İdlib Batılı değerlere meydan okuyor

Avrupalı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etik olanı kendi ülkesindeki güvene feda ederek negatif bir pragmatizmi kolektif bilinçdışına işledi. Pragmatizm, yarar ve başarıyı gerçeğin ölçüsü olarak ele alırken, fırsatçılık, çıkarcılık, ‘benden sonra Nuh tufanı’cılık, ‘bana ne’cilik gibi tavırları post kapitalist kültürün gerçek arketipinin bir yansıması olarak ön plana çıkardı.

Abone ol

Josef Hasek Kılçıksız

Rejimin saldırısıyla yollara dökülen yaklaşık bir milyon insan büyük ölçekli bir insani felaketin yaklaşmakta olduğunu haber veriyor.

Dramatik ve ardışık evreleriyle Suriye savaşı, son dokuz yıldır, Batı’nın kendi değerlerini korumak konusundaki hırsını askeri eylemlere dönüştürme kabiliyetini acımasızca test etti. Ne yazık ki Avrupa bu kararlılık sınavını başarıyla geçemedi. Avrupalılar insani kriz ve göç dalgası gibi sadece artçı şokların yönetiminde aktifti.

Avrupalılar seyirci olarak askeri çatışmaya endişeyle tanıklık ededursun, somut riskler barındıran büyük bir göç dalgasının onları bu rolün dışına itebileceği belirtiliyor.

Bu nedenle Avrupalılar, Rusların desteklediği Suriye ordusu ile Türk kuvvetleri arasındaki çatışmaya izleyici olarak endişeyle tanıklık ediyorlar. Ancak yeni bir kitlesel göç dalgasının gerçek riskleri ve cihatçıların Avrupa'ya göç etme olasılığı onları bu rolü terk etmeye zorlayabilir. Türkiye’nin “kapıları açarım ha” tehdidi somut eyleme dönüştü. Bu da 2015 yılındaki ciddi göç krizi sonrasında Türkiye ile 2016 yılında imzalanan anlaşmanın kadük olması anlamına geliyor.

‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık’la malul Avrupalı konformizm yumurta kapıya dayanmadan kılını kıpırdatmıyor.

Avrupalı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etik olanı kendi ülkesindeki güvene feda ederek negatif bir pragmatizmi kolektif bilinçdışına işledi. Pragmatizm, yarar ve başarıyı gerçeğin ölçüsü olarak ele alırken, fırsatçılık, çıkarcılık, ‘benden sonra Nuh tufanı’cılık, ‘bana ne’cilik gibi tavırları post kapitalist kültürün gerçek arketipinin bir yansıması olarak ön plana çıkardı.

27 Şubat Perşembe günü Rus kuvvetlerinin dolaylı katılımı ve rejimin bombardımanı sonucu 36 askerin yaşamını yitirmesiyle başlayan askeri tırmanışa müteakip olaylar dizini, Avrupa için büyük bir siyasi ve ahlaki meydan okumaya evrildi.

Askeri uzmanlar bombardımanda kullanılan patlayıcının bir Rus bombası olduğu konusunda hiçbir şüphenin olmadığını ileri sürüyor. Askerlerin sığınma yeri bulduğu binayı yerle bir eden bomba, 20 metrelik derinliklere nüfuz edebilen lazer güdümlü bir Rus bombasıydı. Bu bomba sadece Sukhoi SU-35 uçakları tarafından taşınabilen KAB-1500L tipi bir patlayıcıydı.

Askeri yetkililerin bunu açıkça ifade etmedeki çekingenliği aslında sayın Erdoğan’ın derin yalnızlığına işaret ediyor. Öte yandan, bir ayağı NATO'da diğeri dışarıda Türk konumunun kırılganlığını da hatırlatıyor. 2018'de Amerika Birleşik Devletleri'yle diplomatik krizin zirvesindeyken Erdoğan, Rusya'ya bir gönderme olarak, Türkiye’nin "yeni arkadaşlar" arayacağını belirtmiş, dolaylı olarak NATO’yu ittifakı terk etmekle tehdit etmişti. Son tırmanış da, iç politik sahnede büyük övgü alan Moskova ile stratejik ortaklık projesini kalıcı olarak tehlikeye atma riskine sahiptir.

Fransa ve Almanya dahil olmak üzere 14 AB Dışişleri Bakanı, Suriye hükümeti ile Rus ve İran müttefiklerini saldırılarını sona erdirmeye ve 2018’de Soçi'de imzalanan ateşkesin öngördüğü anlaşma şartlarına dönmeye çağırdı. Bu çağrı derin komada olan hastanın, olası göç dalgasının etkisiyle, parmaklarını kıpırdatmaya başladığını gösteriyor.

