Idlip'in isimsiz şehidi

Sayın Çavuşoğlu vurgulamak ihtiyacı hissettiler halen TSK denetiminde olan, vali yardımcısı tayin edip, postane açtığımız, elektrik bağladığımız yerlerin Suriye toprağı olduğunu. Suriye’nin toprak bütünlüğü ilkesine sadıkmışız. Ama biraz daha oturup, sonra kalkacakmışız. Tanrı korusun, Idlip’ten kazara tek bir şehit haberi gelirse?

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

Tanrı korusun ya Idlip’ten tek bir şehit haberi gelirse? Ben bilmiyorum. Neticede, oturduğum sandalyeden yazıyorum. Siz değerli okuyucular da “adam on yılı Irak’ta yahut Irak üzerine olmak üzere yirmi sene hariciyede çalışmış, herhalde bizden iyi biliyordur” zannıyla okuyorsunuz. Doğal olarak sadece beni değil, örnekse Duvar’dan Fehim Taştekin ve Musa Özuğurlu gibi saygın ve deneyimli yazarları, ve belki, yerli yabancı kaynaklardan, daha nicelerini.

Belki, kıdemli araştırmacı gazeteci büyüğümüz Ümit Kıvanç’ın haritalarını, blogunu da takip ediyorsunuz. Sahi, düşünün şu kadar senedir klavye başında (kamera gerisinde vs.) zaman harcamış Ümit Kıvanç kendi merakından hazırlıyor o haritaları. Üşenmeden güncelliyor, okuyor, harita hazırlama tekniklerine hakim olmak için bildik titizliğiyle uğraşıyor. Ne üzerine vazife? Adı gibi, “belki bir ümit” diyor herhalde.

Sayın Dışişleri Bakanı ise kendinden emin. Gözlerinin içi gülüyor. Rus mevkidaşı Lavrov’la el sıkışırken. Diğer üç bakan arkadaşıyla şakır şakır çalışan deklanşörlerin karşısına geçerken. Vesaire. Diyor ki Sayın Çavuşoğlu Idlip hakkında: “Herkesin sahada ajanları var, herkes kimin nerede olduğunu biliyor”. Hem, 7 Eylül’de Tahran’da Astana Süreci Zirvesi var. Türkiye, Rusya ve ev sahibi İran devlet başkanları katılacak. Gözler oraya çevrili. İmiş.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron da öyle dedi. “Türkiye ile Rusya’nın faaliyeti hayati” demeye getirdi. Hani yasaklanmış tutuş teknikleri var güreşte. “Kilit” deniyor sanırım. Tutan tuttuğunu bırakmazsa, kemik kırılması kaçınılmaz. Amerikalılar da “no holds barred” derler hani. Yani, tüm tutuşlar serbest. Sokak dövüşü gibi. Rusya bizi tutmuş bırakmıyor. Petrol ve gaz bağımlılığı var. Nükleer santral var. Turizm var. Tarım var. İnşaat ihaleleri var. Vize var. Bir de S-400’ler eklendi.

Sayın Çavuşoğlu’nun gözlerinin içi gülüyor Rus mevkidaşı Lavrov’la el sıkışırken. Lavrov diyesiymiş ki, “günün sonunda tüm yabancı güçler Suriye’den çekilmek zorunda.” Rusya, Suriye’nin hava sahasını da tutuyor. Öyle bir ömür verip, Rusça, Rus tarihi öğrenmeye gerek yok canım. Hepimiz uzmanıyız konunun. Futboldan ulusça iyi anladığımız gibi. Rusya “sıcak denizlere” inmek istiyor. Galiba, şimdilerde güzel bir banyo alıyor sıcak denizlerde, Rusya.

Hatırladınız mı dondurma reklamını? Benim aklımda kalmış: “Kızgın kumlardan, serin sulara tatlı bir kaçamak gibi.” Tatlı bir kaçamak yaptı Rusya. Bekledi. Suriye düşüyordu. İran tuttu Suriye’yi ayakta tuttu. Onun da soluğu tükenince, birlikte davet ettiler Rusya’yı. İsteksizce kımıldanır gibi yaptı Rusya. Ve ilk günden Esat’ı ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yaptı. Minimalist de davrandı. Türkiye’nin Halep rüyasını bitirdi. ABD’nin karşısına oturdu. Esat’ı da makulü mümkünde aramaya sevk etti.

