İdam hükümlüsünden can kurtaran yaratmak

Bugün başlı başına kriz olarak kendini dayatan afet yönetme iradesizliğinin, beceriksizliğinin ya da negatif irade ve negatif beceriler karşısında radikal iradenin, insan ve hayat odaklı inisiyatifin hangi mucizeleri yaratabileceğinin de öyküsü Yiğit Okur’unki.

Zeki Coşkun zekicoskun@gmail.com

“Bazı insanlar iki kez doğar. Ben onlardanım.”

Osman bugün 12 yaşında, Mehmet Ali 26, Mustafa 34, üçü de ileriki yıllarda öykülerini anlatırken söze muhtemelen böyle başlayacak: "Bazı insanlar iki kez doğar. Ben onlardanım.”

Hakları var. Üçü de Antakya’da büyük yıkımın 12. gününde enkazdan sağ çıkarılıp aramıza döndüler. Osman kurtarıldığında depremin üstünden tam 260 saat geçmişti, diğerlerine ise 261. saatte ulaşıldı. Kahramanmaraş’ta 248. saatte yıkıntıların arasından çıkarılan 17 yaşındaki Aleyna da madencilerin ellerinde ikinci doğumunu anlatacak…

"Mucize" kabilinden birkaç isim daha ekleyebiliriz bunların yanına. Çoluk çocuk, genç yaşlı on binlerce kaybın yanında teselli niyetine birkaç mucize.  

Aslına bakılırsa, Kahramanmaraş’tan çevredeki on ile yayılan 6 Şubat 2023 depreminde enkaz altından çıkan, çıkarılan her hayat mucize, her biri ikinci doğum. Binaların çoğunluğu çürük çarık ve tüm uzmanların "kritik" olarak nitelediği ilk 48 saatte neredeyse hiçbir profesyonel müdahale yok. Bu da afeti felakete, ölümü mukaddere, hayatta kalmayı mucizeye taşıyor.

Yıkıntılar arasında dimdik kalan, camı bile çatlamayan yapılar örneğinde olduğu gibi enkaz altından mucize kurtuluşları da yine insanlar yaratıyor… Mucizeleri de, felaketleri de.

Yazının başına aldığım tümcelerin gerçek sahibi Yiğit Okur’un 1939 Erzincan depremine uzanan öyküsü bunun somut örneği. Bugün başlı başına kriz olarak kendini dayatan afet yönetme iradesizliğinin, beceriksizliğinin ya da negatif irade ve negatif beceriler karşısında radikal iradenin, insan ve hayat odaklı inisiyatifin hangi mucizeleri yaratabileceğinin de öyküsü Yiğit Okur’unki. Onunla benzer kurtuluşlar, mucizelerle hayata kazandırılan yüzlerce, belki binlerce isimsiz kader ortağının yazgılarına erken Cumhuriyet dönemiyle 100. yılı karşılaştırma yönünden bakılabilir.

Bazı insanlar iki kez doğar. Ben onlardanım. Yaşam benim için, her tarafın soğuktan buz tuttuğu bir aralık gecesi, sabaha karşı bitmiş olmalıydı. Beş yaşındaydım. Yıllardan 1939, aylardan aralık. 8 şiddetinde bir deprem, bütün Erzincan Ovası’nı yerle bir etmişti. O anda yıkılan evlerin altında ölüme terk edilmiş binlerce insandan biri de bendim.

Uluslararası üne, ödüle sahip hukukçu, gençlik yıllarında Cep Tiyatrosu’nun kurucusu, 65’inden sonra yine ödüllü yazar, 15 yıla 13 yapıt sığdıran Yiğit Okur, böyle başlıyor anılarına. Onu hayata taşıyan ise bir idam hükümlüsü, katil:

Adam öldürme suçundan, idam cezasına çarptırılıp cezası henüz infaz edilmemiş bir hükümlü, o gece elindeki kazmayla, sabaha karşı bir ev yıkıntısına vura vura açtığı delikten, başka birini öldürmüş ellerini uzatınca, benim çocuk bedenimi buldu.

***

       Beni ağır ağır çekti enkazın altından, dışarı çıkardı. Sonra kucağına alıp ayağa kalktı.