Bu sözüm ona övgüye değer girişim iki noktayı ön plana çıkardı. İlk olarak, böyle bir konsensüs metni üzerinde bile, birliğin birleşik Yirmi Yedi’lik bir cephe oluşturamadığı gözlendi. İngiltere çağrıya duyarsız kalırken, Paris, Brexit'ten sonra da Londra ile ortak güvenlik politikaları izlenmesi konusunda ısrar ediyor.

Bu girişimle ilgili ikinci gözlem, Avrupalıların acziyeti, iktidarsızlığı ve çaresizliği ile ilgilidir.

Örneğin Rusya'nın Suriye'deki hava bombardımanını önlemek için uçuşa yasak bölge empoze etmek konusunda ne araçları ne de ortak iradeleri var.

Fransa sesinin tonunu azıcık yükselterek, Rus hava kuvvetlerinin kasıtlı olarak hastaneleri ve sağlık merkezlerini hedeflediğini ileri sürdü. Açıklamada, “Rusya defalarca savaş suçlarından suçlu Suriye ordusunun yalanlarını örtmek için özel çaba sarf ediyor” denildi.

Ateşkesin söylemsel olarak inşâsı sanki mümkünmüş gibi Fransa Dışişleri düşük profilden Rusya’yı suçlayadursun, Macron Moskova ile, Libya, Doğu Akdeniz, Kırım gibi hassas konularda genel bir diyalog başlatmak konusunda çoktan irade beyanında bulunmuştu.

Görüldüğü üzere Avrupalılık bilinci önleyici tedbirler almak yerine sonuca odaklanarak depreme değil artçı sarsıntılarına kozmetik çözümler bulma peşindedir.

Amerika Birleşik Devletleri Suriye sorunundan ellerini yıkadı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusundaki kararlarını Rusya, çoğunlukla Çin'in de desteğiyle, sistematik vetosuyla felç ediyor.

Rusya, tüm topraklarının kontrolünü yeniden sağlaması için Şam’ı kayıtsız koşulsuz destekliyor. Bu koşulsuz desteği, aralarında mülayim-köktenci ayrımı yapmaksızın, İdlib bölgesinde yuvalanmış binlerce cihadçının varlığıyla açıklıyor.

HTŞ her ne kadar Türkiye’nin de terörist örgütler listesinde bulunsa da, Türkiye ile Rusya arasındaki sorunun en yakıcı kısmını, terörist, direnişçi, ılımlı, radikal gibi kavramların tanımı konusundaki görüş ayrılığı oluşturuyor.

Bir yandan birliğe girmeye çalışırken Avrupa'yı yeni bir göç krizi ile tehdit eden, bir yandan NATO savunma sistemi ile uyumsuzluklarına rağmen S-400'leri satın alan, diğer yandan NATO'dan Patriot füzelerinin kurulumunu isteyen, bir yandan İran ile ikili müzakereler yaparken diğer yandan Suriye’de milislerini vuran, bir yandan Akkuyu, Türkakım gibi büyük ihalelerle Ruslarla ekonomik bağımlılık oluştururken, öte yandan sahada onlarla çatışmayı göze alan, Şam’a kayıtsız koşulsuz desteğini bilmesine rağmen Rusya’nın Türk uçaklarına göz yumacağı naif beklentisiyle askeri hava koruması olmadan sahaya süren, sınırları açarak elindeki en güçlü koz olan (koz kelimesini utanarak kullandığımı belirteyim) mülteci akını argümanını kaybeden bir dış siyaset hibrid ve yarık bir devlet aklına sırtını dayamakta.

Sokaktaki sıradan insanlar, “İdlib’te YPG’nin olmadığı göz önünde tutulursa Türklerin terörle mücadele savının ancak HTŞ ve bileşenlerini hedeflediğini düşünebiliriz” diyen Rus Ortadoğu ve Kuzey Afrika Büro Şefi Yevgeniy Poddubnıy’e Fahrettin Altun’un cevabını merakla beklemiyor. Korona virüsü gibi yayılan milliyetçi hamasete rağmen sıradan insanlar artık ölümlerin bitmesini istiyor. Bu bir temenni de olabilir.

Temenniler gerçekleşmesini istediğimiz şeyin önüne gelen, beklenti oluşturan antisipasyonlar (ileriye yönelik önleyici tedbirler) değil mi? Bunları ne Avrupa ne ABD ne, BM ne de devlet yapabiliyorsa belki temenniler gerçekleştirebilir.