Yeni Büyükelçiler Kararnamesi açıklandı. Kimiyle birlikte
çalıştığım benden genç, kimi aynı dönemlerde bakanlığa girdiğimiz
bazı değerli eski arkadaşlarımın gayet iyi tayinler yaptığını
görerek sevindim. Her birine başarılar dilerim, olanak tanınırsa
ellerinden gelenin en iyisini yapacaklarına da eminim.
Doğrusunu teslim etmek gerekirse, halen dahi oldukça derli toplu
bir büyükelçiler kararnamesi hazırlanabilmiş olmasına şaşırarak,
sevindim. Zira, özellikle ikili ilişkilerin yeniden rayına
koyulabildiği Hollanda örneğinde olduğu gibi, bundan böyle köşe
başlarına AKP ilintili şahsiyetlerin atandığı, kenar köşe görevlere
de katiplik hizmeti için meslekten hariciyecilerin serpiştirildiği
bir döneme girildiğini düşünmüştüm. Dileyelim ki yanılmış
olayım.
Ülkemizin verili yönetim sistemi sorunu bir yana, günümüzde
diplomasinin işlevi üzerine de kendimce kafa yoruyorum. Bu
bağlamda, geçen gün düzenli dinleyicisi olduğum France Culture
radyosunda diplomasi üzerine bir yayına denk geldim. Çok iğneli
ve eğlenceli bir anlatımla, Fransız hariciyecileri üzerinden,
diplomasinin nasıl beyhude gevezeliklere ve özünde hiçbir şey
söylememeye dayandığı anlatılıyordu.
O programda mesleki altın dönemler olarak 1815 öncesi Fransa,
1945 sonrası Amerika diplomatı olmaktan söz ediliyordu. Yani bir
yandan diplomatın ne savaş alanlarını, ne büyüklerin oturduğu
masaları yazdığı telgraflarla etkileyemeyeceği vurgulanırken, diğer
taraftan da içinde bulunulan dönemde temsil edilen ülke hegemonik
boyutta güce sahipse diplomatın sözünün değeri olduğu
aktarılıyordu.
Ne yazık ki diplomatın bahtı bazen kara olabiliyor. Hariciye
şehitlerimizi* bu vesileyle
hürmet ve şükranla anmış olalım. Aynı şekilde Rusya’nın Ankara
Büyükelçisi Karlov’un başkentin göbeğinde öldürülmesi yakamızda bir
utanç vesikası olarak kaldı. Cinayetin aydınlatıldığını iddia etmek
güç. Merhum Karlov’un adını anmaya dahi gerek duymadığım sosyopat
katilinin resmini taşıyarak Idlip’te akıllarınca Türkiye lehine
nümayiş yapan yarım akıllıları lanetlemek için de herhalde Esatçı
veya Putinci olmaya gerek yok. Eldeki malzeme işte bu.
Idlip’in TSK’nin on iki gözlem noktasıyla çevrili Halep-Hama
karayolunun batısında kalan yarısının kuzeyine artık Türkiye’nin
(dahi) terör örgütü statüsünde gördüğü Heyet Tahrir Şam (HTŞ),
güneyine de Türkiye eliyle kurdurulan Suriye Kurtuluş Cephesi (SKC)
silahlı cihatçı koalisyonları hakim. HTŞ ve SKC’nin kabaca
otuz biner muharibi var. Dolayısıyla topografyanın da elvereceği
ölçüde Suriye ordusunun ilk hedefi SKC olacak.
Suriye ordusunun sıkıştıracağı SKC, kayıp vererek kuzeye HTŞ
denetimindeki ve Türkiye sınırındaki alana, Idlip yerleşim birimine
doğru sürülecek. Burada HTŞ ile çatışacak yahut HTŞ, TSK ile SKC
arasında kalmış olacak. Her hal ve kârda Türkiye’nin konumu
harekatın başlamasıyla çok daha hassaslaşmış olacak. Dolayısıyla
Ankara bir yandan harekatı öteleyici ve mümkünse engelleyici
diplomatik arayışlara ivme verirken, beri yandan hem SKC’ye silah
sevkıyatını hızlandırıyor, hem gözlem noktalarıyla, sınır boyunu
tahkimatı sürdürüyor.
Saha böyle, baş masa da Cenevre’de. Saygın gazeteci Cansu
Çamlıbel’in paylaştığı ABD liderliğindeki çekirdek grubun müzakere
zemini olarak sunduğu resmi bağlayıcılığı olmayan başlıksız kağıt (“non-paper”)
bir dilekler listesi olarak görülebilir. Buna karşılık, Esatsız
Suriye’ye geçişin ön koşul değil ucu açık bir süreç olması, yeni
Suriye’de daha ademimerkeziyetçi yani Kürtlerin Fırat’ın doğusunda
özerk bir bölgeye sahip olabilecekleri bir yapı öngörmesi, anayasa
taslağı yazımı işini de Rusya’nın sultasındaki Soçi’den alıp BM
içine çekmeyi önermesi Ankara için diplomasinin çerçevesini
çiziyor.
Sanırım Ankara açısından temel sorun gücün doğru tanımı ve etkin
diplomasinin kullanımında düğümleniyor. Diplomaside hem tereyağını
yemek hem tereyağını satıp, parasını cebe atmak mümkün olamıyor.
Ülkeniz ekonomik resesyona girerken sahadaki askeri
mevcudiyetinizin yükü sırtınızda daha hissedilir olmaya başladığı
gibi, sahadaki uzantılarınız üzerindeki denetiminiz de
örselenebiliyor. Jeopolitik öneme sürekli vurguyla vazgeçilmezlik
savı da aynı kartın defalarca oynanması sonucu doğurabiliyor.
Öyleyse Ankara’nın Suriye’de saha oyunlarını peyderpey mezun
edip, uluslararası ittifaklar içinde ve kendi gücüne doğru orantılı
olarak masa etkinliğine odaklanması zamanı gelmişe benziyor.
Büyükelçiler Kararnamesi bir aldatmaca değil de gerçek bir
göstergeyse, askeriye ve istihbaratın ardından hariciyenin işini
yapmasına fırsat ve destek verilmesi gereken bir döneme
girildiğinin süratle idrak edilmesinin anlaşılmış olması gerekiyor.
“Al Idlip’i, ver Tel Rifat’ı”, “al Idlip’i, gir Fırat’ın doğusuna”
gibi formüllerin menüde olmadığı da keza açık.
*Benim görev yaptığım dönemde Bağdat Büyükelçiliği'mizi
korumakla görevli Polis Özel Harekat mensupları intikal sırasında
Musul’da pusuya düşürülerek şehit edildi. Dışişleri Bakanlığı resmi
sayfasında Musul Başkonsolosluğu’nda görevli olarak belirtilmişler.
Oysa o dönemde Musul Başkonsolosluğu zaten yoktu. Düzeltilmesi
gerekir.