İdlib'te yanlıştan dönülmeli

Türkiye’nin amacı İdlib’i ve örgütleri ileri karakol olarak kullanıp hem Suriye yönetimine karşı hem de Rusya’ya karşı elde ettiği hakimiyet alanlarını korumak. İdlib kaybedilirse sıra kaçınılmaz olarak Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarında elde edilen bölgelere gelecek. Bu da Türkiye’nin o bölgelerden çıkması demek.

Musa Özuğurlu yazar@gazeteduvar.com.tr

Türkiye Suriye ordusunun İdlib’e yönelik ilerleyişini durdurmak üzere harekete geçince terör örgütlerine karşı bombardımanını sürdüren Suriye ordusu ile karşı karşıya geldi ve kayıplar verildi.

Yaşanan gelişmelere karşı Türkiye’nin öne sürdüğü argümanlar ne kadar geçerli?

Durumu tarif edebilmek açısından askeri ve siyasi başlıklar altında bazı saha gerçeklerini çerçevelendirmek lazım.

İdlib çeşitli tarihlerde Suriye’nin çeşitli yerlerinde Rusya’nın dahli ile yapılan anlaşmalarda silah bırakmak istemeyen grupların gönderildiği merkez(di). Bu çerçevede irili ufaklı onlarca grubun yanı sıra 2018 başlarında Kalamun (Humus tarafları, Lübnan sınırı) bölgesinden yaklaşık 2 bin, Şam kırsalı bölgesinden de yaklaşık 20 bin militan Suriye yönetimi ile anlaşma yapmayı reddettikleri için İdlib’e nakledildi. 2018 Temmuz ayında da Dera (Güney Cephesi) savaşını kaybeden militanlar İdlib’e gönderildi. Bu nakiller ile birlikte İdlib konsantre terör örgütü merkezine dönüştü.

İdlib’te hangi örgütler var?

Türkiye ve anlaşma yaptığı Rusya ile birçok devletin terör örgütü olarak kabul ettiği Heyet Tahrir El Şam (El Nusra), Türkistan İslam Partisi, Hurras El Din, Ecnad El Kavkaz, Ansar El Tevhid, Cünud El Şam gibi örgütler. Bunların bir kısmı doğrudan El Kaide bağlantılı, bir kısmı Uygur ve Kafkasya’dan gelen militanların mensubu olduğu örgütler. Yani neresinden bakarsak bakalım terör örgütleri.

Şimdi Türkiye ile Rusya arasında yapılan “gerilimi azaltma anlaşmasına” bakalım:

Eylül 2018’de yapılan anlaşma;

• Tamamen silahlı örgütlerin hakim olduğu alanların içini kapsayacak şekilde uygulanacak bu bölgelerle (İdlib şehir sınırlarında) Suriye’nin diğer bölgeleri arasında yaklaşık 20-25 km’lik bir tampon bölge oluşturulacak.

• Suriye yönetimi burada kalan örgütlere bombardımanı durduracak.

• Türkiye’nin desteklediği ve “ılımlı” olarak nitelendirilen gruplar demilitarizasyon bölgelerinde kalabilecek ancak El Nusra gibi El Kaide bağlantılı “radikal” örgütler bu bölgeleri tamamen boşaltacak

• M 4 ve M 5 karayolları yönetimin kontrolüne bırakılacak gibi maddeler içeriyordu.

Ancak bu maddelerin hiçbiri uygulanamadı. Daha da ötesi Türkistan İslam Partisi, Hurras El Din, Ansar El Tevhid, Ansar El Din, Ansar El İslam gibi örgütler anlaşmayı kabul etmediklerini ilan ettiler. El Nusra ise diğer örgütler ile birlikte saldırılarını devam ettirdi.

Üstelik bu örgütlerin saldırıları sadece Suriye ordusuna yönelik olmakla sınırlı kalmadı Rusya’nın Hmeymim üssü de hedef alındı.

Yani anlaşma daha en başından ihlal edildi.

Bu anlaşmanın iki tarafa (Rusya ve Türkiye) yüklediği sorumluluk Rusya’nın Suriye tarafını, Türkiye’nin ise örgütler tarafını zapt etmesiydi. Ancak Türkiye örgütleri zapt etmek bir yana Suriye ordusuna karşı saldırılarına göz yumdu. Rusya bu durumu müteaddit defalar dolaylı olarak Dışişleri Bakanlığı'nı, Kremlin’in açıklamalarında dile getirdi. Buna karşılık Türkiye örgütlerin ihlallerini görmezden gelmesinin yanı sıra meseleyi “siviller” retoriğini kullanarak götürmeye çalıştı.

Ancak sahadaki bütün tarafların bildiği bir gerçek var: Sivil kayıplar olmasına rağmen Rusya’nın ve Suriye ordusunun hedefi siviller değil, sahada hem Rusya hem de Suriye ordusuna saldırılarını sürdüren silahlı örgütlerdi. Üstelik bu silahlı örgütler çıkmaları için sivillere sağlanan koridorları tıkadı ve sivilleri kalkan olarak kullanmaya devam etti.

Diğer yandan Suriye ordusu ilerlemesini sürdürdü. Bugünlerde ise bu ilerlemelerinde niteliksel başarılar elde edince sadece örgütler açısından değil, Türkiye açısından da istenmeyen bir durum doğdu.

Türkiye’nin amacı İdlib’i ve örgütleri ileri karakol olarak kullanıp hem Suriye yönetimine karşı hem de Rusya’ya karşı elde ettiği hakimiyet alanlarını korumak. İdlib kaybedilirse sıra kaçınılmaz olarak Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarında elde edilen bölgelere gelecek. Bu da Türkiye’nin o bölgelerden çıkması demek.

Fırat’ın doğusu, Kürtler gibi başlıklar siyasal başlıklar ancak Fırat’ın batısı için aynı durum söz konusu değil. Neyin siyasal pazarlığını yapacaksınız, El Nusra’nın mı?

Son günlerde yaşanan gelişmeler ile birlikte Rusya ile Türkiye arasında gerilimin arttığı da gözleniyor ancak bu durum beklendiği gibi kopma noktasına gelmez çünkü Rusya bir taraftan sahada istediğini yapmaya devam ediyor ama Türkiye’yi de kaybetmek istemez. Erdoğan James Jeffrey’nin sözleri ile hareket eder ve bunu yeni politika olarak belirlerse o başka. Ancak duruma bakıldığında Türkiye’nin de böyle bir lüksü yok. Aksi halde Suriye’de hakim olduğu alanlardan çıkmak zorunda kalmasının yanında siyasal açıdan da (Suriye’de) zor günler yaşayabilir. Bu nedenlerle hem Rusya hem de Türkiye dikkatli adımlar atacak gibi görünüyorlar. Ama bu durum da bir süre duraklatsa bile Suriye ordusunun ilerlemesini durdurmayacak.

İdlib’te yapılması gereken tüm tarafların terör örgütü olarak kabul ettiği örgütlere karşı işbirliği yapılması ve sivillerin kurtarılması. Bu örgütler sadece İdlib’teki siviller için değil, Türkiye için de tehlike oluşturuyor.

Tüm yazılarını göster