 Çocuk başımı omuzuna dayadım. Ceketi ıslaktı, ter ve tütün kokuyordu. Bu kokuyla aramdaki uzaklık, yetmiş yılı aşkın. Ama hâlâ belleğimde. Genç bir adam olmalıydı. Ne adını bildim, ne yüzünü. Konuşmadım, konuşmadı. Tuğla, kerpiç, kırılmış tahta ve marsık yığınlarından oluşmuş bir moloz tepeciğini, düşe kalka indik, yere vardık.

***                

Mahkûm yere çömeldi, oturmadı. Beni, dizleriyle gövdesi arasına aldı. Çok genç olmalıydı. Hiç konuşmadı. Konuşmadım. Öyle durduk. Ceketi ıslak, ter ve tütün kokuyordu. Gökyüzünün siyahını koca kızıl alevler yalıyor, Erzincan yanıyordu.

***

27 Aralık 1939 Erzincan depremi bugünkülerin anası. Bugünkü gibi 11 ili etkilemişti. En büyük yıkım ve ölüm merkez üssünde, Erzincan’daydı. Gar binası dışında hemen tüm şehir yıkılmış, 32.968 kişi hayatını kaybetmişti.

Yiğit Okur ve kentteki tek mahkemenin tek yargıcı olan babası dahil yüzlerce, binlerce insan ise kimi hırsız, kimi eşkıya, kimi katil… En hafifi yaralama vb. suçlardan hükümlü 241 mahkum tarafından kurtarılmıştı.

Yiğit Okur


Buralardan Geçip Giderken
adıyla yayımladığı anılarında Okur, "Babam da enkazın altından mahkûmların yardımıyla çıkarılmıştı" diyor. “Konuşmuş muydu onlarla? Bilmiyorum. Hapse mahkûm ettiği adamların, hayatını kurtarmaları karşısında, ne gibi duygular içindeydi? Bilmiyorum.”

GENÇ CUMHURİYET SAVCISININ MAHKUMLARLA YARATTIĞI MUCİZE

Bütün bu afet yönetimi ve kurtarma hareketini gerçekleştiren ise Erzincan Cumhuriyet Savcısı, dönemin deyişiyle Cim Müdd-i umumisi İzzet Akçal. Kendi evi de depremde yıkılan, eksi 30 dereceyi bulan soğukta eşi çocukları açıkta kalan Akçal, henüz 33 yaşındadır. Göreve gelir gelmez kente yeni cezaevi yapımı için uğraşmış, bakanlıktan mahkumları çalıştırma izni almış, şantiyeyi kurdurmuştur.

Gece saat 02.00 sularındaki deprem üzerine mahkumları toplayıp, "Sizi can kurtarmakla görevlendiriyorum" diyecektir. "Hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Hava kararınca buraya döneceksiniz. Ben de buna karşılık affedilmenizi sağlayacağım." Evi, yakınları yörede olan mahkumlara iki gün ailelerini ziyaret izni vermiş… Kimse kaçmadığı gibi izne gidenler de yollar kapalı olmasına karşın, Erzincan’a dönmüştür.

***

Akçal sözünde durmuş, kurtarma çalışmalarındaki mahkûmlar için özel af çıkarılmasını sağlamıştır. 1940’lı yıllarda Bursa’da görevliyken cezaevindeki Nazım Hikmet’in tedavi görmesi için gerekli izni verecektir.

1950’de savcılıktan istifa ederek doğduğu kent olan Rize’den Demokrat Parti milletvekili seçilecek, son Adnan Menderes hükümetinde devlet bakanı olarak yer alacaktır. 27 Mayıs sonrası yargılanıp hüküm giyecek, 1965’de özgürlüğüne kavuştuktan sonra, 1977’de Adalet Partisi milletvekili olarak siyasal yaşama dönecek, o da 1980’de 12 Eylül darbesiyle son bulacaktır.

***

Okur ailesi ise deprem sonrası Erzincan’dan İstanbul’a taşınır. Enkazdan bir idam hükümlüsünün ellerinde hayata dönen Yiğit, sonraki hayatına yön verecek olan Galatasaray Lisesi’nde, ardından hukuk fakültesinde eğitim görür. Mesleğinde "İsviçre hukukunu değiştiren adam" olarak literatüre girer. Galatasaray Lisesi yıllarını konu ettiği Hulki Bey ve Arkadaşları romanıyla edebiyata yönelir. Son yapıtı, burada andığımız anıları.

***

Bugün bu öykülerin hiçbirinin yanından geçemeyeceğiz ne yazık ki. Hayatta kalmak, başlı başına mucize.

Tüm yazılarını göster