Gerilimi azaltma bölgesi İdlib, ilginç bir şekilde gerilimin
tırmandığı bölge haline geldi. Aynı şekilde gerilimin azaltılmasına
katkı sağlayacağı öngörülen gözlem noktaları da yavaş yavaş
konvansiyonel bir çatışmaya dönüşme eğilimi gösteren savaşın
tetiklendiği noktalara dönüşmüş durumda. Peki bu felaket
senaryolarından kurtulmak mümkün mü?
Olayların ilk başladığı noktaya dönersek Halep’te yerel
kaynakların yayınladığı habere göre Rus basını, İdlib’de Türkiye ile
gerginliğe ve olayların bu aşamaya gelmesinin ilk işaret fişeği
olan, öldürülen dört Rus subayıyla ilgili dikkat çekici bilgiler
geçti. Öldürülenlerin fotolarını yayınlayan “1k” sitesi havan
topuyla hedef alınmalarının ardından yaşamını yitiren Rus
subaylarının isimleri şöyle: Çavuş Vsevolod Trefimov, Binbaşı Bulat
Akhmatyanov, Binbaşı “Ruslan Gimadiev” ve Kaptan “Dmitry
Minov”.
Öte yandan versiya.info adlı site de saldırının ayrıntılarına
yer verdi. Buna göre Halep kentinin kuzeybatısında Suriye ordu
güçlerinin bulunduğu bir bölgeye düzenlediği saldırıda askerler her
zaman yaptıkları gibi bulundukları mevziyi terk ederek kaçtı (bu
ifadeler Rus sitesine ait). Tek başına kalan Ruslar çatışmak
zorunda kaldılar. Çembere alınan Rus askeri istihbarat aygıtının
üyesi Rus subaylar, yoğun havan topu saldırıları nedeniyle
hayatlarını kaybetti.
Rus sitesinin verdiği diğer ayrıntılar ise daha hassas. Buna
göre 1 Şubat tarihinde sınıra çok yakın bir bölgede Suriye ve Türk
yetkililer arasında yapılacak olan toplantının güvenliğinin
sağlanması için Suriye tarafı Rus komuta merkezini arayarak yardım
istiyor. Rus subaylar da çağrıya olumlu yanıt vererek toplantının
güvenliğini sağlamak üzere bölgeye geldiklerinde silahlı grupların
yolun üzerine döşediği mayının patlamasıyla hayatlarını
kaybediyorlar.
Öte yandan farklı kaynakların olaya farklı yaklaştığını belirten
diğer Rus kaynaklar, aslında saldırının Kuzeybatı Halep’te değil,
nispeten daha sakin Lazkiye kırsalında yaşandığını öne sürüyor.
Ancak muhaliflerin konuya ilişkin nasıl bilgi aldığı, bilginin
kimden sızdığı gizemini koruyor. Bu anlamda Suriye ordusu
içerisinden bir sızmanın olduğu kanaati dile getiriliyor.
***
Gelelim sahada yaşananların analizine... Türkiye, Astana ve Soçi
anlaşmalarını Rusya tarafından oldukça farklı yorumlayarak uzun
süredir mevcut dezavantajlı konumunu telafi etme ve kazanımlarını
koruma peşinde. Ancak Türkiye, elindeki kozların zayıf olmasına
rağmen sahada rakiplerini köşeye sıkıştıracak hamleler
yapabileceğini düşünüyor. Bu, büyük ölçüde Türkiye’nin sahip olduğu
gücü abartması ve kendinde büyük bir güç vehmetmesinin sonucu.
Türkiye bir süredir Suriye’de Rusya’yla tam bir işbirliği ve
koordinasyon içerisindeyken tam da İdlib’de el Kaide ve
türevlerinde temsil olunan terör örgütlerine öldürücü hamleyi
vurmaya hazırlandığı bir sırada Rusya’yla yaşanan bu gerginlik,
ancak Türkiye’nin bir sonraki hamlenin kendi kontrolündeki
topraklar olacağı yönündeki endişeleri ile açıklanabilir. İdlib şu
an, Ankara açısından ulusal güvenlik meselesine dönüşmüş durumda.
Ankara, İdlib’in düşmesi durumunda ÖSO üzerinden Suriye’ye yönelik
operasyon gücünün kısıtlanacağını, Suriye’nin geleceği ve Astana
sürecindeki rolünün sınırlanacağını düşünüyor.
Türkiye, önemli sarsıntıların yaşandığı ve Suriye’de hikâyenin
sonuna gelindiği bu süreçte Şam yönetimiyle ilişkilerini
normalleştirememenin sorunlarıyla yüzleşiyor. Suriye’yi Rusya’ya
terk eden ABD’nin, İdlib söz konusu olduğunda Türkiye’nin arkasında
olduğunu söylemesi ve Türkiye ile Suriye ve Rusya arasındaki
gerilimin tırmanmasına açıklamalarıyla destek vermesi oldukça
ilginç. Yakın zamana kadar Heyetu’t Tahriru’ş Şam’ı en tehlikeli
terör örgütlerinden biri olarak gören ve Rus hava saldırılarına
aktif destek veren ABD, ne oldu da birden bire dönüş yaptı? ABD
Suriye özel temsilcisi James Jeffrey’nin geçtiğimiz günlerde,
HTŞ’nin aslında uluslararası topluma tehdit teşkil etmediği
yönündeki açıklamalarını hatırlamakta fayda var.
Bu durumda Türkiye’nin hâlâ Suriye’de dengeleri kendi lehine
çevirebilme şansı oldukça düşük. Ankara, öyle görünüyor ki gerçekçi
dış politika stratejisi izleyebilme ve sahadaki gelişmeleri doğru
okuyabilme becerisini kaybetti. Hükümete yakın uzmanların sahadaki
gelişmeleri bir analizci olarak değil tam bir amigo edasıyla
yorumlaması, sahaya ilişkin yanlış bilgiler vermeleri, Suriye-Rusya
ikilisiyle ilişkilere dair aktardıkları yanıltıcı enformasyon,
çatışmadan yana olma eğilimi gösteren iktidarın elini güçlendiren
ve onu teşvik eden bir duruma yol açıyor.
Halbuki Türkiye, Şam yönetimiyle de ilişkileri düzeltme
noktasında adım atsa, muhtemel bir savaşın oluşturacağı olası
tehditlerden kendisini korumasını sağlayacağı gibi, başta
mülteciler meselesi olmak üzere birçok konuda elini rahatlatabilir.
Bu adımı daha önce atsaydı belki Esad üzerinde etkili olabilir,
ülkenin geleceği üzerinde söz sahibi olabilir belki yaşadığı
ekonomik krizde bir nebze olsun rahatlama imkanı
yakalayabilirdi.
Sonuç olarak Türkiye’nin Şam yönetimiyle ilişkilerini
normalleştirmemekte ısrar etmek, şu anda yaptığı gibi Rusya ile
ilişkilerini gerginleştirecek adımlar atmayı sürdürmek ve
kaçınılmaz sonu önlemeye çalışmak yerine daha gerçekçi ve rasyonel
politikalar üretmeye, sahayı doğru okuyabilecek imkanın alt
yapısını oluşturmaya çalışmalı, kim ne derse desin asla kendisine
sahip olduğu güçten fazlasını vehmetmekten kaçınmaya, ‘eldeki
imkanlar ve mevcut dengeler içerisinde Suriye’de neler
yapılabilir’in yanıtını aramaya çalışması daha anlamlı gibi
görünüyor… Felaket senaryolarının önüne ancak bu şekilde geçmek
mümkün.