecek zamlarla birlikte tarımsal etil alkolden yapılan içkilerin tüketiminde artış olacağı. Bu iki anlama geliyor. Birincisi bu durumdan devletin ciddi bir vergi kaybı söz konusu, ikincisi mafyatik bir sektör oluşumu sonucu, insanların ölümle sonuçlanacak denli sağlıklarının bozulması. Öte yandan kronik sağlık etkilenmelerinin yaratacağı sosyal maliyet, günah vergileriyle öngörülen faydadan daha fazla bir fatura çıkaracak hepimize. İçki firmaları toplumdaki fakirleşmeyi gördükleri için rakı benzeri anasonlu içecekleri piyasaya sürmeye başladı. Bu durum aynı zamanda yüzlerce yıllık kadim rakı kültürünü zedeleme potansiyeli barındırıyor.
Yazının başına dönersek, bu alanda optimum sınırlar içinde kalmak tercih edilmezse, kritik eşik aşılmak üzere. Bu eşik aşıldıktan sonra bozulan dengelerin yerli yerine oturtulması ise bir hayli meşakkatli bir süreç. Yasal yollardan içki üretmeye, satmaya ve bunu vergilendirmeye devam etmek isteniyorsa, toplumun fay hatlarında ısınan bu konu, kritik sıcaklığını aşmadan soğutulmalıdır. Hem toplum sağlığı, hem siyasi boyutu hem de vergi gelirlerinin kaybı açısından sistemi kaosa sürüklemenin kimseye faydası dokunmayacak. Ben karar vericilerin yerinde olsam, kısa vadeli düşünmekten vazgeçer ve içkiye uzunca bir süre zam yapmazdım.