Türkiye Afrin ve Şehba alanlarına, Rusya’nın yeşil ışığı ve Rusya’nın Şam’dan devşirdiği sarı ışıkla girdi. Bu aralar yakın tarihin en geniş donanmasını topladı Doğu Akdeniz’de. O kadar ki Kıbrıs açıklarında hidrokarbon aramaya kalksak “pardon” dememiz gerekecek Ruslara. Şehitler de verdik. Ülkemizin ulusal güvenliğinin bu hamleleri gerektirdiği anlatıldı. O şehitlerin tabutlarına kol konarak bir yandan ulusal güvenlik gerekçeleri, bir yandan da şehadet mertebesinin İslami çerçevesi aktarıldı bizlere. Biz, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal yurttaşları. Öyleyse susmak düştü hepimize.

Idlip garnitür mü oldu Afrin ve Şehba’ya? Yoksa doğal uzantı mı? Rusya, Türkiye’ye ne Tel Rifat’ı ne o cepteki minik Minnag Hava Üssü’nü bırakmadı. Kendine ayırdı. Şam’a geri takdim etmek üzere. Türkiye’ye ise Idlip’teki, daha doğrusu kabaca Halep-Şam karayolunun batısında kalan yaklaşık altı bin kilometrekarelik cepteki sayıları iki milyonu aşan sivil ve herhalde elli bini aşan silahlının bekçiliği uygun görüldü.

Zaman ne çabuk geçiyor. Arada anımsatıyorum ya, Firenk diplomatlar “yavaşça acele etmek gerekir” derler. Bakınız, Suriye’nin eski hamisi Fransa işte Türkiye’den medet umduğunu en yüksek düzeyli ağızdan ifade ediyor. Gönenmeli. Bu zor görev bize düşmüş. Serde komşuluk da var. On iki gözlem noktası kuruldu. Tahkim edildi, ediliyor. Tekerlekli zırhlı araçlar gönderiliyor. Hazırlık var. Savunma hazırlığı.

Pozisyonumuz savunulabilir mi? Pekiyi neden “savunulmalı mı” diye sormuyoruz. El Kaide demeye gelen HTŞ ile karşılıklı göz kırparak kurulmuştu o gözlem noktaları. Şimdi HTŞ terör örgütü ilan edildi. Sayın Çavuşoğlu, Rus mevkidaşı Lavrov ile gözlerinin içi gülerek el sıkıştıktan sonra. Sayın Milli Savunma Bakanı ki unutmayalım eski Genelkurmay Başkanı’dır kendileri, ve Sayın MİT Müsteşarı da oradaydı.

Yine deniyor ki TSK değil Kızılay da gerekli hazırlıkları yapmış. Nüfus yapısını dönüştürmekten mutluluk duyduğumuz Afrin ve Şehba ceplerine yarım milyon kadar mülteci bekleniyormuş. Nereden? Idlip’ten. Ama Idlip’te çatışma olmasın diye yerleşilmemiş miydi oraya? ABD dahi ikiyüzlüce uyarıyor, Idlip’e yönelik harekat Suriye’de istikrarsızlık yaratır diye. BMGSÖT De Mistura hakeza, “mükemmel fırtına” diyor. Barometre negatifte yani. Yakın gelecekten beklentiler olumsuz.

Vaziyet yaş. Mevsimlerden sonbahar. Havalar bozar. Sayın Çavuşoğlu vurgulamak ihtiyacı hissettiler halen TSK denetiminde olan, vali yardımcısı tayin edip, postane açtığımız, elektrik bağladığımız yerlerin Suriye toprağı olduğunu. Suriye’nin toprak bütünlüğü ilkesine sadıkmışız. Ama biraz daha oturup, sonra kalkacakmışız. Tanrı korusun, Idlip’ten kazara tek bir şehit haberi gelirse? Yok, artık sanmam ki ulusal güvenlik, devletin ali çıkarları, terörle mücadele denilebilsin. Denir mi yoksa?

Tüm yazılarını göster