İdare savunma verdi, engel kalktı: #DanıştayYürütmeyiDurdur

İdarenin savunması olan cevap dilekçesinde kararın gerekçesine dair en ufak bir açıklama bulunmamaktadır. Sadece usule ilişkin açıklamalarla yetinilmiştir.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Ankara’da hâkimler var mı? Şimdi merakla beklenen bu sorunun cevabı ve acilen karşılığı bulunmalı. Sadece iki gün kalmış olacak siz bu yazıyı okurken. 1 Temmuz'u beklemeden Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verebilir/vermeli. 10. Hukuk Dairesi başkan ve üyeleri yani sadece beş yüksek yargıç, Türkiye’nin geleceğine karar verme sorumluluğunu üstlenmiş halde. Yürütmeyi durdurma kararı vermeleri, umutla bekleniyor. Daha iyisini yaparak, Cumhurbaşkanının İstanbul Sözleşmesi hakkındaki tek taraflı fesih kararını, iç hukuka ve kanunilik ilkesine aykırı olduğu için tümüyle iptal etmeleri de mümkün. Ki asıl olması gereken, beklenen de bu ve o zaman Ankara’da hâkimler olduğuna dair ‘evet’ cevabı da gelmiş olur. Malum, ‘yargıçlar kararlarıyla konuşurlar.’

20 Mart'tan bugüne kadar İstanbul Sözleşmesi ile ilgili neler yaşanmıştı, geriye dönüp ana çizgileri ile EŞİK- Eşitlik için Kadın Platformu’nun 28 Haziran tarihli basın açıklamasından ana çizgileri ile izlemek mümkün. Ancak bu yazıda da basın açıklamasından geniş alıntılar yapmak niyetindeyim. Öncelikle neler olduğunu hatırlamakta yarar var. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışı için 20 Mart ve 30 Nisan 2021 tarihlerinde Resmî Gazete’de iki ayrı karar yayınlamıştı. İlki tek taraflı fesih bildiriminde bulunma kararı idi. 30 Nisan’da yayınlanan ikinci kararda ise Türkiye’nin 1 Temmuz 2021 tarihi itibarıyla Sözleşme’nin tarafı olmaktan çıkacağı hakkındaydı. Diğer gelişmeleri basın açıklamasından takip edelim:

“TBMM’den yasa çıkarmadan, tek kişinin kararıyla yürürlüğe konulmaya çalışılan bu hukuk dışı çıkış işlemine karşı 20 Mart gününden başlayarak pek çok kadın, kadın örgütü, aynı zamanda barolar, STK’lar ve siyasi partiler tarafından yürütmenin durdurulması ve bu kararlarının iptali talebiyle Danıştay’da dava açılmıştı.  

Açılan davaların yanı sıra yerelde ve büyük şehirlerde sayısız gösteri ve basın açıklamaları ile sivil toplum kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmıştı. Kadın ve LGBTİ+ örgütleri, 19 Haziran’da İstanbul’da büyük bir miting düzenleyerek İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceklerini hatırlatmış ve talepleri arasında Danıştay’ın Cumhurbaşkanlığı kararlarını iptal etmesine yer vermişlerdi. Aynı gün Türkiye’nin birçok ilinde basın açıklamaları ve eylemler düzenlenmişti.  

EŞİK-Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndan kimi kadın örgütleri ve kadınlar 24 Haziran günü Danıştay’a bir an önce yürütmeyi durdurma kararı vermesi için ek dilekçe vermişlerdi. Dilekçeleri vermeden önce basın açıklaması yapmak isteyen kadınlara polis engel olmuştu. Polis bu müdahalesi sırasında, bunun bir anayasal hak olduğunu söyleyen kadınlara “Anayasa’dan başka yasalar da var”, “Sizin bir araya gelmenize izin vermeyeceğiz”, “Basın açıklamasına izin vermiyoruz”, “Sadece dilekçe verecekler tek tek girebilir” gibi sözlerle engel olmaya çalışmıştı. Polisin tüm müdahalelerine rağmen, kadınlar iki farklı yerde toplanıp görüşlerini basınla paylaşmış ve yürütmenin derhal durdurulması gerektiğine dair ek dilekçeler vermişti. 

Kadınların bu talepleri ve sosyal medyada yaptıkları kampanyaya İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de katılmış ve Parti olarak açtıkları davayı da hatırlatarak #DanıştayOrdamısın etiketiyle Danıştay’ın bir an önce yürütmeyi durdurma kararı vermesi gerektiğini hatırlatmıştı.” 

Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı ilgili kararı vermeden önce kamuoyuna ve kadınlara herhangi bir açıklama ve duyuruda bulunmaya gerek görmemişti. Hatta karar Resmî Gazete'de yayınlandığında bile gerekçelerini cumhura açıklama ihtiyacı duymadı. Günler sonra bir gazetecinin sorusu üzerine ayaküstü “ben yaptım oldu” minvalindeki cevapla savuşturdu soruları. Gerekçe açıklama ve halka hesap verme ihtiyacı duymadı Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Devlet Bahçeli’nin isimlendirmesiyle Türk Tipi Başkanlık Sistemi, ki alaturka devlet başkanlığı demekte sakınca yoktur sanırım, kurulduğundan bu yana takip edebildiğim kadarıyla ilk defa yargı önünde savunmak yapmak zorunda kaldı. Cumhurbaşkanlığı savunmasının içeriğine geçmeden önce İstanbul Sözleşmesi hakkında yargıya hesap vermek zorunda kalışının tarihî önemini buraya not etmiş olayım. Cumhurbaşkanının, yani davalı idarenin savunmasını içeren cevabî dilekçe, Danıştay 10. Hukuk Dairesi kayıtlarına cuma günü (25 Haziran) girmiş anlaşılan. Cevap takviminin son günü olan 2 Temmuz beklenmemiş. Danıştay önünde polis engeline rağmen ve tam da bu engelleme nedeniyle sayısı ikiye çıkan basın açıklamamızın ertesi gününe denk geliyor, idarenin savunmasını verişi. Ve bu kısa notun ardından savunmanın içeriğine dair değerlendirmeleri EŞİK basın açıklamasından izlemeye devam edelim:

“Türkiye İşçi Partisi (TİP) dosyasındaki savunma, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmıştı. Bu savunmada, “açılan davalar haksız ve hukukî dayanaktan yoksun olup reddi gerekmektedir” denildi. 

Cumhurbaşkanlığı’nın Cevap/Savunma dilekçesinde özellikle şu tehlikeli iddialara yer verildi: 

• Düzenlemenin mahiyeti gereği ya da Cumhurbaşkanı’nın Devletin başı sıfatıyla yaptığı ve Devletin yüksek menfaatini ilgilendiren işlemlerine karşı yargı yolunun kapalı olduğu iddiası:

• Dilekçede, TBMM'nin uluslararası anlaşmaları onaylaması konusundaki yetkisi ve önemi ortadan kaldırılmaya ve TBMM tamamen devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.

Anayasa’nın 6. maddesi çok açıktır: ‘Hiç kimse ve organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz”. 123. maddesinde de; “İdare kuruluş ve görevleri ile bir bütündür ve kanunla düzenlenir” demekle kanunilik ilkesi benimsenmiştir. Söz edilen anayasal ilkeler uyarınca idarenin tüm işlem ve eylemlerinin dayanağının kanunda bulunması esastır. Cumhurbaşkanı, ne kararnameleri, ne tek kişilik kararları ile bu anayasal zorunluluğu bertaraf edemez.”

Diğer yandan Cumhurbaşkanlığı savunmasında, İstanbul Sözleşmesi hakkındaki kararın bir idari işlem olduğu ve siyasi partiler kanunu ile ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle, siyasi parti tüzel kişiliğini ilgilendirmediği savıyla anılan davanın reddini istemiş bulunuyor. Ancak her zaman söylediğimiz gibi, İstanbul Sözleşmesi hakkında verilen her karar -lehte veya aleyhte olsun- Türkiye’nin geleceğine dair alınmış karar olacaktır. Her yurttaşı her kurumu ilgilendirir. Özellikle de Türkiye’nin bugününe ve geleceğine ilişkin politika üreten sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin doğrudan görevi ve sorumluluğudur. Basın açıklamasından bir alıntı daha yaparak bitireyim yazıyı ve aracılığınızla bir kere daha Danıştay 10’uncu Hukuk Dairesi’ne yönelik yürütmeyi durdurma ve iptal kararı verme çağrısında bulunayım. Çünkü idarenin savunması olan cevap dilekçesinde kararın gerekçesine dair en ufak bir açıklama bulunmamaktadır. Sadece usule ilişkin açıklamalarla yetinilmiştir. Bu durum da açıkça gösteriyor ki Cumhurbaşkanı kararı ile gerçekleştirilen tek taraflı fesih bildirimi hukuka aykırı olduğu gibi hiçbir tutarlı ve mantıklı gerekçeyle de açıklanamamaktadır:

“İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olma sıfatının 01.07.2021 tarihinde sona ereceği dikkate alındığında, Cumhurbaşkanı’nın söz konusu kararlarının uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararlar doğacaktır. Bu kararlar açıkça hukuka aykırı olduğu için ivedilikle yürütmeyi durdurma kararı verilmesi zorunludur.”

Tüm yazılarını göster