Şam yönetimiyle girilen psikolojik savaşta caydırıcılık yaratma amacıyla verilen sürenin sona ermesinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri, İdlib’deki Suriye ordusuna bağlı mevzileri vurmaya başladı. Sıcak gelişmede normalde kapalı olan Suriye hava sahasında İHA’lar tarafından gerçekleştirilen yoğun bombardımana rağmen Suriye ordusu ve müttefikleri Serakıb’ı muhaliflerden ikinci kez geri almayı başardı.
Bu beklenmeyen gelişmeye rağmen diplomasiye ağırlık verilmesi, bölgenin ateşini kısmen düşürmüş durumda. Taraflar mevcut dengeyi 5 Mart’ta yapılması beklenen Putin-Erdoğan görüşmesine kadar aynen korumayı kabul ederse yeteri kadar ısınmış olan sahanın bir ateş topuna dönmesini beklememeli. Serakıb’ın sürekli el değiştirmesinin, Suriye ordusu ve müttefiklerinin aynı anda İdlib’in doğusundaki Serakıb cephesiyle Halep’e yakın güney kırsalını aynı anda elinde tutmakta zorlanmasından mı yoksa Rusya’nın gerilimi azaltma çabalarının bir sonucu mu olduğunu bilemiyoruz. Ancak son Hizbullah takviyesinin dengeleri değiştirme noktasındaki etkisini göz ardı etmemek gerekiyor.
Görünen o ki, Erdoğan’ın Putin’le yaptığı telefon görüşmesinden sonra Moskova, Türkiye’nin operasyonlarına bir süreliğine doğrudan engel olma ya da durdurma gibi bir çaba içerisinde değil. Ancak Moskova burada son derece hassas bir denge pozisyonunu sürdürebilir hale getirmek durumunda. 33 askerin hayatını kaybettiği bombardıman sonrası Türkiye’nin öfkesini yatıştırmasına göz yuman gerilimi düşürme çabalarının da belirli bir limitinin olduğunu Serakıb’ın geri alınmasında görmüş oluyoruz. Çatışmaların bu denli yoğun olduğu bir ortamda son derece riskli bir bölge haline gelen Serakıb’a Rus askeri polisini yerleştirmesi, Moskova’nın Serakıb’daki dengeyi koruma noktasında tavizsiz bir tutum içerisinde olduğunu gösteriyor.
Serakıb’la ilgili bu net tutum olmasa, sahanın 5 Mart’ta yapılacağı duyurulan Putin-Erdoğan zirvesine kadar ateş topuna döneceğini söyleyebilirdik. Elbette sahadaki hareketlilik bu görüşmeye kadar kısmen devam edecek ama yine de büyük çaplı çatışmalar beklememek lazım. Rus ordusu, kendi unsurlarını kapsamlı bir şekilde konuşlandırdıysa Serakıb’daki denge, en azından Putin-Erdoğan görüşmesine kadar değişmez. Rusya’nın koyduğu ağırlığın gücüne göre daha sonraki süreçte de bu denge değişmeyebilir ve M4 M5 karayolu, bir ihtimal uzun vadede Şam yönetiminin denetiminde kalabilir.
Ankara’nın dengeleri değiştirmesi ise Türkiye’nin Rusya’yla çatışmasını teşvik eden ABD yönetimi ve NATO ile yaptığı pazarlık sonucuna bağlı görünüyor. Hatay-Antep-Kilis hattına Patriot yerleştirilmesi, NATO üyesi bazı ülkelerin istihbarat ve elektronik savaş konusunda destek olması, elbette sahadaki dengeleri değiştirir ancak, Ankara’nın her an değişkenlik gösteren NATO ve ABD’ye güvenerek Rusya ile kapsamlı bir çatışmaya girmesini beklemek çok rasyonel olmayabilir. Zira ABD’nin kendisi bile Rusya’yla doğrudan çatışmaktan kaçınıyor.
II. Dünya Savaşı, sadece büyük güçler için değil bütün devletler için de büyük bir deneyim oldu. Zafer kazansa bile söz konusu devletin karşı karşıya kaldığı yıkımın boyutu, ülkelerin düzenli bir ordusu olan, tahrip gücü yüksek silahlara sahip devletlerle bir savaşa girmemeyi öğütlüyor.
Teknolojinin gelişmesi, sadece savaş uçaklarıyla değil, uzaktan kumanda edilen insansız hava araçlarıyla dilediği hedefi binlerce km. öteden vurabilen bir siyasal aygıtın aynı güce sahip başka bir yapıyla karşı karşıya gelmeme gibi bir seçeneği öne çıkarıyor. II. Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan sınırlı birkaç çatışma hariç, devletler arasında büyük boyutlu bir savaşın yaşanmamasının nedeni biraz da bu. Bu yüzden çatışmalar genelde soğuk savaş ya da vekâlet savaşları şeklinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla TSK’nin Şam’a kadar ilerlemesi gerektiği şeklinde belirginleşen söylem, hamasi bir mantığın ürünü, sahada pek bir karşılığı bulunmuyor.